VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

100 yıl sonra: Türkiye’nin kaybettiği şans

İlk modern zaman soykırımının yüzüncü yılının sonunu anmak için Yerevan’daydım. İlk Aurora Ödülü’nün verilmesine yardımcı olmak için gitmiştim. 1 milyon dolarlık ödülü kazanan Marguerite Barankitse Burundili; 1993’te ülkesinde savaş patlak verdiğinde, 25 çocuğun hayatını, onlara sığınacak bir yer sağlayarak kurtarmış. O zamandan bu yana, birkaç bin çocuğun hayatını kurtarmış. 

Yerevan’da yeni bir ruhun doğduğunu ve dünyaya yeni bir mesaj gönderildiğini gördüm. Mesajda ne öfke vardı ne de talep. İnsanlığın derin kalbine bakmış ve sayısız karanlık kırışıklığın içinde bir parça ışık bulmuştu: Yerevan’daki mesaj, başkalarının, düşmanlığın ve keyfi şiddetin ortasında kalmış masum sivillerin hayatını kurtarmak için kendi hayatını riske atan sıradan insanlara edilen ‘teşekkür’dü. Bir zamanlar, yedi kat yabancı insanlar Ermeni yetimlerin hayatını kurtarmamış mıydı? Ve şimdi o yetimler dünyanın dört bir yanında serpilmiyor mu?

Dikkatinizi çekerim, Yerevan milyonlar dağıtabilecek bir lüks içinde yaşanan rahat bir ülke değil. Ne Yerevan Cenevre gibi, ne de Ermenistan İsviçre’ye benziyor. Ermenistan acıçekmeye devam ediyor. 1915’te yok edilen 1.5 milyon Ermeni için adalet sağlanmadığından çekilen sembolik bir acı değil bu yalnızca; Ermenistan ayrıca bugün de zor zamanlardan geçiyor. Ermenistan’ın bağımsızlığının ilan edilmesinden bu yana nüfusun üçte biri ülkeyi terk etti ve ülke sakinlerinin yüzde 32’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu küçük, karayla çevrili eski Sovyet ülkesinin yaşadığı zorluklar büyük ölçüde Karabağ’dan kaynaklanıyor, çünküülkenin bütçesinin büyük bölümü savunmaya harcanıyor. Ayrıca, bu çatışmada yapıcı bir tutum sergileyip çözüm için uğraşmak yerine “sonuna kadar” Azerbaycan’ın askerî ve saldırgan politikalarını desteklemeyi seçen Türkiye’nin yarattığı zorluklar da var; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nisan ayının başında bunu bize bir kere daha hatırlattı. Türkiye, yirmi yıldan fazla bir süredir Ermenistan’a ambargo uygulayarak ekonomisine kan ağlatıyor ve insanlarını boğuyor. 

Yerevan’da duyduğum mesaj, hayatta kaldığımızı ve yaşamaya devam ettiğimizi söylüyordu. Dahası, başka bir önemli mesaj daha duydum: Açık yaralarımıza rağmen, başka insanların acılarını anlamaya ve yetersiz kaynaklarımızla onlara yardım etmeye uğraşmaya kâdiriz.

Peki 100 yıl sonra Türkiye’deki durum ne? Uzun bir yüzyıldan sonra Türkiye’nin mesajı nedir? Söylemeye gönlüm el vermiyor ama Türkiye’de pek bir şey değişmedi ve eski zihniyet daha da güçlendi. Resmi inkar söylemi hemen hemen hiç değişmedi. Türkiye’nin resmi temsilcileri Ermenilerin yok edilmesini suç olarak kabul etmedi ve politikalarını gözden geçirip Ermenilerden gasp edilenlerin bir kısmını onlara geri vermek için uğraşmadı. Türkiye, Ermenistan sınırını açmadı ki bu, Soğuk Savaş’tan kalan son sınır. Erdoğan ‘taziye’sini yüzüncü yılda değil, 23 Nisan 2014’te sundu. Tartışmaların başlaması, bir-iki kilisenin restore edilmesi gibi Türkiye sivil toplumunda kaydedilen birkaç ilerleme de korku ve baskı atmosferinde tersine döndü.

2015’te hiçbir ilerleme yaşanmamış olsa da resmi Türk politikalarının 1915’in anısını bastırma girişimleri de başarısız oldu; Gelibolu muharebesini, anmasını 24 Nisan 2015’e kaydırarak kullanma girişimi işe yaramadı. Dünya medyasının ilgisi, Papa Francis’in cesur duruşu ve soykırımdan kurtulanların torunlarının etkinlikleri, 1915’in anısının kolay kolay silinemeyeceğini gösterdi. 

Çoğu kişi, Türkiye’nin soykırımı resmi olarak tanımasının Ermenilere bir lütuf olacağını düşünüyor. Size bir şey diyeyim, bunun için bir yüzyıl kadar geç kalındı. Yüzbinlerce masum insan katledilmekle kalmamışüstüne bir de bir uygarlık Ortadoğu’dan sökülüp atılmışken, Türkiye ne yaparsa yapsın 1915’in kayıplarını telafi edemez. Soykırımın yaşandığı yerlerdeki şu anki duruma bakarsanız bazı sonuçlar çıkarabilirsiniz: Türkiye’den Suriye’ye, Irak’a ve ötesine kadar, aynışiddet dolu özyıkım dürtüsüserpilmeye devam ediyor. Yerevan’da ayrıca, Türkiye’nin sembolik olarak bile Ermenistan’a verebileceği hiçbir şey olmadığını anladım: Ermeniler, tamamen yabancı olan insanlara Aurora Ödülü’nü vererek kendi acılarını ve mağduriyetlerini sembolik bir dayanışma hareketine dönüştürüp aşmış oldular. 

Türkiye, 1915’te işlenen korkunç suçu tanıyarak yalnızca kendini karanlıktan kurtarmış olacak. Soykırım suçu ve inkarla geçen 100 yıl yüzünden Türkiye iyiyle kötüyü ayırt etmeyi başaramadı; neyin suç, neyin adalet olduğunu da göremiyor. Burada şairane konuşmaya ya da ahlaki bir değerlendirme yapmaya çalışmıyorum; ahlaki değerlerin kendilerine has çok somut tezahürleri vardır. Bir örnekle açıklayayım: 1915’te tehcir ve katliamlar İttihatçı yetkililer tarafından planlandı ve kısmen Kürt aşiretleri tarafından yürütüldü. O zamanlar Osmanlı yetkililer ve Kürt ağalar müttefikti ama Ermeniler ortadan kaldırılır kaldırılmaz merkezî yönetim Kürtlere yöneldi; onları bastırmak için de aynışiddet dolu yöntemleri kullandı; Kürtler yokmuş gibi davranmak için aynı inkâr mantığını kullandı. Güneydoğu bölgesinde hükümet askerleri ile Kürt savaşçılar arasında süren savaş, Türkiye’nin hâlâ geçmişinden kaçtığını ve kendini geçmişten özgür kılıp ilerlemekten aciz olduğunu gösteriyor. 

Türkiye barış ve adalet, ayrıca gelişme de istiyorsa, dönüp ilk günahına bakmalı; belki böylece nihayet vicdanı sızlamaya başlar.