Bernhard’ın öfkesinin gücü

ARTUN GEBENLİOĞLU

Her romancı, öykücü ya da şair farklı motivasyonlara sahiptir yazarken. “Yazmasaydım deli olacaktım,” der Sait Faik. İçgüdüsel bir yönelimdir onun için yazı yazmak. Paulo Coelho ise bir paylaşma yöntemi olarak görür aynı eylemi. Paylaşmayı insan olmanın bir göstergesi addeder ve paylaşmadığı takdirde kendini kaybederek çıldırma noktasına geleceğini belirtir. Oysa Thomas Bernhard gibi yazarlar için kendi hayat hikâyeleri başlı başına tetikleyici bir unsurdur. Otobiyografik anlatılar söz konusu yazarların anlatılarını kurgulama biçimlerine dair aydınlatıcı bilgiler barındırır. Thomas Bernhard’ın ‘Soğuk’unu da bu açıdan ele almak gerekiyor.

Hollanda’dan Avusturya’ya

İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak gösterilen Thomas Bernhard, Hollanda’da doğdu fakat çocukluk yıllarını Avusturya’da geçirdi. Gençlik yılları yakalandığı verem hastalığının gölgesinde, ölümle boğuşarak geçti. Hastalığı atlattıktan sonra müzik eğitimi aldı ve muhabirlik yapmaya başladı. İlerleyen dönemde hayatını sadece yazarlık yaparak kazandı. Hayatının farklı kesitlerini ele aldığı beş kitaptan oluşan otobiyografi serisi Sel Yayıncılık tarafından Sezer Duru çevirileriyle yayımlanıyor. 2016 yılının Ocak ayında çıkan serinin üçüncü kitabı ‘Nefes’in ardından Nisan ayında okurla buluşturulan ‘Soğuk’, Thomas Bernhard’ın hayatının en sıkıntılı, karanlık ve belirleyici dönemine ışık tutuyor.
“Ömür boyu, intihar edenlere büyük bir hayranlık duydum. Onların hepsini benden çok daha ileride gördüm. Ne kadar korkunç, değersiz, cansız, ucuz ve aşağılık olursa olsun hayatına sıkıca tutunan beş para etmezin biriydim ben.”

Grafenhof’ta veremle savaşırken içinde beliriveren güvensizlik duygusunu savuşturmaya çalışmıyor Bernhard. Aksine onunla yüzleşiyor ve bunu kendini hayata tekrar bağlamak için bir basamak olarak kullanıyor. Düşünce dünyasındaki gelgitler öfkesini daha gözle görülür hale getiriyor. Dizginlenemez bir öfkeyle etrafında olan biteni, ölümün normalleştirilmesini, doktorların umursamazlığını çarpıcı bir şekilde okurun yüzüne vuruyor. Kalabalık bir hastanede olmasına rağmen kendi benliğinde maruz kaldığı tecrit hali, onun doktorlarla ve diğer hastalarla olan ilişkilerine yansımakla kalmıyor, hastalığının seyrini de sürekli değiştiriyor.

“Buradan en kısa zamanda kurtulmak zorundaydım. Ama bunu başarmak için, buradaki kuralları çiğneyebilecek kadar güçlü olmalıydım. Kendi yasalarıma göre yaşamak zorundaydım. Kendi yasalarıma uyarken onlarınkileri çiğnemeliydim. Doktorların önerilerini bir noktaya kadar, benim için faydalı olabileceği noktaya kadar dinlemeli ve onları iyice gözden geçirmeliydim.”
Zamanla hastalığına dair tecrübelenen Bernhard, ikiyüzlü bulduğu doktorlara karşı gizliden gizliye bir savaş yürütmeye başlıyor. Hayatını kendi ellerinin arasına almaya karar verdikten sonra her türlü zorluğa göğüs germeyi başarıyor. Tüm güvensizliklerine rağmen inatla tutunacak bir dal buluyor. Fakat bu süreç boyunca onu ayakta tutan sadece güçlü iradesi değil. Hastanede doktorların ve hemşirelerin türlü engellemelerine rağmen kurduğu dostluklar zihnini ve sanata olan ilgisini diri tutuyor. Annesinin aynı dönemde hayatını kaybetmesi Bernhard’ın çelişkili dünyasında yeni bir çöküşe yol açsa da müzik ve yazı hayatla tekrar barışmasına aracılık ediyor.

19 yaşında veremle savaşmak

İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da çöküşe yol açması, Bernhard’ın gelişiminde önemli bir yer tutuyor. Koyu bir Nazi ve Katoliklik karşıtı olan yazar, tecrübelerinden yola çıkarak dünyayı ‘mide bulandırıcı bir yer’ ya da ‘lağım çukuru’ olarak nitelendiriyor. 19 yaşında olup veremle savaşmaktan başka bir şey bilmemiş bir gence kulak verdiğimizi düşünürsek, Bernhard’a hak vermemek imkânsız. Ayrıca, hayatının en belirleyici yıllarını hastalık yüzünden ölümün kucağında geçiren bir genç olarak ilerleyen dönemde dünyayı öfkeyle betimleyen bir yazar haline gelmesi hiç şaşırtıcı değil. Thomas Bernhard’ın dünyaya karşı olan kini sadece ‘Soğuk’ta ya da otobiyografik beşlemesinin diğer kitaplarında değil, tüm eserlerinde büyük yer tutuyor. 

Değerli bir yazarın hayatından önemli bir kesiti okurların ilgisine sunuyor ‘Soğuk’. İkinci Dünya Savaşı’nın şokunu henüz atlatamamış Avusturya’daki bir verem hastanesinde geçen yılların solukluğu ve yıkıcılığı Bernhard üzerinde büyük bir iz bırakıyor. Topluma yönelik tiksintisini doktorlara olan nefreti aracılığıyla aktaran yazar kendini çıkmazdan çıkarmayı başarıyor. Fakat bu hatıralar hayatının devamında asla peşini bırakmıyor ve onun edebiyat anlayışını şekillendiren vazgeçilmez bir unsura dönüşüyor.

Soğuk
Thomas Bernhard
Çeviri: Sezer Duru
Sel Yayıncılık
84 sayfa

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