Kadının dansı: ‘Carol’

Todd Haynes’in Patricia Highsmith’in romanından uyarladığı ‘Carol’, iki ateş arasında kalmış iki kadının aşkını ince ince işliyor.

Kadının kadına âşık olmasında zarif olduğu kadar keskin bir taraf var. Bu keskinlik zarif bir bakış ile anlatılmazsa, üstünkörü, çiğ kalabilir. 1950’lerin muhafazakâr Amerikasında bu keskinliğin delici tarafları daha acı vericidir şüphesiz. Todd Haynes’in Patricia Highsmith’in romanından uyarladığı ‘Carol’, iki ateş arasında kalmış iki kadının aşkını ince ince işliyor.

Carol bir mağazada karşılaştığı Therese’e neredeyse ilk bakışta âşık olur, kocasıyla boşanmak üzere olan Carol için bir kadına aşık olmak, tutkulu olduğu kadar zorlu bir süreci de beraberinde getirir. Kocası ve çocuğu bir yana, lezbiyenliği kendi içinde yaşaması, gel-gitleri ve çıkışsızlığı onu her şeyi bırakıp gitme noktasına getirince, Therese’le bir yolculuğa çıkar. Fakat bundan sonrası ne Carol, ne de Therese için kolay olur.

Carol’, kendi içlerinde muharebe etmek zorunda kalan iki kadının hikâyesi. Yenilmemek için kocasına, çevresine, topluma direnmeye çalışan iki kadının birlikte olabilmek için verdiği mücadele. Ne Carol’ı ne de Therese’i kimse anlamıyor. Oysa onlar aşkın ne denli gerçek ve çarpıcı olabileceğini gösteriyor ve belleğimize en çok da yaşanamayan aşkın gücü kaydoluyor. Onlarınki sadece dört duvar arasında kalıp sıkışabilecek bir aşk değil, dökülüp saçılacak, birbirlerine tutkulu olduğu kadar acı bir tat bulaştıracak ve üzerine taş döşenmiş yollardan geçerken önüne iyi bakmayı gerektirecek bir aşk.

Carol’ın bir ailesi olması daha çok sınırlıyor onu, Therese ise kısmen daha özgür, içindeki karmaşayı daha çabuk anlayıp, yaşamaya başlıyor. Yine de ikisi için de aşk, zor ve çetrefilli. Tutkuyla yaşamak ile savrulmadan dengelenmek, gündelik hayatın gereklilikleri, zorunlulukları arasında sıkışıp kalırken boşluklardan tutku süzebilmek büyük mücadele gerektiriyor.

Yönetmen karakterlere özgü tüm ayrıntıları acele etmeden, yavaş yavaş atmosfere yayarak anlatıyor. Aşkı sadece yaşanılır bir şey olmaktan çıkarıp özleme, ufak bir dokunuşa, kaçak bir bakışın gücüne yaslanarak yapıyor bunu. Bu filmde anlatılan aşk o kadar sakin ve naif ki seyirci olarak bu yumuşaklığın içine dalıyor, bu aşkı inceden inceye süzüyorsunuz. Şüphesiz romandaki inceliklerden de faydalanıyor yönetmen. Edebi derinliğini, Highsmith’in metninden alsa da, yönetmenin ve oyuncuların filmin kusursuzluğuna olan katkısı çok açık. Todd Haynes’in 50’lerin dönemini, atmosferini ustaca hazırlarken, oyuncular da kendilerini olduğu gibi bu doğal alanın içine bırakıp, özgürce savruluyor.

Carol rolünde göz dolduran Cate Blanchett özellikle Therese’le birlikte olduğu sahnelerde cesur olduğu kadar etkileyici. Rooney Mara ise Therese rolüyle kariyerinin en etkileyici performanslarından birini sergiliyor. Cate Blanchett rolünü öylesine içselleştirmiş ki onun Therese’e olan aşkından ne olursa olsun bir an bile şüphe duymuyorsunuz.

Birbirine tutkuyla tutunmaya çalışan iki kadının ahvali, bakışları imkânsız bir aşkın temelini ve çevresini besliyor. Bu yüzden de ‘Carol’ı iyi bir film yapacak olan her unsur ayrı ayrı gözümüzün önünde zarif bir biçimde dolanıyor. Cümlelerin görüntüye dönüşmüş haznelerinde kendini buluyor ‘Carol’. Seyirci için ise tatmin edici olduğu kadar yetkin; tutkulu olduğu kadar sade bir seyirlik sunuyor. Tam da bu yüzden ‘Carol’ için üzerine ne kadar yazıp çizilse kâfi değil, gidip görülesi ve tadılası.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema

Etiketler

Carol


Yazar Hakkında