Büyük Oruç’la ilgili temel sorular

Episkopos Sahak Sırpazan, Medz Bahk (Büyük Oruç) dolayısıyla, orucun iradeyi sınayan zaman boyutuna dikkat çeken bir yazı kaleme aldı, orucla ilgili temel sorulara cevap verdi.

Orucun toplumsal boyutu nedir?

Büyük Oruç dönemi, yani bu yedi haftalık zaman dilimi sadece yeme-içmeyle ilgili değildir; tövbe etme zamanıdır ve oruç bunun sadece bir ayağıdır. Bir diğer ayaksa, duada derinleşmek ve Tanrı’nın sözlerini duymaktır. Onun için, bu dönemde, kilise törenlerinde İncil’den, diğer zamanlarda olduğundan daha uzun bölümler okunur. Bu dönem, toplumsal eşitliğin sağlanması açısından da önemlidir. Yardımların, sadakaların artırıldığı dönemdir. Oruç tutamayanlar, ihtiyacı olanlara bir şekilde yardım ederek bunu telafi edebilirler. Orucun sosyal anlamlarından biri de budur.

Arevakal’ın önemi nedir?

Eski manastırlarda dokuz tören vardı, bunlar her gün yedi kere yapılırdı. Yani manastır rahipleri yedi kere kiliseye girip dua ederlerdi. O dualardan birinin adı Arevakal, yani öğle duası, yemek yemeden önce okunurdu. Bu manastırda yetişenler daha sonra episkopos, dinî önder veya patrik olunca, dua biçimlerini tüm kilise törenlerine yaydılar ve yerleşik töre, o yedi jamerkutyun oldu. Günümüzde kiliselerde sabah ve ikindi dualarının her gün yapılması gerekir; öğle duası ise hemen hemen hiç yapılmıyor. O zaman kilise büyükleri bu öğle duasını Büyük Oruç’ta uygulamaya kararı vermişler. O törendeki ilahiler çok güzel olduğu için halk tarafından hemen benimsenmiş.

Oruç neden Şubat ayına denk gelir?

Büyük Oruç, Zadig’e hazırlıktır. Kilise takvimine göre her büyük bayramdan önce bir oruç dönemi vardır. Vartavar’dan, Asdvadzadzin’den önce bir haftalık oruç vardır. Ama Dzınunt ve Zadig’den önce yedi haftalık oruçlar vardır. Dzınunt’tan önceki, Hisnag orucudur ve artık neredeyse unutulmuştur. Zadig genelde nisan ayının 15’ine yakın bir tarihte kutlanır. Bazen, bu yıl olduğu gibi, mart ayının son günlerine denk gelebilir veya mayıs başına sarkabilir.

Oruç neden 17.00’de açılır?

İkindi duasından sonra açılır. Saatin beş olması şart değildir; bazen dörde, bazen altıya denk gelir. Gidilen kilisenin saatiyle alakalı...

Büyük Oruç yedi hafta ama “40 gün oruç tutarız” deniyor; neden?

Büyük Oruç’ta aslında iki dönem var. Dzağgazart’a kadar olan 40 günlük oruç, Büyük Oruç’tur. Zadig’in de ‘Avak Şapat’ olarak adlandırdığımız, son bir haftalık özel oruç dönemi vardır. Bu nedenle, aslında toplamda yedi hafta oruç tutarız.

Neden hayvansal gıda yenmiyor?

Yediğimiz şeyler psikolojimizi etkiler. Koyun yemekle ıspanak yemek arasında fark vardır. Hayvansal gıdalar ağırdır, bedeni ağırlaştırır. Bunları yediğimizde vücutta yarattığı etkiler farklıdır. Bilimsel analizler de bunu söylüyor. Bir şey yersin, şeker yükselir ve bu senin psikolojini etkiler. Ruhsal olan her şey bedende, bedende olan her şey ruhtadır; dolayısıyla yediklerinden hem bedensel ve ruhsal olarak etkileniyorsun.

Dzom’ ile ‘bahk’ arasındaki fark nedir?

Bahk (perhiz), ‘tutmak’ kelimesinden türemiştir. Burada bir disiplini tutmak anlamında kullanılır. Eğer “Kola içmeyeceğim” diyorsan, kola bahkındasındır.

Dzom (oruç), günde bir kere yemektir. Genelde, dzom tutanlar da perhiz yemeği yemeye gayret eder. Ama oruç tutmayanların da bulunduğu evde sadece etli yemek varsa, dzom tutan biri onu yiyebilir.

Oruç ve kırk gün

Hepimiz iyi biliriz; suyun kaynaması için altmış, yetmiş ya da doksan değil, yüz derecelik bir ısı gereklidir. Kutsal Kitap bize birtakım sayıların henüz bizim tam olarak bilmediğimiz ruhsal prensipler içerdiğini söyler. Üç, yedi, on iki, kırk vs. Bunlardan ‘kırk’ sayısı, ruhsal arınmanın ve Tanrı’yla yüzleşebilmenin, onun hoşnut olduğu bir yaşam sürdürmenin bir ön hazırlığını dile getirir. Kırk gün sürer Nuh Tufanı, ve sonunda dünya günahtan temizlenir. Musa Peygamber, Sina Dağı’nda kırk günlük oruç ve duadan sonra Tanrı’yla konuşur ve Kutsal Yasa’yı alır. İsyankâr İsrail halkı kırk yıl çölde kaldıktan sonra, vadedilen ülkeye girer. İlya Peygamber, Tanrı’yla yüz yüze görüşmeden önce kırk gün oruç tutar ve çölde yürür. Çocuk doğuran kadın kırkıncı gün temizlenmiş sayılır ve Mabed’e girme hakkına kavuşur. Rabbimiz İsa Mesih de, kırk gün oruç tutup tüm denemelerden başarıyla geçtikten sonra insanlığı kurtarma işine girişir. Geleneksel olarak, ölünün ruhu, bu dünyayı kırk gün sonra terk eder ve öte dünyaya geçer. 

