YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Duruşmayı izlerken..

19 Nisan salı günü hem gazetemiz hem de Türkiye için önemli bir gündü. Devletin de içinde olduğu bir organizasyonla öldürüldüğü ayan beyan ortada olan gazetemizin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesi davasında, cinayete şu ya da bu şekilde bulaşmış kamu görevlilerin bir kısmı hakim karşısına çıktı. Tamı tamına 9 yıl sonra gelen bu adım, elbette ki önemlidir.

Önemlidir ama, aslına bakılırsa eksiktir ve yumağın ucu daha yeni görünür hale gelmiştir. Davanın önemine binaen biz de –bir kez daha- duruşmada izleyici sırasında yerimizi aldık. Duruşmanın üç gün süreceği açıklanmıştı ancak haberimizde de okuyacağınız gibi redd-i hakim talepleri nedeniyle davanın esasına girilemedi ve sadece acil işler sınıfından, tahliye taleplerine yer verildi.

Ancak duruşmaya gelmeden önce şu ihtiyat payını düşmek lazım: yargılanan kamu görevlileri ve sanıklar, bu işe bulaşanların tümünü temsil etmiyor. Öncelikle Hrant Dink’i bilhassa 2004’ten sonra hedef haline getiren, yargılandığı duruşmalarda ona fiziki saldırıda bulunacak kadar Hrant’ı düşmanlaştıran ekibin (ki bunların bir kısmı daha sonra Ergenekon soruşturmasında sanık haline gelmiştir) bırakın yargılanmayı, soruşturulmalarına dahi izin verilmemiştir. Dink ailesi avukatları bu yöndeki taleplerinin reddedilmesinin ardından Anayasa Mahkemesi’ne gitmeye hazırlanıyorlar.

Keza Hrant Dink’i sağlığında valiliğe çağırıp onların ifadesine göre uyaran, Hrant’ın ifadesine göre ise ona “haddini bildiren” vali yardımcısı ve MİT görevlileri  de yargılamanın kapsamı dışındadır. Keza Ermeni toplumu  ve Hrant Dink bu kadar tehdit altında iken ve MİT Hrant Dink’i çağırıp uyaracak kadar konuya hakimken, MİT’in ne yaptığı merak konusudur. Öyle anlıyoruz ki teşkilat, olayın sonrasında cinayet davasında yaşanan gelişmeleri “Etnik bölücü faaliyet” olarak sınıflandırmakla meşgul olmuştur. Fakat aslına bakılırsa cinayet öncesinde ne yaptıkları ya da yapmadıkları büyük bir soru işaretidir ve aydınlatılmaya muhtaçtır. Keza cinayet günü olay yerinde bulundukları artık bilinen Jandarma İstihbarat görevlileri ile ilgili soruşturmanın ne yönde ilerlediği ya da ilerleyip ilerlemediği de soru işaretidir. Muhtemelen bu konuda atılacak adımlar siyasi otoritenin iki dudağı arasında olacaktır. Ve elbette cinayetten önce Trabzon Emniyet’inde istihbarat şube  müdürü olan, halihazırda ise İstihbarat Daire Başkanlığı  görevini yürüten Engin Dinç’in “yoğun bir terörle mücadele dönemi” geçirdiği gerekçesiyle duruşmaya katılmayışı. Bir de son olarak Trabzon Jandarması’nın cinayetteki dahli ya da payı.

Yani dava önemli derken bunların hepsini akılda tutmak gerekir. Bu açıdan yaklaşarak duruşmaya baktığımızda herhalde en ilginç bölümler, tahliyelerini talep eden polis memurlarının cinayet öncesinde Trabzon’da neler olup bittiğine dair  anlattıkları idi. Şunu zaten defalarca yazdık. Trabzon’da görevli neredeyse tüm kolluk güçleri Hrant Dink’in öldürüleceğini biliyor. Bu aşamaları tüm ayrıntılarıyla anlattılar ve dinlerken bir kez daha cinayetin göz göre işlendiğini  kahrolarak idrak ettik. Zaten sanıklardan biri, sanıyorum Muhittin Zenit idi, Türkiye’de birçok siyasi cinayet işlendiğini ancak bu cinayetin bir özelliğiyle diğerlerinden ayrıldığını söyledi. Çünkü bu cinayetin işleneceği aylar öncesinden biliniyordu.

Bu sözleri bir devlet görevlisinden duymak gerçekten insanı çok karmaşık bir halde bırakıyor. Bir yandan önümüzde savunmalarını yapan polis memurları. Onları sırtlarından görebiliyoruz, izleyici sıralarında oturduğumuz için.  Dinliyoruz. Kimilerinin tutuklu kalmamak için gösterdikleri gerekçeleri dinliyoruz. Diyorlar ki, “Ben o sırada askerdeydim” ya da “Ben o sırada başka bir görevdeydim, zaten ihbarı yazan ve bildiren benim”

Belki bu ifadeler mahkeme heyetine teknik açıdan doğru gelecektir. Ancak şunu biliyoruz: Bütün bir Trabzon, Hrant Dink’in öldürüleceğini biliyordu ve bu işi Trabzon ayağından engellemek için hiçbir şey yapmadılar. Aynı İstanbul Emniyeti’nin bunu bilmesi ve cinayeti engellemek için bir şey yapmaması gibi. Ya da İstihbarat Daire Başkanlığı’nın, ya da MİT’in, ya da jandarmanın. Bu liste çoğaltılabilir.

Bu kurumların tümü de sorulduklarında “Biz görevimizi yaptık, şuraya şu yazıyı gönderdik, buraya bu yazıyı gönderdik” diyeceklerdir. Diyorlar da zaten. Ama bu aslında bir itiraftır artık. “Hrant Dink’i elbirliğiyle öldürdük” demenin devlet diline tercüme edilmiş halidir.

Yine de bu dava önemsenmelidir. Dediğim gibi, yumağın ya da düğümün ucu görünmüştür. Ancak siyasi iradenin gölgesi hem davanın gidişatında, hem de iddianamenin genel tonunda görülmektedir. Dolayısıyla bundan sonraki gidişatı izlerken aklımızda şu iki soru hep olacaktır: Siyasi iradenin bu davanın çözülmesinden anladığı nedir? Ve daha önemlisi: “Vur” diyenler ortaya çıkacak mıdır yoksa birkaç piyonun yargılandığı bir dava ile mi meşgul olmamız istenecektir?