‘Bir dağ keşke sadece bir dağ olsa’

"Bir dağ keşke sadece bir dağ olsa” diyen Mihran Tomasyan ve Saro Usta’yla, birlikte geliştirdikleri ilk proje olan 'Sar'ı konuştuk.

Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın bu yılki sürprizi, Mihran Tomasyan ve Saro Usta’nın birlikte hazırladığı ‘Sar’ adlı oyun. İlk kez Ekim ayındaki ‘Dünyada Bir Köşe’ festivali kapsamında, ‘Kurtuluş’ta Oturuyorum’ başlığıyla sahnelenen oyun, isim değiştirerek kumpanyanın Beyoğlu’ndaki mekânına taşındı. Kurguda, Usta’nın Ermenice müziğin geleneksel ezgilerini kullanarak yaptığı düzenlemelere, Tomasyan’ın etkileyici sahne performansı eşlik ediyor. En başta Tomasyan’ın yere “Bu bir dağ hikâyesidir” yazmasıyla, Yaşar Kemal’in ‘Ağrıdağı Efsanesi’ geliyor aklıma; bu çağrışımı, ikilinin ortaya koyduğu destansı performans da destekliyor. Hikâye içinden hikâye çıkıyor ‘Sar’da; hem Tomasyan’ın bedeni hem de sahnede kullanılan malzeme farklı kılıklara bürünüyor. Oyun, yorumlar ve yeniliklerle yoğrulmaya devam ettiği için, her seferinde başka bir deneyim sunuyor izleyiciye. En önemlisi de, iki üretken kişiliğin, içinde büyüdükleri kültürden beslenerek yarattıkları ürünü ortaya koyuyor.

Bir dağ keşke sadece bir dağ olsa” diyen Tomasyan ve Usta’nın beraber geliştirdiği ilk proje olan ‘Sar’ 16 ve 17 Şubat’ta Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın Çukurcuma’daki mekânında, 23 Şubat’ta ise Moda Sahnesi’nde izlenebilir.

Yeni oyununuz ‘Sar’da bir dansçı ve bir müzisyenin olağan gibi görünen birlikteliği söz konusu. Aranızda nasıl bir rol paylaşımı ya da işbirliği oldu?

Saro Usta: Fikir aşamasında işi Mihran’la ortak pişirdik. Burada Mihran kendi mesleğini yapıyor, ben de kendiminkini. Bu anlamda bir rol dağılımından bahsedilebilir ama işin tasarımı sürecinde, ‘nerede, hangi ses girecek’ten tutun da, “Buraya nasıl bir malzeme kullanalım?” sorusuna kadar her şeyi beraber düşündük. Bu yüzden, sahnedeki müzik ve dans dağılımı dışında, başka bir ayrım görmüyorum.

Mihran Tomasyan: İkimiz de yeni bir şeyler denemek istiyorduk: Ben müzikle bir deneme yapmak istedim, Saro’nun da belki o müzik kompozisyonunu yaratmak için bir görsele ya da nedenlere ihtiyacı vardı. İkimiz de aslında birbirimizin laboratuvar açlığını giderdik.

Gösterinin başında, yere ‘Bu bir dağ hikâyesidir’ yazdınız. Bu ifadeyi açabilir misiniz?

M.T.: Hazırlıklar sırasında en başta malzemeyle ne yapılabileceğini araştırdım. Daha önceki ‘Gomidas’la Yolculuk’ ve ‘Hayat Ağacı’ işlerinde kâğıt kullanmıştım. Sahnede kâğıt kullanımını nasıl başrole taşıyabiliriz diye düşündük ve farklı kâğıtlar denedik. O doğaçlamanın içinde kâğıt şekil alarak dağa dönüştü.

S.U.: Aslında biz o dağdan bir süre kaçtık. İki Ermeni yan yana gelip bir dağdan bahsedince, onun hangi dağ olduğu bellidir. Bundan özellikle kaçınmak istedik. Biz de bir dağı anlatmak istiyoruz ama ille de o dağı anlatmak değil derdimiz. Dağ figürü, her provada ve her denemede, kâğıdı, kâğıdın boyutunu, kullandığımız bandı değiştirsek de bir şekilde oluştu. O yüzden uzun bir süre bunun ne hikâyesi olduğunu, gerçekten bir dağla mı yoksa boşlukla mı ilgili olduğunu tartıştık. Dağ ise bu işe bir şekilde oturdu ve kaldı. O dağı biri Ararat olarak okuyor belki ama bir başkası ona farklı bir anlam yüklüyor. Örneğin bunun iklim değişikliğiyle, insanların doğayı yok etmesiyle ilgili bir oyun olduğunu düşündü bazıları. Kâğıt, malzeme, müzik, atmosfer, ışık, her defasında başka sonuçlar doğuruyor. Bence işin en güzel taraflarından biri de bu.