İnsan, zaman ve mekân içinde varlığını sürdürür. Bu dünyadaki varoluşumuz hiçbir zaman bu iki öğeden bağımsız değildir. Kutsal Kitap bize günlerin, mevsimlerin ve zamanların kozmik varoluş içinde ruhsal bir anlamı olduğunu anlatıyor: “Güneşin altında her şeyin bir zamanı var.” Yaşamın da zaten bize pratik olarak öğrettiği gibi, bazı güzel şeylerin oluşabilmesi için belli bir sürenin geçmesi gerekir. Ekme, bekleme ve biçme evreleri her eylemin oluş şartıdır. Bunu tek bir sözle ifade etmek istersek, bu, evrensel birikim yasasıdır. “Damlaya damlaya göl olur” atasözüyle dile getirilmek istenen, işte budur. Şu anda mevcut olan hiçbir şey birdenbire olmamıştır. Her cisim, her düşünce, her eylem ve karakter zaman içinde oluşan bir birikimin sonucudur. Bu yazıyı okuyabilmenizin bile kaç yıllık bir birikimin ürünü olduğunu hiç düşündünüz mü? Başarılı bir konferanstan sonra konuşmacıya bunu hazırlamanın ne kadar zamanını aldığını sorarlar; “Yirmi yılımı aldı” diye yanıtlar konuşmacı.

İşte böyle bir girişten sonra, kilisemizin Büyük Oruç döneminde neyi amaçladığını daha iyi kavrayabiliriz. Hepimiz yaşantımızda, ilişkilerimizde, karakterimizde ve irademizde birtakım sorunlar olduğunu zaman zaman fark ederiz. Bu sorunları gidermeye kalktığımızda, çoğunlukla büyük bir dirençle karşılaşırız. Bu direnç içten, kendi benliğimizin derinliklerinden yükselir. Birkaç günlük bir düzelmeden sonra sorunun tekrarlandığını, acıyla fark ederiz. Değişme arzumuz ve kendimizi düzeltme çabamız başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Özellikle zararlı alışkanlıklardan kurtulma çabalarımız, gururumuzu kırarcasına, irademizin ne denli zayıf olduğunu gösterir bize. Bunun nedeni, yukarda sözünü ettiğimiz ‘Birikim Yasası’dır. Çocukluğumuzdan beri tekrarladığımız eylemler birikerek, karakterimizde derin izler bırakan alışkanlıklara dönüşmüştür. Artık normal, gündelik, alışageldiğimiz türden bir irade gücü onları yok etmek ve yerlerine yeni bir karakter geliştirmek için yeterli olamaz. Yeni bir atılım ve motivasyonla bizi içten destekleyecek, fazladan bir gücü yardıma çağırmalıyız. Bu, bizi yaratan ve hep bizimle birlikte olan göksel babamızın kutsal ruhudur. Onunla ilişkiye geçmek zor değildir. İncil’in yazdığı gibi: “O hiçbirimizden uzak değil. Çünkü biz O’nda yaşıyoruz, hareket ediyoruz ve varız.” (Resullerin İşleri, 17:27). Samimi bir istek, onun bizde çalışması ve bizi yenilemesi için yeterlidir. 

Ancak burada da Birikim Yasası işlemektedir. Değişim isteği tek başına yeterli değildir. Olumlu alışkanlığın belli bir yoğunlukla, belli bir süre, mesela kırk gün birikmesi gerekmektedir. Yılların tortusunu bir günde temizlemek mümkün değildir. Tanrı bir mucizeyle bunu yapsa bile, bu yeniliği iyice benimsememiş olan bilinçaltımız, aynı sorunları tekrar üretecektir. Öyleyse, insanın bilinçli çabası ve Tanrı’yla işbirliği gerekmektedir. İnsanlığın binlerce yıllık dinsel deneyimi, efendimiz İsa Mesih’in şu öğüdüyle özetlenebilir: İnsan karakterinde yer etmiş birtakım köklü ruhsal sorunlar ancak oruç ve dua ile düzeltilebilir (Matta, 17:21). Oruç bize, zayıflamış irademizin dizginlerini tekrar elimize alarak içgüdülerimizi ve duygularımızı kontrol etme olanağını sağlar. Dua ise, gereksindiğimiz ekstra gücü ve yardımı bize iletir.

O zaman bizler de bu kırk günlük oruç dönemini yenilenmek ve olgunlaşmak için kullanabiliriz. Eğer bu süreyi oruç ve dua ile geçirebilirsek, bizde yerleşmiş kötü huylardan ve alışkanlıklardan kurtulabiliriz. Yıllarca düşlediğimiz karakter özelliklerini kazanmak ve daha dolu bir yaşam edinmek için, Büyük Oruç dönemi bize Tanrı’nın bir lütfudur. Yoksa, pek çok arzumuz ölene dek bir düş olarak kalacak ve gerçekleşme olanağı bulmadan yok olacaktır. Yaşamımızda bizi rahatsız eden dikenleri temizlememiz için kırk gün çok uzun bir süre değil. Kilisemizin iki bin yıllık bilgeliğine kulak verelim ve hakkımız olan mutluluk payını biz de alalım. Ama “Hayata götüren kapı dar ve yol dikenlidir, ondan girenler azdır.”


Kategoriler

Toplum Kilise



Yazar Hakkında