BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Defter temizliği

Yazıp çizen birçok insan gibi benim de arada küçük notlar alma alışkanlığım var. Kulağıma çalınan, gözüme ilişen şeyleri, belki yazarım bir ara diye not ederim. Bir de düzenli olabilsem sırtım yere gelmez konu açısından ama ne yazık ki dağınığım. Bir dolu küçük defterim var, eş dost hediye eder sık sık. Her biri evin her yerindedir, elime en yakın gelene çiziktiriveririm, bir yere giderken çantama ilk gözüme çarpanı atıveririm. Oysa mantık ne gerektirir? Birini kulla,n bitir, sonra diğerine geç. Bitenleri bir yere, yenileri başka bir yere koy, ortada bir tane bırak, cüzdan gibi, gözlük gibi yanında taşı, değil mi? Yok, ille dört bir yan... Dedim ya, dağınığım, bu yaştan sonra da düzelemem. Benim gibi olanlar anlar; o dağınıklığın bir düzeni vardır.

Şimdi, yılbaşı tantanasını bitirdikten sonraki bu ilk yazımda en son ortalıkta dolanan defterdeki notları derlemeye karar verdim. Hem de konuların birbiriyle ilişkili olup olmadığına bakmadan. Ne dersiniz? İlginç olabilir. Bakalım neler varmış... Önce şu çocuklarla sohbet edilen TV programına takılmışım. Bir örnek: Masalsız büyüyen, teknoloji uzmanı bir grup ‘şiddet içeren çizgi film’ çocuğu, Adile Teyze’den ve Şarlo’dan vazgeçtim, yaşları tutmuyor, Pinokyo’yu, Nasreddin Hoca’yı bilmiyorlardı; “Bu da kim?” dediler. Kuşkonmaza mısır demeleri normal de, pırasaya bambu dediler, kestaneyle enginarı hiç görmemişler ama gezegenleri biliyorlardı. Geçtim.

Organ dili diye bir şey duymuş muydunuz? Hiçbir dilde Türkçedeki kadar çok ‘organ’lı deyim yokmuş. ‘Lisan’ yerine de ‘dil’ kullanıyoruz ya artık... Buyurun size birkaç örnek: Gözleri yolda kalmak, kulak vermek, eli üstünde olmak, beynini yemek, kafa ütülemek, dişini sıkmak, göz boyamak, sırt dayamak, omuz vermek, küçük dilini yutmak, kuyruğu dik tutmak, baş koymak, omuz vermek, burnunun direği sızlamak, gözü yememek. Hele bi düşünün, bakın daha neler gelecek aklınıza. Bunu da geçtim. Şöyle bi not var: Kelime türetme yarışmasında, bir adam ‘köpek’ kelimesini söylerken “affedersiniz” dedi. Bunun için resmen destan yazarım ama yazmayacağım. Anladınız siz. Geçtim.

Türkiye’de insanların en çok nelere sinirlendikleriyle ilgili bir istatistik yapılmış. Sonuç: çocuk gelinler %2, tecavüz %6, yolsuzluk %3, Noel ağacı %89. Ne diyeyim... Avrupa’da öyle dense de biz o ağaca ‘Noel ağacı’ değil, ‘yılbaşı ağacı’ deriz, bu biiir. Sonra, defalarca yazıldı çizildi ki yeni yıla girilirken ağaç süslemek, ta Orta Asya’dan gelen, eski bir Türk âdetidir aslında. Çok mu zor bunu anlamak? İnanmıyorsanız tarihçilere sorun. Ben bir kere uzun uzun yazmıştım ama yine biraz hatırlatmakta fayda var; yazıla yazıla dank eder belki bir gün. Eskiden Orta Asya’da yaşayan Türkler, dünyanın merkezinde, hayat ağacı olarak kabul edilen, dev bir akçam olduğuna inanırlarmış. Her yıl, hem de 25 Aralık’a denk gelen günde, onu temsil eden ağaçlar, kurdelelerle, meyvelerle, ekmek ve çörekerle süslenirmiş. Dibine hediyeler yığılır, ateş yakılır, o gece sabaha kadar uyunmaz, etrafında dans edilirmiş. Zaten halı ve kilimlerdeki geleneksel çam ağacı motifi de bu yüzden varmış. Araştırın. Yahu, keşke bu konu yılbaşından önce gelseydi aklıma. Fark eder miydi acaba? Cehalet diz boyu ya... Neyse, ben de her yıl tekrarlarım, sağ kalırsam, belki bir işe yarar. Evet, geçtim.

Hindistan’da hava nefes alınamaz hale gelmiş, duydunuz mu? Şehirler toz duman içindeymiş, araçlar tek ve çift sayılı plakalara göre gün aşırı trafiğe çıkarılacakmış. Daha da önemlisi, termik santralleri bir süre kapatma kararı alınmış. Ders olsun dünyaya, en çok da bize. Ormanlara kıyıp, zeytin gâvur meyvesi diye şifa kaynağı güzelim ağaçları kesip termik santrale yatırım yapanlar görsün. Geçtim. Emekliye 100 liralık zam yapıldı. Ha haa... Arkadan elektrik zammı geldi pat diye. O elektrik ki, her şeyimizle ona muhtacız ve biraz kar yağdı mı mutlaka kesilir. En korktuğum şeydir, geçen gün tam iki saat gitti yine. Hem donduk, hem susuz, hem karanlıkta kaldık. Ah çocukluğum ah… Diz boyu karlar olurdu her kış, o zaman da kesilirdi elektrik ama sobamız da yanardı, suyumuz da akardı. Doğuyu ve sokaktakileri düşününce yine de şükrettim tabii. Evdeyim, aç değilim, kalın çorabım, hırkam ve battaniyem var.

Tüm bunlar niye olsun, niye? Niye insanlar bu karda kışta ölümü göze alarak lastik botlarla denizlere açılsınlar? Niye ölsün o kadar çocuk? Ne zaman bitecek bu insanlık ayıbı? Bu arada yeni yılda en çok dilenen şey ‘barış ve huzur’du, dikkat ettiniz mi? Millet o kadar bezgin ki, klasik ‘sağlık ve mutluluk’ dileğinin bile önüne geçti.

Valla, epey toparladım defteri. Aslında bir konum daha var da haftaya artık, o buraya sığmaz. Hafif ama önemli. Belgeselden eğlenceli.