OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Genelkurmay ‘Askere Din Kitabı’ hazırlatmış

Gündem TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın laiklik hakkındaki sözleri. Söyledikleri çok tekrarlandı ama en özet biçimiyle, yeni anayasada laikliğin zikredilmemesi gerektiğini, bunun da ötesinde yeni anayasanın çoğunluk dinine yani İslam’a atıfta bulunan, “dindar” bir anayasa olması gerektiğini ileri sürdü. “Bunun da ötesinde” dedim, çünkü “Laiklik anayasada olmasın” demek başka şeydir, “Dindar/İslami bir anayasa yapalım” demek başka. İkincisi, tabiri caizse ‘seviye atlamış’ (demokrasi açısından bakınca belki de ‘düşmüş’ demek gerekir) ve kendini asgari düzeyde de olsa demokrat olarak tarif edenlerin şapkalarını uçurtacak cinsten bir öneridir. Başka bir deyişle, laikliğin Türkiye anayasasında zikredilmesine gerek olup olmadığı, hadi tartışmaya açılabilir, ama anayasada Allah’a, İslam’a veya herhangi başka bir dine belirleyici veya düzenleyici bir unsur olarak atıfta bulunmak ve uygulamak, demokratik olduğunu iddia eden bir rejim için söz konusu olamaz. Türkiye gibi bir tarihe sahip bir ülkede dindar anayasa önermek rest çekmek manasına gelir ve bu resti görecek olanlar da çıkacaktır, fakat bu restleşme Türkiye için hayırlara vesile olmaz.

Gerek Kahraman, gerek başkaları zaten buranın “nüfusun yüzde 99’u Müslüman olan bir İslam ülkesi” olduğunu ileri sürerek dindar bir anayasa yapmanın meşruiyetini, evrensel demokratik standartların ulaştığı seviyeyle kıyaslandığında son derece sığ kalan çoğunlukçu bir yaklaşıma dayandırıyorlar. Bunlar boş ve afaki sözler, çünkü nüfusunun yüzde şu kadarının nominal anlamda, yani kâğıt üzerinde Müslüman olması hiçbir şey ifade etmez. Bu, çoğunluğun Müslümanlığı aynı biçimde anlayıp, yorumlayıp uyguladığını göstermez. Hele hepsinin dindar olduğunu, hiç göstermez. Ülkemizde Allah’a veya herhangi bir dine inancı olmayan nüfusun yüzdesini biliyor muyuz mesela? Hal böyleyken, “yüzde 99’u Müslüman” lafını ‘devletin milletle bütünleşmesi’ kılıfı altında ve demokrasi adına dindar anayasanın zemini yapmanın meşruiyeti yoktur.

Bir de tabii, Müslüman olmayan nüfus meselesi var ama Kahraman gibilerinin zihninde, ideolojisinde bu kesimler hiçbir zaman adam yerine konmamış olduğundan, sadece ‘ihmal edilebilir yüzde 1’ mertebesine kolayca indirilip tartışma dışı bırakılabiliyor. Onların zihniyetine hitap edebilmek için şu soruyu sormak gerek sanırım: Almanya, Fransa gibi bir ülkede devlet adamları veya siyasetçiler kalkıp “Efendim, biz çoğunluğu Hıristiyan olan bir ülkeyiz, anayasamızda da buna atıf yapıp ona göre toplumsal ve siyasi düzenlemeler yapmamız gerekir” dese, orada yaşayan Müslümanların olası durumlarını göz önüne alacak olan bizim İslamcı muhafazakâr siyasetçilerimiz ne der acaba?

Kahraman’ın sözlerinde kendi içinde çelişkili argümanlar da var. Örneğin, “Yeni anayasa önce insan demelidir” demiş. Katılırım ama “önce insan” diyen bir anayasa herhangi bir dine referansta bulunamaz, öncelik veremez; aksi takdirde tanımı gereği evrensel olması gereken insanlığı o dinin inananlarıyla sınırlı tutmak gibi bir çelişkiye düşer.

Peki, Kahraman’ın haklı olduğu noktalar yok mu? Var. Mevcut anayasal düzenin ve devlet idaresinin laiklik iddiasıyla çelişen fikir ve uygulamalara dikkat çektiği yerlerde haklıdır. “Diyanet İşleri Başkanı idare içinde vardır. Dinî bayramlar, resmî bayramdır. Din dersi zorunludur ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani seküler değildir, dindar bir anayasadır”, derken çelişkilere dikkat çekme noktasında haklıdır. Ayrıca, devletin İslami örgütlere üyeliğine de dikkat çekiyor. Benim açımdan da, laik olduğunu iddia eden bir devletin İslam İşbirliği Örgütü, İslam Kalkınma Bankası gibi İslam referanslı örgütlere üyeliği bir çelişkidir ve sorgulanması gerekir. Bunlar doğru ama yeni fikirler değil. İlgili literatürde bolca tekrarlanmış argümanlar.

Cumhuriyet’in laiklik anlayışını ve uygulamasını öteden beri eleştirdik ve haklıydık (bunu deyince de ‘laik troller’ zıvanadan çıkıyor). Bu eleştirilerin toplandığı iki temel nokta laiklik anlayışının ceberutluğu, baskıcılığı ve çelişkileriydi. Hatta, çelişkiler o boyuttaydı ki, aslında laiklik yoktu ve hiçbir zaman da olmadı. Bugün dolayısıyla laikliği korumaktan değil, belki doğru biçimde kurmaktan bahsedilebilir. Çelişkilere, yukarıdakilere ek olarak, daha onlarca irili ufaklı örnek verilebilir. ‘Laikliğin bekçisi’ olduğunu iddia eden bir ordu, aynı anda ‘peygamber ocağı’ olamaz mesela. Aynı ordunun genelkurmayı, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ‘Askere Din Kitabı’ isimli bir kitap sipariş verir ve o kitap da “Müslümanlığın altıncı şartı daha vardır ki o da cihattır, askerliktir. […] Bu, namazdan, oruçtan, hacdan ve zekâttan bambaşka bir vazifedir. Bu vazife yapılmadıkça öbürleri de dosdoğru yapılamaz” derse, orada laiklikten bahsetmek hayli zorlaşır. Bu arada, son örneği AKP döneminden bir örnek sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu örnek CHP’nin tek parti döneminden.

(Not: Ben bu bilgiyi, Şafak Aykaç’ın ‘Şehitlik ve Türkiye’de Militarizmin Yeniden Üretimi: 1990-1999’ başlıklı makalesinden aldım.)