BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Yalnızca bize özgü

Bu benim önceden ayarladığım, yedek yazım dostlar. Eğer okuyorsanız, demek ki ben hakikaten teknolojiden uzak bir hafta geçirmiş, oralardan, gündeme uygun bir şeyler gönderememişim. Ay, filmlerdeki intihar notları gibi oldu, “Bu yazıyı okuyorsan ben ölmüşüm demektir” filan gibi... Amanın, şaka tabii, yolculuk molculuk var önümde, neme lazım, yel alsın ağzımdan. Gerçi ben daha olmadan yazıyorum, siz olduktan sonra okuyacaksınız ya, o zamana kadar ‘what will be will be’ yani. Gülmeyin, alıştırma yapıyorum. Valla, neredeyse zaman yolculuğu gibi olacak, kıtalar arası gidip gelmeler âdeta öyle. Öğleyin yola çıkılıyor, geceyarısı varılıyor, bir bakıyorsun ki aynı günün öğleden sonrası. Dönüşte de tersi; öğleden sonra yola çıkıp, sabaha karşı vardım sanırken, bir bakmışsın ertesi günün akşamı olmuş. Yani zamanda bir geri, bir ileri gidiyorsun. Gözünü sevdiğim Einstein’ı tevekkeli “izafidir” dememiş. Gördüğünüz gibi bu aralar kafam başka şeye çalışamıyor. Neyse, uzatmayayım da, arada küçük notlar aldığım malum akıl defterlerimden birini açıp “Bir ara yazarım” dediğim konulardan birkaçını seçeyim bari. Sohbet sayın bu yazıyı.

‘Yalnızca bize özgü’ diye başlık atmış ve birkaç olay kaydetmişim ki, gerçekten ancak bizde olur. Mesela biri doğa katliamıyla ilgili; haberlerde hafifçe değinip geçtiler, gözünüzden kulağınızdan kaçmıştır. Bir süre önce Muğla’da bir site inşaatı için 45 fıstık çamı, çam, okaliptüs ve Kıbrıs akasyası ağacını sözde kesmeye kıyamadıkları için kökünden söküp, aynı zamanda hafriyatın da boşaltıldığı, sözde ağaçlandırma sahasına dikiyorlar. İki hafta sonra garibim ağaçlar kuruyor. Eh, kim bilir nasıl söküp nasıl diktiler... Uyanık firma yetkilileri, çevrecilerle başları belaya girmesin diye ne yapsalar beğenirsiniz? Kuruyan ağaçları boyuyorlar. Nasıl?

Böyle uyanıklık başka hangi ülkede görülür? Bi de kendinden başka herkesi akılsız bellemek... Tabii, durum ortaya çıkıyor, sonrası malum. Yetkililer iyi niyetlerinin kurbanı olduklarını iddia ediyorlarmış, ‘yeşil düşmanı’ olarak gösterilmelerine pek üzülmüşlermiş, oysa resmen kesme izinleri varmış da kıyamamışlarmış... Ben o kesme iznini verene ne diyeyim? Sizce sonuç ne olacak? Hiiiç... “Vah vah” deyip geçecekler, kesilenlerin yerine yenilerini dikme sözü verecekler, hatta dikecekler de, sonra? Kimi tutacak, kimi tutmayacak, tutanlar elli yıl sonra kesilenlerin boyuna ancak gelecekler, bu arada köşeyi dönen dönecek de çocuklarına miras bile bırakacak. Nasılsa devletin genel mantığı da bu.

İstanbul’da, aralarından birinin fazla harcama yapmasından şüphelenen eşinin ihbarıyla ortaya çıkan bir rüşvetçi trafik polisi şebekesiyle ilgili notlar da almışım. Ama bu konuyu pek yazmaya değer bulmadım, zira hiçbir sürprizi yok, biz o işlere alışkınız. Rüşvet kavramı her yerde her zaman vardı, hâlâ var ve var olmaya devam edecek. Onun çaresi bulunmaz. Geçiyorum.

Hiçbir zaman layık oldukları cezaya çarptırılamayan, insanın kanını donduran ve de nedense hep aşırı dindar ortamlarda görülen çocuk tacizleri konusuna da girmeyeceğim, çok acı veriyor. Yalnızca bir tek cümle yazıp geçeceğim. Siz bu kadar engel, bu kadar sansür, bu kadar baskı, bu kadar yasak uygulamaya devam ederseniz, insanın en ilkel duygusu olan ve durdurulması mümkün olmayan cinsellik sapıtır, sapkınlaşır. Çizgi filmde iki çocuk öpüşmekten söz ediyor diye ceza yiyip kaldırılıyorsa, gerisini düşünün.

Son konum yine bize özgü bir ‘güler misin ağlar mısın’ durumu. Geçenlerde yakın plan bir alışveriş için dışarı çıkıyordum. Katımın kapısını açar açmaz acayip bir is, bir yanık kokusu çarptı burnuma. Asansörde ve aydınlıkta yoğun olarak hissediliyordu. Apartman görevlisi bütün katları dolaşıp kapıları kokluyor, nereden geldiğini bilmeden kimseyi telaşlandırmak istemiyordu. Nedense kendimi yandaki apartmandan da olabileceğine inandırıp çıktım. Alışverişimi yapıp dönerken ana caddede yanımdan bir itfaiye aracı geçti. Olabilir miydi? Yok canııım, başka yöne gitti. Derken efendim, bir de baktım bizim kapının önünde iki itfaiye aracı var. Ne alev görünüyor, ne duman, ama ortalık seyre durmuş insan ve polis kaynıyor. Bizim apartman görevlisinin anlattığına göre üst katlardaki karşı dairelerden birinden geliyormuş koku. Kapı açılmıyor, telefon sesi içeriden geliyor. Kesin adam dumandan zehirlendi. Neyse, itfaiye geliyor, pencereden içeri girilecek. O da ne? Aracın merdiveni yok. Ayol, merdivensiz itfaiye aracı olur mu? Oluyor. Mecbur, ikincisi çağrılıyor. Bu nasıl? Tam bize özgü değil mi? Allahtan olay büyük değil, adam ocakta yemek varken uyumuş, fazla bir şey yanmamış. Gelen aracın merdivenini pencereye denk getirmek için de bir saat uğraştılar. Ay, kestim. Sonu yok.