YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Ermeni fobisi’ ve kaynakları

Çarşamba günü itibariyle bir yandan Sur’daki ablukanın kaldırılması için düzenlenen yürüyüşte neler olup bittiğini kısıtlı haber mecralarından izlemeye çalışırken, bir yandan da Cumartesi günü Başbakan Davutoğlu’nun söylediği sözler kafamda dolanmaya devam ediyor. Davutoğlu, o gün Bingöl’de sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya geldiği toplantıda HDP’yi kastederek şunları söylemişti: 

“Özgürlük verilince bunu istismar edenler, baskı gelince onun üzerinden Kürt vatandaşlarımızı tahrik edenler, neyi istiyor biliyor musunuz? Bu ülkenin insanlarının, kardeş kavgasıyla birbirlerine girmesini istiyorlar. Bunlar, Şeref Meydanı’nda durdurduğunuz Rus işgalcilerin içerideki işbirlikçisi olan o zamanki Ermeni çeteleri gibi bugün de Moskova’ya gidip Türkiye karşısında işbirliği yapıyorlar. Dillerinde Türkiyelileşmek iddiası ama zihinlerinde Türkiye’deki insanları birbirine kırdırma düşüncesi.”

Mevzu geldi, yine Ermenilere dayandı. Bundan kurtulamıyoruz. İki açıdan kurtulamıyoruz. ‘Ermeni fobisi’ bu ülkede sadece klasik devletçi akım tarafından değil, bu konulardaki formasyonu büyük oranda mücadele ettikleri o devlet tarafından belirlenen siyasal İslamcı akımın da sık sık kullandığı bir argüman. Bunu zaten biliyoruz, ama buna ilave olarak, yine devletçisinin, İslamcısının birleştiği, bir de şu var: Kürt meselesinde ‘ülke birliği’ni Ermeniler üzerinden kurmak, daha doğrusu Ermenileri düşmanlaştırmak suretiyle kurmak. Açacak olursak, kurucu otoritenin zihninde ve ajandasında dindar Kürtleri “Toprağınızı elinizden alacaklar” diye harekete geçirerek Ermenileri sıkıştırmak zaten vardı, vardır. 1915’te o topraklarda cereyan eden katliamların arkasında bu motivasyonun da olduğunu artık biliyoruz.

Bu stratejinin büyük oranda Cumhuriyet rejimi tarafından da paylaşıldığını söylemek yanlış olmaz. 1923 öncesi ve sonrasında Kürt aşiretleri Ankara hükümeti ve onun çizgisiyle ittifak yapmaya karar verirken, muhtemelen, temel motivasyonlardan biri de Ermenilerin geri döneceği ve bunu ancak M. Kemal çizgisinin önleyebileceği idi.

Bunlar, haklarında her gün yeni bilgiler ve belgeler elde ettiğimiz tarihsel bakışlar, o yıllarda olup biten her şeyi açıklamaya yetmez ama 100 yıl sonra geldiğimiz noktada böyle bir dinamiğin de varlığından söz etmek mümkün.

Bu arkaplan ışığında Davutoğlu’nun sözlerine bir kez daha gelirsek; söz konusu açıklamanın Bingöl’de yapılmış olması bu açıdan önemli. Bingöl, dindar Kürtlerin önemli bir güç oluşturduğu ve 1 Kasım seçimlerinde AKP’nin oyunu en çok artırdığı illerden biri. (AKP 1 Kasım’da Bingöl’de oylarını %17,5 oranında artırarak, % 64,5 oranında oy aldı.)

Tabloya böyle baktığımızda, Davutoğlu’nun sözlerinin hangi bağlama oturduğu daha da iyi anlaşılır. Burada, artık ilginç demeyelim de, önemli olan şu: AKP, böyle bir meselede Türkiye’nin 100 yıllık siyasetinden pek sapma göstermiyor, devlet Türk-Kürt birliğini yine Ermeni –ve elbette Hıristiyan– düşmanlığı üzerinden kuruyor. Yani en azından siyaset dilinde, 100 yıldır değişen bir şey yok. Fakat tabii, meselemiz burada bitmiyor. Bu çıkışın ikinci bir muhatabı da HDP oluyor. Bu durumda AKP ya da Davutoğlu, başka bir şey daha söylemiş oluyor: “HDP’nin de sonu Ermeniler gibi olabilir.” Doğrusu, bu açıklamadan başka bir sonuç çıkmıyor. Burada da zaten dönüp dolaşıp, devletin o geleneksel, Kürt sorunuyla baş etme mantığına dönüyoruz. Cumhuriyet kurulduktan sonra klasik devlet Kürtleri ‘ulus kimliği’ üzerinden itaat etmeye çağırırken, mevcut durumda bu kimlik... Biliyorsunuz işte, aynı şeyi bir daha yazmama gerek yok sanırım.

Tam bu mesele üzerinde düşünürken Dink cinayeti davası klasörlerinde, detaylarını birinci sayfada okuyacağınız MİT raporuna ulaştık. Yazının başından beri bahsettiğim konuyla gayet alakalı bir belgeden söz ediyoruz. MİT her hafta yazıp ilgili devlet birimlerine gönderdiği raporda, dava ile ilgili olarak o hafta yaşanan gelişmeleri (2011 yılından bahsediyoruz) ‘Etnik Bölücü Faaliyetler’ bölümüne, ‘Ermenilik’ altbaşlığının altına yazmayı uygun görmüş. Yani şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza: Adam öldürülmüş, davası görülüyor, devlet etkin soruşturma yapmadığı için tazminat ödemeye mahkûm edilmiş, ama MİT, artık çok iyi bildiğimiz teamüller ve devlet mantığı gereği, duruşmada olup bitenleri ‘etnik bölücü faaliyetler’ çerçevesi içinde düşünüyor. Rapor sadece bu davayla ilgili değil; azınlıkların o ay neler yaptıkları da detaylı biçimde incelenmiş.

Bu belki kimilerinize şaşırtıcı gelmeyecektir. Ancak bu konulara şaşırma hasletimizi kaybetmemeliyiz. Raporun yazıldığı yıl, tekrar ediyorum, 2011. Yani AKP ile klasik devlet arasındaki kavga büyük ölçüde sonuçlanmış, Ergenekon ve Balyoz davaları ilerlemiş, kozmik odalara girilmiş. Yani AKP’nin “Devlet elimizde değildi” diyeceği bir dönem değil artık. Dolayısıyla bu durumda belki de şaşırtıcı olmayan, Davutoğlu’nun sözleri.