‘Mezarıma toprak atarken hatırlarsın…’

ESRA ERTAN

Toplamı oluşturacak  parçalardan biri eksik olduğu için basıyordu o ağır sıkıntılar. Yürünmesi gereken bir sokakta yürümemiştim, okumam gereken bir kitabı okumamıştım, yazılması gereken bir cümleyi yazmamıştım, düşünülmesi gereken bir şeyi düşünmemiştim, hissetmem gereken bir duyguyu hissetmemiştim, hayal etmem gereken bir şeyi hayal edememiştim veya hatırlanması gereken bir anıyı tekrar yaşamamıştım. Her neyi yapmadıysam ruhumda dolmayan bir boşluğa neden olmuştu bu…”
Radikal Kitap ekinin Mayıs 2013 sayısında Sennur Sezer, Nezihe Meriç için kaleme aldığı yazısında şu cümleleri kurmuştu. “Nezihe Meriç usta şanını hak edenlerdendi.  Ama bu sözden hiç hoşlanmazdı. Usta diye anılan öykücü çoktu. Sevdalı densin isterdi, öykü sevdalısı. Ona sevda yakışırdı.” (10 Mayıs 2013) Öykü, okurun düş dünyasında olanak tanıdığı yeniden yaratım gücü ile  aynı zamanda bir büyüteç görevi üstlenerek, bizi yani okuru kendi içsel deneylerini yaşaması konusunda özgürleştiriyor. Bizim için, kavrama gücüyle birlikte, metni ve anlamını çoğaltabileceğimiz koşulların oluşmasını sağlıyor. Ferhat Özkan’ın, 2013’te çıkan ilk öykü kitabı ‘Logosoloji’den sonra kaleme aldığı yeni öykü kitabı ‘Yoksunlar’ raflardaki yerini aldı.  Kitaptaki öykülerin bazıları daha önce farklı edebiyat dergilerinde yayımlanmıştı. ‘Yoksunlar’ toplam on bir öyküden oluşuyor. Aslında son yıllarda öykünün bir form olarak hak ettiği ilgiyi ve önemi –belki de bunu hiç yitirmediği- göz önünde bulundurursak, metinlerinde kendi sesine sahip çıkmış genç öykücülerin edebiyat dünyamızı zenginleştirdiği ve sınırları sürekli genişlemekte olan bir biçim/anlam dünyasını okurların oyun alanına yaklaştırdıkları da göze çarpıyor.

Kitaba adını veren duygu: Yoksunluk

Kitaba adını veren duygu yani ‘yoksunluk’, öykülerin tümünün ana izleği durumunda. Özkan bu duyguyu, kurgusal düzlemde bir karakter/karakterler yaratmak yerine, tüm metinleri bir ağ gibi saran derin eksiklik, yokluk, kayıp, hatırlamak/unutmak gibi izlekleri öykülerin odağına yerleştirerek yakalamaya çalışıyor, anlam ve biçimi birbirine yapıştırıyor. Bunu yaparken kurmaya çalıştığı dil, neyi anlatmak istiyorsa onun kendisi olma fırsatını da veriyor yazara. Böylelikle okur, başka duyguları, başka hayatları, başka insanları kendinde duyabileceği, onlara dokunabileceği bir metinle karşı karşıya kalıyor. Bu tutum, Özkan’ın  yeni bir üslubun ya da yazma gayretinin peşinde olduğunun değil; kendi dilinin biçim ve anlatım olanaklarının arayışı içerisinde olan bir yazar olduğunu da okura gösteriyor. 
Anlamak ve kavramak şimdiki zamanın ruhu içerisinde başka bir güç temsiliyeti. Bildiğinin ve anladığı şeyin efendisi olma hâli, uygar insanın huzursuzluğunu büyüten, ağırlaştıran bir şey. Ancak Ferhat Özkan’ın öykülerinde insanı yormadan kendine yaklaştıran, kendiyle arasına koymak için uğraştığı mesafeleri azaltan, deyim yerindeyse şifa veren bir yanı var. Tabii bunu başarmasındaki en önemli husus, kendi iç sesine asla küsmemiş ve çelişkilerini her yönüyle tanımış, en azından bu içsel deney için uğraşmış  şefkatli bir dile/sese sahip olması. Bu anlamda duyuşsal bir metinle karşı karşıya okur. ‘Hayatımın Kahvaltısı’ adlı öyküde hafıza ve hafızanın tarihiyle, ‘Bir Gün Burnum Kokmaya Başladı’ adlı öyküde bildiği/tanıdığı kokuları kaybeden ancak bu arada kendi kokusuyla tanışan gogolvari bir burunla, ‘Eksik Nefes’ adlı öyküde kendi nefesini taşıdığı anlamlar içerisinde fark etmeye, tanımaya, ona sahip olmaya çalışan bir karakterle ve ‘Kahkaha Kaybı ve Sonuçları Üzerine’ adlı öyküde de kahkahasını yitirmiş bir  adamın trajedisiyle fantastik bir atmosfer içerisinde karşılaşıyoruz. Böylelikle ‘Yoksunlar’  işitebildiğimiz, koklayabildiğimiz, dokunabildiğimiz metinlerin toplamına dönüşüyor.

Eşyanın hafızası

Öte yandan insana dair arzuları, umutları ve çeşitli duygu durumlarını tanımlama isteği ile birlikte Özkan, eşyanın da dili üzerine bir şeyler söylemeye çalışıyor öykülerinde. Bu durum, insanı hem yaşadığı anın gerçekliği ile açıklarken diğer taraftan anılarımızın bizi söylemleştirdiği hikâyelerde de hep yeniden doğuyor, yeniden canlanıyor olmamızla alakalı. Eşyanın hafızası bu anlamda anılarımıza tanıklık eden yegâne göstergeler  olarak  bizi bu öykülerde  tamamlıyor, gerçek kılıyor. Ve daha büyük bir meselenin de göstergeleri oluyorlar aynı zamanda. Öykülerin çoğunda anlatıcı olan kişi, kendi nefsindeki belirsizliklerden, tam olarak olmak istediğinin ne olduğundan emin olamamış ruh yorgunluğundan da hüsran duyuyor. Ancak bu hüsran duygusu yıkım getiren, yabancılaştıran bir felaket olarak öyküleri biçimlendirmiyor. Anlatıcı eşyanın rehberliğinde sürekli düşünüyor, duygularını bu sayede berraklaştırıyor ve zenginleştiriyor. Bir zarf bıçağının da, bir dolmakalemin de, bir çay bardağının da söylediklerini bu sayede kavrayabiliyor okur…
Ferhat Özkan ‘Yoksunlar’ ile zengin bir anlatım ve estetik anlayışına hâkim olarak söylenegelenlere değil; insana yakın duran bir okuma pratiği vaat ediyor okura. Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan öyküler, okuyanı canlandıran, zihinsel ve duygusal bir etüde davet eden edebi niteliklere sahip.

Yoksunlar 
Ferhat Özkan
Yapı Kredi Yayınları
88 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