BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

‘Yitik Kuşlar’ söyleşisi

Geçenlerde Feriköy Şirinoğlu Salonu’nda, ‘Yitik Kuşlar’ filminin ekibiyle ilginç bir söyleşi yapıldı, duydunuz mu? Gelmediyseniz duymadınız, çünkü bildirilmiş, duyurulmuş, sosyal medyada paylaşılmış, her yere ilanlar asılmış olduğu halde, bunlar sayesinde salon dolu olduğu halde, haberi gazetelerimizde yer almadı. Nedeni benim konum değil, belki aklımın ermediği bir prosedür eksikliği olmuştur ama olayın kendisi benim konum. “E, sen yazsaydın o zaman” dediniz mi? Evet de, salı akşamına denk geldi, yetişemezdim. Böyle, bir hafta gecikerek yazıyorum işte. Nasılsa geçti gitti, gereken ilgiyi de gördü, yazmasam da olur muydu? Olmazdı. Çünkü o ‘gereken’ ilgi sanıldığından daha çok olmalı. Binbir görünür görünmez engeli aşarak nihayet kesin bir gösterim tarihi belirlendi de, günümüzde filmlerin kaderi, ilk üç gün izleyiciden göreceği ilgiye bağlıymış. Sinema salonu yeteri kadar dolmazsa hop diye kalkıyormuş vizyondan. Bilir miydiniz? Ben de yeni öğrendim.

Bu durumda öyle görünüyor ki, gösterim tarihi olan 1 Nisan’a kadar arada bir eşi dostu dürtmeliyim. Eş dost da birbirini dürtmeli. Zira bizim genelde, bir film vizyona girer girmez, hemen koşturup gitmek gibi bir alışkanlığımız yoktur. “Nasılsa gideriz” deyip erteler dururuz. Bu kez öyle olmamalı. Sonra bir de bakarız ki biz kımıldayana kadar çoktan kaldırılmış. Yazık olur. Çok emek, çok gönül birliği var, çok ruh şad olmayı bekliyor ve çok Allah yardımı aldı, boşa gitmemeli. O günleri yaşamış yayalarımızın, dedelerimizin, maddi belleklerine nice anıyı kaydetmiş olan kişisel eşyaları, hep bir rastlantıyla bir araya gelip bu filmde yer aldılar. Tüm bunların bir nedeni olmalı ve sonuç düş kırıklığı olmamalı.

Haydi, biraz o geceyi anlatayım. Salon hıncahınç değilse de epey doluydu. Film ekibinin de tümü değilse de büyük bir kısmı oradaydı. Hepsi olsun isterdik tabii ama tüm koşullar aynı zamanda uygun olamıyor. Mesela Anahit Variş ve Hovsep Karagözyan’ın, başlamak üzere olan oyunlarının, hiçbir provanın aksatılamayacağı dönemiydi. Kirkor Dinçkayıkçı’nın profesyonel olarak oynadığı bir oyunu vardı. İstanbul dışında yaşayan Sarkis Acemoğlu’nun gelmesi kolay değildi. Yegâne profesyonel sinema oyuncumuz Ahmet Uz’un çekimi vardı. Çocuk oyunculardan Dila Uluca da epey uzakta oturuyor; okul mokul, ders mers, o saatlerde gidip gelmek zor. Ama diğer çocuk Heros Agopyan ve filmde de annesi olan gerçek annesi Takuhi Bahar oradaydı. Yönetmenler Ela Alyamaç ve Aren Perdeci tabii ki oradaydılar ve bütün ekibin ‘Kutsi Baba’sı, Kutsi Alyamaç oradaydı, ki film onun sayesinde tamamlanmıştır.

Ve filme yaptığı katkı yadsınamayacak olan, Sinasos’ta harabe halindeki bir kilisenin işlevsel bir kilise haline getirilmesinde bedenen çalışan, döneme uygun kilise kıyafetleri ve aksesuarlar temin eden, elleriyle rahip başlığı yapan, ayin sahnesinin mizansenini çıkaran ve tek bir sahnede, minicik bir rol oynayan Tatul Hayr Surp Anuşyan, filmdeki papaz rolünü kusursuz oynayan Arto Arsenyan, değerli ressamımız Marlen Tekirdağlıcan, ben Bercuhi Berberyan, hem filmde rolü olan hem de söyleşinin moderatörlüğünü yapan Boğos Çalgıcıoğlu, filme danışman olarak el veren Yetvart Tovmasyan... Ne isimler var, değil mi?

Doğrusu, keyifli bir geceydi. İşin içinde olsam da tarafsız bir gözle bakabildim olaya. Böylesi az rastlanan bir söyleşidir; tıpkı yapılan çalışma gibi içten, duygusal, esprili, yerinde paslaşmalarla, herkes kâh kahkahalara, kâh gözlerin yaşarmasına neden olan anılarını paylaştı. Tabii, katılımcılar sahnedeki yerlerini almadan önce fragman izlendi. Öyle çarpıcıydı ki kısa geldi herkese, oysa tastamam her filmden önce gösterilen fragmanlar kadardı süresi. İzleyiciler arasında, bir Yeşilçam duayeni olan yönetmen Aram Gülyüz de vardı. O bile “Keşke biraz daha uzun tutsaydınız, tokat gibi geldi valla” dedi.

Hemen hemen hepsi tiyatrocu olan oyuncuların sinema-tiyatro kıyaslaması ilginçti. Çoğu kez beş-altı saat süren eziyetli bir çekimin 30 saniyelik bir sahnede bitivermesi ortak bir yakınmaydı. Ben her fırsatta tekrarladığım, fırtınalı sahnenin çekimini anlatırken izleyicilerin de benimle birlikte gözleri doldu. Hani o sahne vardı ya, yaz ortasında kara bulutları, yağmuru ve fırtınayı doğrudan Allah göndermişti, işte o. Sevgili Marlen, elindeki mumu karşısındakine uzatma sahnesinin çekiminin akşam 7’den sabah 5’e kadar sürdüğünü anlatırken, “Son çekimde Aren ‘Marlen, lütfen artık titreme’ dedi” deyince kahkahalar yükseldi. Ama bence geceye damga vuran, Tatul Hayr Surp’un olayı tarif eden sözü oldu: “Dikkat ettiyseniz” dedi, “bu filmden söz ederken kimse ‘ben’ demiyor, herkes ‘biz’ diyor.” Her neyse, tüm bunları kaçırdıysanız bari filmi kaçırmayın, olur mu?