LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Okuyorum, öyleyse varım (Şarap dolusu kitaplar 2)

Şarabı anlamak, ondan daha fazla keyif almak için biraz onun ruhunu tanımak lazım. Teknik bilgiye sahip olmak, şaraptan anlamaya yetmiyor. Şarap konusunda epey bilgiye sahip ama ruhunu anlamamış epey meslektaşım var. O yüzden, bu hafta biraz şarabın ruhunu anlatan kitaplardan bahsedeceğim. “Bir şişe şarapta bütün kitaplardakinden daha fazla felsefe vardır” demiş Louis Pasteur; tecrübeyle sabittir, şişeler devrildikçe sohbetin ‘felsefe’ye uzanması gayet mümkündür. Böyle durumlarda, genellikle, konuşan kişi felsefeye ulaştığını sansa da, ayık olanların boş bakışları, anlatılanın da boş olduğunu kanıtlamaya yeter. Ama yine de, felsefecilerin şarapla ilgisi epey bilinir. Gerçi, Kierkegaard’ın ‘İn vino veritas’ı (Gerçek şaraptadır) şarapla pek alakası olmayan, felsefi bir metindir; şarabın etkisine girmeden konuşulmayan bir sohbette anlatılan hikâyelerden oluşan kitap, adının düşündürdüğünün aksine, merkeze şarabı değil insanı alıyor.

Ama felsefeci Roger Scruton’un ‘İçiyorum Öyleyse Varım’ı, bir felsefecinin elinden çıkmış, halis bir şarap kitabıdır. Decartes’ın meşhur sözü “Düşünüyorum, öyleyse varım”dan yola çıkan, benim de altına imza atabileceğim bir başlık bu. Kitabın altbaşlığı ise, ‘Bir Filozofun Şarap Rehberi’ (çev. Akın Terzi, Aylak Kitap, 2012). Son derece dolu, iddiasını fazlasıyla karşılayan bir kitap bu. Şarapla ilgili kitaplarda görmeye alışkın olmadığımız kadar özenli, teknik terimlerin kullanımı açısından da başarılı bir çeviri... Kendini muhafazakâr bir İngiliz olarak tanıtan Roger Scuton, bazen asap bozacak kadar ukalaca olsa da (örneğin sosyal demokrat politikaların Avrupa’nın sonunu getirdiğini anlattığı bölümler), çok iyi şarap önerileri ve şarap hikâyeleriyle dolu; sadece didaktik bilgi, değil şarabın ruhunu da anlatan, her şarap severin okuması gereken bir kitap. Her harfini ayrı onayladığım şu sözler de bu kitaptan alınma: “Chateau Lafite’in (Bordeaux bölgesinde bir şarap üreticisi, Bordeaux’un ve tabii ki dünyanın bazı en iyi şaraplarını üretir) tadını tarif etmek beyhude bir çaba. Burunda, dilde ve damakta bıraktığı etki sözlerle anlatılamaz, ayrıca Robert Parker gibi şarap uzmanlarının yeni âdetini, yani her şişeyi sanki zorlu bir yarışta birincilik için yarışıyormuş gibi puan vermeyi ancak hor görebiliriz. Kırmızı bir bordo şarabına puan vermek, senfonilere puan vermeye benzer. Sanki Beethoven’in 7., Çaykovski’nin 6. senfonileri, 90 ile 95 arasında bir puana sahiplermiş gibi.”

Bir başka müthiş kitap: Tom Standage, ‘Altı Bardakta Dünya Tarihi’ (çev. Ahmet Fethi, Merkez Kitaplar, 2005). Standage, dünya tarihini bira, şarap, sert içkiler, kahve, çay ve kola çağlarına ayırarak inceliyor. İçkinin çeşitli türlerinin sosyal tabakayı işaret etmek için kullanıldığını, Müslüman dünyasını Hıristiyan etkilerden korumak için İslam’ın şarap tüketimine koyduğu yasağı anlatıyor; Avrupa’nın bira içen kuzeyiyle şarap içen güneyi arasındaki farklılıklara değiniyor. Rom, viski ve konyak başta olmak üzere sert içki tarihini Arap Endülüs’e gidip damıtma sürecini izleyerek anlatıyor. Şekerin alkol yapımında önem kazanmasınıdan sonra bunun kölelik üzerinde nasıl etkileri olduğunu, romun niye daha çok Amerikan kolonilerinin kıyılarında, buna karşılık viskinin iç bölgelerde bulunduğunu açıklıyor. Ayrıca, kahvenin Aydınlanma ruhuna katkısını, Etiyopya’dan İngiltere’ye etkilerini inceliyor; 17. yüzyılda kahvenin İngiltere’de artık tamamen kökleştiğine, fikir alışverişlerinin artık ‘cafe’lerde yapıldığına, Fransız Devrimi’nin bir ‘cafe’de başladığına dikkat çekiyor. Çayın hikâyesi ise, İngiliz emperyalizminin gücünü, Hindistan ve Çin’in çay bazlı ekonomilerinin kaderini kapsıyor. Standage, ‘kola çağı’na dair de çok şey anlatıyor. İnsanlık tarihini bardakların gölgesinde okumak istiyorsanız, müthiş bir eser.

Elvan Uysal Bottoni’nin geçen yıl yayımlanan ‘Üzümler ve İnsanlar: Toprak Ana, Bağban Baba’ adlı kitabı (Yapı Kredi Yayınları, 2015) şarap ve şarap üreticileri hakkında olsa da, başlığında ‘şarap’ kelimesi geçmiyor. Bu durumda, 2013 yılında yasanın değişmesiyle, kitap adlarında da şarabın anılmasının zorlaştığına işaret ediyor. Kitap bizi, dünyanın en özel şaraplarının üretildiği İtalya’ya bir yolculuğa çıkarıyor; bu yolculukta, bolca güzel resim eşliğinde, şarap üreticilerinin anlattığı hikâyeleri ilk elden okuyoruz. Tasarımı, dili çok keyifli. Kitaba dair tek itirazım, arka kapaktaki “Üzümden şaraptan anlamam diyen kalmayacak” iddiası. Bu iddiayı bir kenara koyup İtalya’nın en keyifli bağlarında bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız, kitabı edinmelisiniz.

Dünyanın en büyük şarap uzmanlarından Michael Broadbent’e atfedilen bir söz var: “Şarap hakkında bildiğim her şeyi size öğretsem de eksik kalırsınız, çünkü ben de çok eksiğim.” Bu eksiği gidermenin tek yolu, bol bol şarap tatmak ve bol bol okumak. Broadbent’in bile bilmediği bir şeyler varsa, biz diğer ölümlüler zırcahiliz demektir…

İyi okumalar ve şerefe! Daha içilecek çok şarap, okunacak çok kitap var.