Güç sinema salonlarında yükseliyor

J. J. Abrams, serinin hayranlarını memnun etmek için risk almadığı bu filmiyle bizi memnun etmeyi başarıyor ama “Daha fazlası olmalıydı” demekten de kendimizi alamıyoruz.

‘Star Wars’. 1977 yılında George Lucas’ın yarattığı bir efsane. Elbette, Lucas bu efsaneyi sıfırdan yaratmadı. O günlerde çok önemsenmeyen, B sınıfı bilimkurgu filmlerinden Akira Kurosawa filmlerine varıncaya kadar pek çok esin kaynağı vardı. Hikâyesi de çok orijinal değildi belki ama Lucas’ın tüm bu unsurları, “çok uzun zaman önce, çok uzak bir galakside”, seyircinin kendini özdeşleştirebileceği karakterlerle birlikte toparlamış olması, seyircileri bir anda kavramıştı. Bilgisayar teknolojisi olmadan yapılmış usta işi efektler de işin içine girince o yılların çocuklarının ve gençlerinin zihinlerinde unutulmaz bir yer alan üçleme ortaya çıkmış oldu. Darth Vader, Han Solo, Luke, Leia gibi ana karakterlerin yanında, filmdeki robotlardan tutun, figüran denebilecek kimi karakterler bile hayatımızın birer parçası haline gelmişti. Aradan 15 yıl geçtikten sonra Lucas, hayranların da istekleri üzerine, bu üçlemenin öncesini anlatan yeni bir üçlemeyle karşımıza çıktı. Ama bu kez bilgisayar efektine fazlaca yüklenen ve filmin hitap ettiği yaş kitlesini biraz daha aşağı çeken Lucas, hayranlarını mutlu edemedi. İlk üçlemenin o içinde yaşanmışlık hissi veren mekânları ve araç gereçleri, yapay bir hal almıştı. Özellikle yeni üçlemenin ilk filmi, bugün hemen herkes tarafından, serinin en zayıf halkası olarak kabul edilir.

‘Star Wars’ hiçbir zaman bitmedi elbette. Bu evrendeki hikâyeler, romanlar, çizgi romanlar, animasyon serileri ve bilgisayar oyunlarıyla devam etti. İlk üçlemenin sonrasını anlatacak yeni bir film serisi de her zaman gündemdeydi. 2012 yılında, Lucas’ın serinin haklarını Disney’e satmasıyla, bu film serisi bir kez daha gündeme geldi. İlk filmin yönetmen koltuğuna da J. J. Abrams oturtuldu. Abrams ismi hem bir umut, hem de şüphe uyandırmış, günler ilerleyip filmden haberler gelmeye başlayınca, umut veren unsurlar artmaya başlamıştı. İlk üçlemenin efsane oyuncuları geri dönüyordu. Abrams, ilk üçlemenin senaryo yazarlarından Lawrence Kasdan’ı senaryo kadrosuna almış, görsel efektlerde bilgisayar desteğine çok fazla başvurmayacağını açıklamıştı. Filmin ilk fragmanı da hayranları çok mutlu etmiş, Han Solo’nun göründüğü an nefeslerimizi kesmeye, kalp atışlarımızı hızlandırmaya yetmişti.

Tüm bu olumlu belirtilerden ve aylar süren umutlu bekleyişten sonra, filmin gösterime girdiği gün, geceyarısı saatlerinde, ‘Star Wars’ hayranları, ışın kılıçları, kostümleri ve kalplerindeki heyecanla sinema salonunun yolunu tuttular. Yıllar sonra, o eski ‘Star Wars’ hissini veren bir filmle karşılaştık. İki buçuk saat süren filmin ardından salondan ayrılan seyircilerin, evlerine bir tatmin duygusuyla vardıklarını söylemek yanlış olmaz.

