‘Medeniyetler beşiği’nden ‘kırk asırlık Türk yurdu’na

EMRE CAN DAĞLIOĞLU

Hem resmi görüşün hem de eleştirel tarihçiliğin üzerinde uzlaşılan baskın görüş, Kemalizm’in İttihatçılık’tan yayılmacı arzuları bir kenara bırakarak farklılaştığıdır. Buna göre, tek parti rejimi boyunca, Mustafa Kemal’in ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ şiarı takip edilmiş ve İttihatçılığın Turancı ülküleri bir kenara bırakılarak ‘Misak-ı Milli’de belirlenen sınırlara sadık kalınmıştır.’ Bu iddiaya çok büyük bir istisna teşkil eden 1939 Hatay’ın ilhakı ise nedense bu çerçevede tarihyazımında yer almıyor. Uluslararası ilişkiler ve kimlik çalışmaları zeminlerinde birçok çalışmaya konu olsa da, genç Cumhuriyet’in 1938’e kadarki adıyla İskenderun Sancağı’na yönelik ilhak arzusunun ve Türkiye’yle birleşmenin ardından başlatılan hızlı Türkleştirme-Sünnileştirme politikalarının fotoğrafı, ilk kez Levent Duman tarafından İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Vatan’ın Son Parçası: Hatay’ın Uluslaştırma Politikaları’ kitabında çekiliyor. Duman’ın kitabı oluştururken kullandığı kaynaklar da aynı şekilde farklılık oluşturuyor. Kitapta, bölgede Türk tezinin propagandası için yayımlanmış olan yerel Yenigün, Atayolu, Vahdet (Hatay), Hacivat-Karagöz ve Yıldız (Beyrut’ta yayımlanmış) gazetelerinin arşivlerine sıklıkla başvuruluyor. Bölgenin diğer önemli nüfus gruplarından Arap Aleviler, Arap Hıristiyanlar ve Ermenilerin döneme dair tanıklık ve analizlerine ise ağırlıklı olarak bu dönemi yaşamış kişilerle yapılan görüşmelerle yer veriliyor.

Gönüllerde yatan aslan: Sancak

Duman’a göre, kitapta incelediği 1918-1950 arasındaki dönemi dört başlık altında inceliyor. 1918 ile 1936 yılları arasında Suriye’nin Fransız mandası altında bulunduğu pasif dönemde, Türkiye, esas olarak bölgede bulunan egemen Türk kimliğinin hakim konumunu sürdürmesini, ‘anavatan’la bağlarını sürdürmesini ve güçlendirmesini hedefliyordu. Uluslararası mecrada Sancak’a yönelik emellerini açık etmese de, ülke içinde ‘Sancak’ gönüllerde yatan aslandı. Mahmut Esat Bozkurt’a göre, Fransa için Alsasloren ne ise Türkiye için İskenderun oydu. Fransa’nın ise bölgeyi ele geçirmekten II. Dünya Savaşı yaklaştıkça bölgeden tamamen çıkmaya doğru yol alan planı bölgenin dengelerini bütünüyle değiştirecekti. Bu iki gücün kıskacındaki Sancak’ta parçalı bir toplumsal hayata yol açmıştı.

Kemalist Cumhuriyet, bu dönemde 1908 Devrimi’nden bu yana şehirde süren Türk elitlerinin mücadelesinde geleneksel zenginlere sırtını dönerek İttihatçı varsılların yanında yer alıyor ve bu sınıf üzerinden Türkiye’ye sadık bir Türk kimliğini mümkün kılmaya çalışıyordu. Geleneksel Türk elit, Türk ve Fransız yönetimine mesafeli dururken, Şam merkezi Arap milliyetçiliği hareketinin eski statülerini kazandırmasını umuyordu. Arap Aleviler, Hıristiyanlar ve Ermenilerin çoğu ise Fransız yönetiminin sağladığı görece eşitlikten memnun olmalarına rağmen, Suriye’ye bağlı otonom yönetimden taraftılar. Bu ayrışma, gündelik hayattaki mücadeleyi ve semboller savaşını da beraberinde getirdi. Türkiye yanlılarının 1926’daki devrimden sonra şapka takmaya başlamalarına tepki olarak, Arap milliyetçileri ‘sidara’ adı verilen başlığı tercih ediyorlardı. Geleneksel Türk elit, Arap Hıristiyanlar ve Ermeniler ise fes takmayı sürdürüyorlardı.

