KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Özellikler

Bundan yıllar önce beni yakından tanıyan bir akademisyen ‘aydın’ın yanına gitmiştim. Lütfetmiş, beni üniversitesindeki makamında kabul etmişti. Bir aracı vasıtasıyla oradaydım, hem yüksek lisans doktora programına başlayıp hem de asistanlık üzerinden iş başvurusunda bulunuyordum. İş lazımdı. Yazarlık bazılarımıza tek başına para kazandırmıyordu, malum. Bu bilgilere haiz beyefendi, sakalını şöyle bir karıştırıp İngilizce olarak “What are your qualifications?” diye sormuştu. 

Affallamıştım. Hayatta özgeçmiş ve kartvizit kullanmamışım. Sözüm, yazım, kitabım konuşmuş benim yerime. “Kendimi mi anlatacağım şimdi size?” diye sorduğumu hatırlıyorum. O da sol yanındaki çekmeceyi göstermişti. “Bak, burası silme cv dolu.” Özgeçmişlerden bir özgeçmiş olarak görüleceksem kıymetli vaktini almak istemeyeceğimi belirtip odasından çıkmıştım.

O ânı çok düşünürüm. Durup durup aklıma gelir. Sahi, nedir ki benim kalifikasyonum, niteliğim, işlevim, ederim nedir? Kendime verdiğim yanıtların dünya üzerinde fazla bir kıymeti yok. Zaten tam da hayat bana bu gerçeği hatırlattıkça çıkar karşıma o günün donup kalmış resmi ya… O üniversitenin kapısından çıkıp ilk kaldırım kenarına oturuşum ve sigarayı yakışım… Hayata şöyle bir tepeden bakışım, düştüğüm yerden. Vay arkadaş deyişim. Vay arkadaş.

İyi insanım. Galiba kendime dair söyleyebileceğim ilk şey bu. İyilik öyle insana doğası gereği bahşedilmiş bir özellik değil. Çok ve sürekli çabalamak gerekiyor iyi olmak, iyi kalmak için. Gel gelelim bunun da dünya üzerinde bir geçerliliği yok. Pazarlaması yapılabilecek bir özellik değil, tercümesi yapılabilecek cinsten. Biz ona kısaca enayilik diyoruz. En hasından hem de.

Safım sonra, salak yerine konulacak kadar. O kadar bilgi, deneyim, birikim nereye gider bünyemde bilinmez. Bir “Valla mı?” diye soruşum vardır ki, kahkahalarla gülesiniz gelir. Utanmayı bilirim. Yanakları kızarabilen ender insanlardanım. Ellerim titrer, yüzüm saydamdır. “Yok bir şey” dediğimde olan her şeyi gözüm söyler.

Güzel severim desem, misal o da tuhaf bir haslet. Hem de eksik kalır bu ifade. Sevginin ta kendisiyim ben. Boy fakiri halimi sevgiyle doldurmuşlar gibi. Kalbim kainattır, içine giren kendini ilah ya da tanrıça hisseder. Kredileri sonsuzdur. O ki sevmişim. Yine anlaşılmaz sevgi tanımım gereği, affedilecek bir şey yapmaya gönül indirilmeyecek kadar sevildiğim ön kabulüyle başlarım her insanla ilişkime. Kanıtsız güvenirim, soru sormam, söylenenleri doğru kabul ederim. Şaka gibi değil mi?

İşin daha da garibi içgüdüleri hayvani, önsezileri keskin bir cadıyımdır. Yine de korunu fark ettiğim yangın ormanı sarana kadar dururum. Sabırlıyımdır, inatçıyımdır. Kendimi kandırabilecek kadar mahir, aymaların hakkını verecek denli çıplak. Biz buna ey iflah olmaz ahmak da diyebiliriz.

Hakkaniyet takıntım da bir diğer tadından yenmez özelliğim. Bu ülkede epey zaman adalete inanarak, bu uğurda savaşarak yaşadım. Şimdi kötülük dışında bir beklentim yok hiçbir erkten. Yaşadığımız günün nasıl koca bir yalana dönüştürülebildiğini gördükçe, tarihi tersinden okumak dışında bir çarem olmadığını biliyorum. O geçmiş ısrarla inkâr edildiği için sistematik zulmün bugün ve yarın da hiç uzağımızda kalmayacağını bildiğim gibi.

Meğer ne doğru sormuş o adam. Sahi, nedir ki benim kalifikasyonum, niteliğim, işlevim, ederim nedir. Her defasında birinci kareye geri dönmekten öte hangi tutarlı eylemimden bahsedebilirim. Beş yıllık kalkınma planları, zaman ayarlı ilişki bombaları eşliğinde yaşayanların ortasında ‘Mânanın peşindeyim’ demenin ne karşılığı olabilir.

Yıllar önce ‘Leaving Las Vegas’ filmini izlerken seks işçisi genç kadına üç serserinin anal olarak defalarca tecavüz etmesi sahnesiyle karşılaşmıştım. Kadın acıdan güçlükle oturabilmişti sabah taksiye. Taksici sırıtmıştı. Sonraki sahnede duşun altındaydı kadın. Fayansa yığıldığında kıçından hâlâ kan akıyordu. Bu sahne sonrası sinema salonundan çıkmıştım. Bir daha da ancak dokuz yıl sonra girebilmiştim sinemadan içeri.

Şimdi belleğimde ‘What are your qualifications?’ sorusu ile sinema perdesinin yırtıldığı, tenimde yaşadığım o sahneyi, fayansa dağılan kanı, kadının duşun altında katılarak ağlayışını birleştiriyorum. Parçaları birleştirmek de anlamsız özelliklerim arasında.

Yine oturuyorum o çok sevdiğim kaldırım kenarlarına ya da bir tarihi çeşme çıkıntısına. O tanıdık ağrı eşliğinde Vay arkadaş, diyorum. Vay arkadaş. Boyuna…