‘Yine de insan doğduğu yaşadığı memleketi arar’

“Yimakh shemo ve zikhro.” İbranice bir deyiştir bu. Şiddetli bir bedduadır. Bunu söyleyen Tanrı’dan diler: Yeryüzünden, onun “adı ve hatırası silinsin.” Belki bu söz, en çok Hitler’e söylenmiştir, ve belki de en çok Almanya’da duyulmuştur. Duyulanların ve yaşananların unutulmaya çalışıldığı günlerde, Almanya’da ihtisasını yapan ve pek çok hastanın pişmanlığa dair sözlerini göğüsleyen Jin. Opr. Dr. Aron Levi’yle, isimleri üzerine söyleştik…

‘Aron’ ne demek?

Tarihsel bir isimdir. Tevrat’tan alınmıştır. Musa’nın kardeşi olarak geçer. Orijinali ‘Aaron’dur fakat bugün tek ‘a’ ile kullanılıyor.

Aaron’un Tevrat’ta nasıl bir yeri var?

Musa’nın sözcüsü olarak geçer. Musa kekemeydi, onun Firavun’la konuşmalarını Aaron götürürdü. Yani Aaron sözcüydü. Böyle biliyoruz.

Nasıl bir sözcüymüş?

Tevrat’ta onun hakkında çok izahat verildiğini sanmıyorum. Malum, ‘persona’ Musa’dır.

Size bu ismin verilişinin nasıl bir hikâyesi var? Dedelerinizden birinin ismi miymiş?

Yok, herhalde bizim akrabalardan birinin adıydı. Ben beşinci çocuğum ailede, dedelerimin isimleri benden öncekilere verilmişti. Amcalardan bana intikal etmiş olabilir. Annemin dayılarından biri Aaron’du, belki ondan gelmedir.

Soyadınız ‘Levi’ çok daha eskilerden geliyor...

Tabii, Yakup Peygamber’in 12 oğlundan birinin adıdır. 12 kabile vardı ya, Simeon, Judah vs., onlardan biri Levi’ydi ve herhalde biz o kabileye aittik. Her tarafta bilinen bir soyadıdır. Amerika’da ‘Levin’ olur, ‘Levinson’ olur, Şark’ta daha çok ‘Levi’ olarak geçer.

Yahudi olduğunuzun soyadınızdan tereddütsüz anlaşılmasının, hayatınıza nasıl yansımaları oldu?

Ben ilkokulda ve üniversitede Maarif okullarında okudum ve hayatımda hiçbir yabancılık, herhangi bir ayrıcalık hissetmedim. Eski Balatlıyım. Kilisenin yanında otururduk. Maceralarımız çok olurdu. Arkadaşım Manuk’la (mahallenin en yaramaz çocuğuydu) akşamları gider, gündüz atılan paraları toplardık. Güzel bir diyaloğumuz vardı. O zamanlar, yani 50’li yıllarda Balat’ın dörtte üçü Yahudi’ydi. 45-50 bin nüfuslu, küçük bir Yahudi şehri gibiydi. Şimdi kimse kalmadı. Ayrı gayrımız yoktu orada, hepimiz arkadaştık. Bir top bulduk mu peşinde hepimiz birden koştururduk. Takılırdık birbirimize, Ladino dediğimiz Yahudi İspanyolcasıyla konuşurken bizimle dalga geçerlerdi. Hepimiz arkadaştık. Arkadaşlarım arasında Kürd’ü, Arab’ı, Ermeni’si, Rum’u vardı. Arap bir arkadaşım bana hep “Sen Yahudi olamazsın” derdi.

Nedenmiş?

Herhalde Yahudileri başka türlü, önyargılı olarak tanıyordu. Beni sevdiğinden öyle diyordu. İltifat mı, değil mi, onu anlayamadım.

Bunun üzerine veya başka bir anda, bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı hissettiniz mi?

Hiç böyle bir açıklama yapma ihtiyacını hissetmedim, çünkü hepimiz arkadaştık. Ayrı gayrımız yoktu. Benim gayrimüslimden çok Müslüman arkadaşım vardı. Okulda, üniversite hayatında, askerlikte... Askerlikte, ayrımcılığın aksine, mesleğimden dolayı hürmet gördüm. Hatta, terhis olduktan birkaç ay sonra evlendim, filo komutanımı Neve Şalom’a davet ettim, o da elinde güllerle düğüne, sinagoga geldi. O da İstanbulluydu tabii...

İstanbul’da, mesela Yasef Yahya’nın öldürüldüğü dönemde, isimlerinden Yahudi olduğu anlaşılan doktorlar, avukatlar tedirgin olup tabelalarını indirmişlerdi...

Yok yok yok. Benim hayatımda böyle şey hiç olmadı, ihtiyaç da duymadım. Osmanbey’in göbeğinde, kocaman bir tabelam vardı. Adım sanım belli.