Hatay Devleti’ne doğru 

Duman’ın çerçevesini çizdiği ikinci dönem, 1936’da Suriye’nin bağımsızlığıyla birlikte Sancak’ta oluşan statü sorunuyla başlayıp 1938’de Hatay Devleti’nin kurulmasıyla bitiyor. Duman, bu dönem içerisinde, Türkiye’nin, bölgedeki Türk varlığının ezelden beri var olduğunu ve kesin suretle çoğunlukta olduğunu ispat çabasında olduğunu belirtiyor. 1920’lerden itibaren çıkarılan gazetelerle kültürel hayatta etkin olan Kemalistler, bu dönemde Türkiye’nin desteğiyle çalışmalarına hız veriyordu. Antakya-İskenderun’un tarihin başlangıcından bu yana Türk olduğu ve Arap Alevilerin aslen Eti Türkleri olduğu tezi sıklıkla işlenmiş ve bu doğrultuda propagandanın sürdürülmesi için bölgede Hars Komiteleri kurulmuştu. İleri gelen Arap Alevi liderleri, Ankara’ya çağrılarak bizzat temas kurulmuş, onlara çeşitli hediyeler verilmiş, evlenen Alevilerin düğün masrafları karşılanmıştı. Aynı zamanda, bu tezler uyarınca bölgeye bizzat Mustafa Kemal tarafından Hatay ismi verildi. Hatta Ankara Radyosu çatısında Arapça yayın yapan günlük ‘radyo gazetesi’ bile kurulacaktı. Buna karşın, Baasçılığın öncü isimlerinden Zeki Arsuzi’nin başını çektiği Arap milliyetçi hareketi de bölgedeki muhalefete yön veren hareket olacaktı. Çoğu Türk toprak sahiplerinin yanında çalışan Arap Alevileri siyaseten yanına çekmenin mücadelesini veren Arsuzi, çıkardığı al-Uruba gazetesinde tezlerini ortaya koymuş ve Arap Alevilerin ‘saf Arap’ olduğu dile getirmişti. Yine de, Türkiye’nin seferber ettiği imkanlar sonuç verecek ve birçok büyük Arap Alevi ailesi Türkiye’den yana tavır alacaktı. Böylece Fransa ile Türkiye arasında önceden belirlenmiş seçim sonucu, çeşitli aksiliklere rağmen 1938’de Türkiye’nin istediği şekilde sonuçlandırıldı ve neredeyse tüm üyeleri Türkiye’nin talep ettiği isimlerden seçilen yeni meclis, aynı yıl bağımsızlık kararı almıştı.

63. vilayet

Duman, varlığı bir yıldan az süren Hatay Devleti’ni üçüncü dönem olarak ele alırken, bu dönemde Türkiye’nin maddi ve personel yardımının yanı sıra, Hatay Meclisi’nde alınan kararlarla son sürat uluslaştırma çalışmalarına başladığına dikkat çekiyor. Dil ve nüfus çeşitliliğinin silinmesine bu dönemde başlanırken, Hatay’ın 1939’da Türkiye’ye ilhakıyla 63. vilayetteki Türkleştirme her alana sirayet etmeye başlıyordu. 1923’ten sonra ‘anavatan’da uygulanan politikalar aynen Hatay’a kopyalandı. Farklı dillerde eğitim veren okullar birer birer kapanırken, her gruptan insana Türkçe soyadı alma zorunluluğu getirildi. ‘Hataylı Türkçe konuş’ adı altında ‘Türkçeyi teşvik eden’ kampanyayı, mekan isimlerinin Türkçeleştirilmesi takip etti.

1936’da nüfusun yüzde 11’ine sahip olan Ermenilerin büyük kısmı ise Türkiye’nin ilhakının ardından Hatay’ı terk edecek, Musa Dağ, Amik ve Kırıkhan’daki köylerden geriye bir tek Vakıflı kalacaktı. Türkiye, göç eden Ermenilerden geriye kalan toprakları 18 aylık yasal süreyi beklemeden yok pahasına köylere yerleştiren Türkmenlere satacaktı. Son olarak, soykırım sırasında Musa Dağ’da direnen Ermenileri kurtarmaya gelen gemilerden biri olan Guichen için Damlacık Tepesi’ne dikilen anıt, ‘Hataylı vatanperver gençler ve köylüler tarafından’ tahrip edilecek ve toprağın uluslaşması önünde hiçbir engel bırakılmayacaktı. Böylece Türk yayılmacılığı hedefine ulaştı ve en büyük zaferini kazandı.

* Hayat’ın ilhakının Türk yayılmacılığının eseri olduğu konusunda ufkumu açan ve bu konuda yayımlanmamış bir makalesini benimle paylaşan Yektan Türkyılmaz!a teşekkür ederim.

Hatay’daki Uluslaştırma Politikaları
Levent Duman
İletişim Yayınları
456 sayfa.