Bildik öykü, yeni karakterler

Yeni film, yeni karakterlerle ama bildiğimiz bir öyküyle karşımıza çıkıyor. Eski imparatorluk yerine, ‘İlk Düzen’ adı verilen, en az imparatorluk kadar faşist bir yapı kurulmuş. O zamanın asileri, bugünün direnişçileri olmuş. Tıpkı ilk filmde olduğu gibi, Jedi’lar bir efsane niteliğindeler. Eskinin tek Jedi şövalyesi Obi-Wan Kenobi gibi, bugünün tek Jedi şövalyesi Luke Skywalker da, kimsenin bilmediği bir yerde saklanıyor. Bu gizli yerin haritası, sevimli bir robotun içinde saklı; bu robot da, bir çöl gezegeninde, annesi ve babası olmayan bir karakter tarafından kurtarılıyor. ‘İlk Düzen’, gezegenleri tek bir ışınla yok edebilme özelliğine sahip, küre şeklinde, yeni bir dev uzay gemisi yapmış, tıpkı ilk filmdeki gibi. Filmin kötü adamı ise, yüzündeki maske dahil her şeyiyle siyahlar içinde bir karakter.

Filmdeki sürprizleri açık etmeye kalkarsak, ‘ilk filmdeki/üçlemedeki gibi’yle başlayan yorumlar çoğaltılabilir. J. J. Abrams’ın, filmin hem sevilmesine hem de eleştirilmesine temel oluşturan yaklaşımı bu zaten. Abrams, bu yeni filme, ilk filmi model alarak yaklaşmış ve ‘Star Wars’ hayranlarının filmle ilgili beğendiği ne varsa filme dahil etmiş, sevmediklerini ise çıkarmış. Bu nedenle, ilk üçlemenin yarattığı hisse çok daha yakın bir film izliyor ve tam da bu nedenle filmden zevk alıyoruz. Ancak yine aynı nedenle, film, fazlasıyla daha önce görülmüşlük hissi uyandırıyor. Abrams’ın hiç risk almayan bu yaklaşımı, yeni üçlemenin ilk filmi için doğru sayılabilir ama 8. bölümde kameranın arkasında olacak ve senaryoyu yazacak olan Rian Johnson’dan, daha cesur bir yaklaşım beklenebilir.

Her zaman Han Solo

Yeni filmin yeni karakterlerine de değinmek gerekirse, çöl gezegeni Jakku’da hurda toplayarak yaşayan ama elbette bambaşka özellikleri olan Rey, yeni karakterler içinde en fazla öne çıkanı. Bir sonraki filmde geçmişiyle ilgili yeni bilgiler edinmeyi umduğumuz Rey, ‘Star Wars’ filmleri arasında en ‘güç’lü kadın karakterlerden biri. ‘İlk Düzen’in emir erlerinden biriyken, bilincini kazanıp Rey’le iyi bir ikili oluşturan Finn ise, başta umulduğu kadar kilit bir karakter haline gelmese de, binlerce asker içinden neden onun bilincine kavuşabildiği hâlâ soru işareti. Kylo Ren ise, kaçınılmaz olarak pek çok benzerlik taşıdığı Darth Vader kadar karizmatik bir kötü değil ne yazık ki. Abrams’ın, karakterin iç çatışmalarını ön plana çıkarmak istediği düşünülebilir elbette. Onun ustası konumundaki Snoke ise çok silik kalıyor. Filmin en heyecan verici karakteri hâlâ Han Solo. Harrison Ford’un o şeytan tüyü çekiciliğiyle canlandırdığı Solo, aradan geçen yıllara rağmen kalbimizi kazanmayı başarıyor.

Neticede, hem ‘Star Wars’, hem de ‘Star Trek’ serisinden bir filmi yöneten adam olarak ilerde efsane olarak anılabilecek olan J. J. Abrams, serinin hayranlarını memnun etmek için risk almadığı bu filmiyle bizi memnun etmeyi başarıyor ama “Daha fazlası olmalıydı” demekten de kendimizi alamıyoruz.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema

Etiketler

Star Wars


Yazar Hakkında