Siz çocuklarınıza nasıl adlar verdiniz?

Avi, Daniel ve Lena. Avi, kayınpederimin adı. Daniel, Tevrat’tan alınmış bir isim. Daniel doğduğunda Almanya’daydık. İsmini Moşe koymak istemiştik, çünkü babamın adı Moiz’di. Önce koyduk, fakat ‘moşe’ Almancada cami demektir, hastanede tuhaf karşılandı. Biz de “Hadi” dedik, “Tevrat’tan bir isim arayalım”, ve Daniel’i bulduk. Lena da kayınvalidemin adı Luna’dan geliyor. Çocuklar için beynelmilel isimler aradık, tüm dünyada geçerli olsun istedik. Nitekim şimdi Amerika’ya gittiler, isimleri orada da geçerli.

Doğumuna şahit olduğunuz bir bebeğe isim verilmesine de tanık olduğunuz oldu mu?

Hayır. Bazen sonradan öğreniyorum isimlerini. Aradan seneler geçiyor, sokakta rastladığım bir hastam diyor ki, “Doktor Bey, bak senin doğurttuğun çocuk.” 1.80 boyunda bir delikanlı... İnsanın hoşuna gidiyor.

Bir insanın dünyaya geliş ânı nasıl bir an? Doğum nasıl bir olay?

Çok heyecanlı. Anneye çocuğu götürdüğümüz zaman, çok heyecanlı olurlardı. Çok güzel bir olay. Kadının gülümsemesi, kocasının yanında olması, bebeğin kucakta olması; bu mutlu bir tablodur. Biz hanımları doğurtup, çocukları çocuk doktoruna teslim ederiz. Onu büyüten, çocuk doktorudur. Bizim fonksiyonumuz, sadece, kadına doğumda elimizden geldiğince yardım etmek. Stresli de bir şeydir, çünkü her doğum bir hadisedir.

Bu hadiseleri yaşamaya, jinekoloji üzerine uzmanlaşmaya nasıl karar verdiniz?

Okulu bitirdikten sonra Almanya’ya gitmeye karar verdim. Orada cerrahiye girdim. Fakat dönünce, o alanda İstanbul’da yer edinmek zor olacak diye jinekolojiye geçtim. 4,5 sene ihtisas yaptım, sonra şef muavin olarak bir hastanede çalıştım. Toplam 11 sene kaldık. Sonra Türkiye’ye dönüp muayenehane açtım. 75’ten bu yana da mesleği icra ettik.

Hangi yıllarda Almanya’daydınız?

1964-75 arası. Okul bitti, askerlik bitti. Bir sene Or-Ahayim Hastanesi’nde çalıştım, sonra evlendik, Almanya’ya gittik. Benim için katlanılırdı ama eşim için zor oldu. Nişantaşı’nın göbeğinden kalkıp Almanya’nın kenar şehrinde, tavanarasında bir lojmana gittik. Lisan da bilmiyorduk. Zamanla öğrendik. Öğrenene kadar neler çektik, ama mecbur kalınca öğreniyor insan.

Neden Almanya’yı tercih ettiniz?

Amerika’ya gitmeyi düşünüyorduk fakat o zaman bir imtihan vardı, onun için çok ciddi hazırlanmak lazımdı. Hazırlanacak vakit yoktu. İhtisasa İstanbul’da başlasam, iki sene gönüllü olarak çalışmak lazımdı. İki sene sonunda sizin alınacağınız da garanti değildi, pekâlâ şefin bir tanıdığı gelip sizin yerinizi alabilirdi. Aile için para da kazanmak lazımdı. Dolayısıyla İstanbul’u defterden sildik. “Mutlak surette dışarı gitmek lazım” dedik. Almanya, İstanbul Üniversitesi mezunlarını lisansız, imtihansız kabul ediyordu. Biz de kalktık, gittik oraya.

Giderken, savaşın detaylarını, Holokost’u biliyor muydunuz?

Biliyorduk. Herhalde, geçmiş bir devrin kötü bir zamanı diye düşündük. Yine de orada bir sürü Alman dostum oldu. Hiçbir zaman Yahudiliğimle ilgili karışık bir durumun içinde bulunmadım. Bilakis, hastane şefleri beni daha çok tuttular. Belki sorumluluk, belki pişmanlık duygusuyla...

Bu duyguyla nasıl durumlarda, nerede karşılaştınız?

Mesela... Almanya’da damar iğnelerini doktor yapar, hemşireler yapmaz. Pazar günü nöbetçi olduğum zaman hemşire iğne tablasıyla arkamdan gelir, ben de sırayla hastaları dolaşır, iğneleri yapardım. Bana şunu söyleyen çok kişiyle karşılaştım: “Aaa, Doktor Levi. Benim harp zamanında bir tanıdığım vardı, şöyleydi, böyleydi...” Sanki bir nedamet, bir pişmanlık duyar gibi. “Tamam” derdim, “ben iğnemi yapayım, devam edelim.” 60 yaşın üstünde kişilerdi bunlar, harbi görmüşlerdi. Levi soyadını görünce otomatikman diyordu ki, “Benim Yahudi tanıdığım vardı”, “Komşumuz vardı”, “Biz onu şöyle sakladık”, falan fıstık.