Oyundaki Ermenice şarkıları nasıl seçtiniz, ne şekilde kullandınız?

S.U.: Ermenice müzik dünyası bizim aşina olduğumuz bir dünya. Mihran malzemeyi ararken, ben de işin müzik tarafında malzeme aradım kendime. Geleneksel Ermeni müziğiyle bir şeyler yapma fikrinden hareket ettik ama gerisi yolda şekillendi.

M.T.: Doğaçlamanın bir yerinde bir kuş figürü çıktı. Üçüncü provada o kuş artık oyunun sabit bir unsuru haline geldi ve bunun için bir müzik önerdi Saro. Malzemenin sundukları da şarkı seçiminde etkili oldu. Bir şeylerin süreç devam ederken şekillenmesi, tercih ettiğim bir durum.

Çocukluğumuzdan beri dinlediğimiz bazı şarkılar ve o şarkıların belirli müzikal kalıpları var. O formlar hiçbir zaman değişmiyor. Biraz bu yapılarla ve klişelerle oynamak istedik. Oyunda bir dağın bir çöp torbasına girmesi, sonra sızıntı yapması da, o muhteşem betimlenen ve hepimizin evinde olan klişe dağ görüntüsünün farklı gerçekliğini yansıtıyor; bizim içimizde nasıl olduğunu sorguluyor.

S.U.: Senelerdir bildiğimiz o güzel şarkılara biraz sert müdahalelerde bulunmamızın sebebi de bu. Şarkıların kulağımıza yerleşmiş halini bozma ihtiyacı hissediyoruz. Çünkü biz bunu bozmadığımız sürece daha farklısını, başkasını üretemeyeceğiz; kopyalamaya başlayacağız. Bu müzikte de böyle, dansta da. Bugün biz 50 sene öncenin Van’ında yaşamadığımız için, oranın müziğini aynı şekilde icra edemeyiz.

Sahnede bedensel performansını izlediğimiz karakteri konuşalım biraz da. O, belirli bir kimseyi ya da kültürü temsil ediyor mu?

M.T.: Karakteri sürekli oynatmaya, tek bir şeye sıkıştırmamaya çalışıyorum. Bu yüzden de oyunda farklı karakterler var. Bir sürü farklı şeyi aynı anda yapıyor. Önce bir dağ yaratıyor, sonra o dağı parçalayıp bir çöp torbasına sokuyor, ardından dağın torbadan sızmasına sebebiyet veriyor. Bir yandan da umudu taşıyor.

Sahnedeki parçalama eylemi, sıkışmış yaşamlarımız içinde bir rahatlama alanı sunuyor bana. O parçaları çöp poşetine sıkıştırmak da güzel bir duygu. En başında, kâğıdın altına girdiğim ve ayaklarım görünmesin gibi kaygılarla hareket ettiğim, daha çok teknik yanları düşündüğüm bir bölüm var. Sonra kâğıdın altından çıkıp onu omuzladığım zaman artık yeni bir müzikle, başka bir yolculuk başlıyor benim için. Sonrasında içinden kuşlar çıkıyor, hikâyeler değişiyor. Her oyunda başka şeyler olabiliyor. Bu değişkenlik beni de, seyirciyi de ayakta tutuyor.

S.U.: Gösteriden sonra yaptığımız muhabbetler bence işin ikinci perdesi. Herkes oyunu başka türlü algılıyor ve bence değerli olan o. Bize bir şey söylesinler, konuşalım. “O şarkıyı neden böyle bozdunuz?”, “O dağı niye çöpe soktunuz?” diye sorsunlar. Sonuçta bizim ortak bir derdimiz, içinde büyüdüğümüz bir kültür var. Bir şeylerden etkilenip beslenerek yolumuza devam ediyoruz. Ama benim derdim o kültürün yaşaması ve yaşarken yeni ürünler vermesi. 

Kategoriler

Kültür Sanat Dans



Yazar Hakkında