Sizin için inandırıcı mıydı bu söylenenler?

Hayır. Hep derdim ki, “Bu mevzuyu kapatalım, ben işimi yapayım.” İğnemi yapayım ve çekip gideyim, çünkü biliyordum ki söyledikleri suniydi, hakikat payı olmayan şeylerdi. Yok efendim, komşusunu saklamış da, yemek vermiş de... O dönemde orta yaşın üstünde olanların %99’ı Nazi yanlısıydı. Hepsi o akıma takılıp gitmişti. Hatta bir şef bana itiraf etmişti, “Ben eskiden Nazi gençliğindendim” diye. Ve o, asistan olarak çalışıyordu. Demek istediğim, onların hemen hepsi, rejimin kurbanları veya yandaşlarıydı. Bunları duymak da insanı tedirgin ediyor tabii.

Dönüşünüz nasıl oldu?

Normalde ihtisas için ancak dört sene kalınabiliyordu. Ben ikişer sene müsaade alarak uzattım. 11 senenin sonunda bana dediler ki, “Bu kadar müsaade yeter. Dört sene yerine 11 sene kaldınız. Ya Alman olursunuz, ya Türkiye’ye dönersiniz.” “Ne yapalım hanım?”, “Türkiye’ye dönelim.” Döndük.

Dönmek sizi mutlu etti mi?

Herhalde iyi oldu döndüğümüz. Hiç değilse aileyle, tanıdıklarla beraber olduk. Orada medeni bir ülkede yaşıyor olsanız da, yalnızsınız. İstediğiniz kadar iyi arkadaşlarınız olsun, insan yine de doğduğu, büyüdüğü memleketi arar.  

BİTİRİRKEN

Doğduğumda beni ilk olarak Dr. Aron Levi görmüş. Büyürken onunla hiç karşılaşmadım, karşılaştıysak da birbirimizi tanımadık. Yıllar sonra kapısını Berge Arabian’la birlikte çaldık, yukarıdaki söyleşiyi yapmak ve fotoğraflarını çekmek için. 

Bu köşenin yani Agos’ta bir senedir yayımlanmakta olan ‘İsimler ve Hikâyeler’ serisinin son söyleşisini yapıyordum. Son söyleşide de, aynı öncekilerde yaptığım gibi, karşımdakine önce isminin anlamını sordum. Sonra, ismin hikâyesini, dindeki ve gelenekteki yerini, azınlığa-yabancılığa-gâvurluğa delalet eden bir isme sahip olmayı ve bu isimle Türkiye’de neler yaşadığını... Anılarını yani. Askerlik hatıralarını, okul yıllarını, bürokrasiyle imtihanlarını. Ailesini. Birine isim vermeyi. Bağlarını. Kimliğini ifade edişini. Kendini ortaya koyuşunu. İsimlendirmeyi. İsimlendirilişini. İsmiyle yaşama deneyimini. İsmini yaşattıklarını…

İnsan isminde kimi, neyi yaşatır? 

Veya, 

İnsan ismiyle neler yaşar?

Geride bir isim bırakma kaygısıyla; 

belki de, sadece her insan kendi ismini yaşar! 

İsimler söyleşilerini yayımlayan Agos’a ve benimle hikâyelerini paylaşmayı kabul eden isimlere teşekkürü borç bilirim: Aron Levi, Albert Gerşon, Ararat Şekeryan, Ari Çokona, Arus Yumul, Avi Medina, Benyamin Poluman, Daniel Mazliah Çiprut, Despina Eftimadis, Doret Habib, Elena Kovaçi Uygan, Eliza Pinhas, Emanuel Manukyan, Ester Asa, Foti Benlisoy, Geo Nedyalkof, Gila Benmayor, Hera Büyüktaşçıyan, İoanna Kuçuradi, İrvin Mandel, Judit De Taranto Deventurero, Karoly Aliotti, Liana Kamar, Liz Behmoaras, Luiz Bakar, Lydia Franco Albukrek, Maria Rita Epik, Mihail Paşa, Milko Peçatikov, Nadya Uygun, Nazaret Özsahakyan, Nino Varon, Paulus Bartuma, Rafael Demircan, Rezal Koç, Sami Kohen, Sevan Değirmenciyan, Şabo Boyacı, Teodora Hacudi, Yani Demircioğlu, Yetvart Yılmaz, Yorgo İstefenopulos, Yudit Namer, Zakarya Mildanoğlu.

Kategoriler

Toplum

Etiketler

İsimler Hikayeler


Yazar Hakkında