OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Sizi ‘ortak değerler’de buluşurken görmüşler

Geçen haftaki laiklik tartışmasını anayasa yapım mantığına bağlamak istiyordum ama yer darlığından ona sıra gelmemişti. Bu hafta onu yapalım. 

Bir açıdan baktığınızda, Türkiye’ninki gibi bir tarihe ve sosyal dokuya sahip bir ülkede, laiklik lafzı anayasada bir güvence olarak zikredilmelidir. Öte yandan, sadece laiklik deyip bırakmanın da bir muğlaklık yarattığı aşikâr. Bu muğlaklığı gidermek için laikliğin anayasada daha ayrıntılı bir tanımı verilebilir ama bu ortak tanım üzerinde toplumun, onun temsilcilerinin, dolayısıyla anayasa yapıcıların hemfikir olması neredeyse imkânsız görünüyor. Türkiye’nin temel sorunu da bu zaten: Birbirleriyle fikir, yaşayış, temel değerler, öncelikler, tercihler zemininde bırakın uzlaşmayı, yakınlaşması bile zor olan unsurlardan oluşan bir kitleden bir bütünlük yaratmaya çalışıyoruz. Tamam, bu az çok her ülkede böyledir ama Türkiye’de ayrılıklar iyice ve uzlaşmaz biçimde keskinleşti; üstüne üstlük, her kesimi şiddete meyyal bir toplumdan bahsediyoruz. Bu kitlenin bir toplum sözleşmesi etrafında bir araya gelmesi zor. Böyle bakınca, aslında henüz kurulmuş bir ülkemiz olmadığı söylenebilir. Türkiye’nin şu bilinçle anayasa yapması lazım: Biz birbirinden hoşlanmayan, hatta nefret eden, asgari müşterekleri ve uzlaşma kültürü son derece sınırlı kesimlerden müteşekkil bir kitleyiz; ortaya az çok hepimizin benimseyeceği bir anayasa çıkarmazsak birbirimizin gırtlağına sarılacağız ve bu bizim sonumuz olacak. Tarih ve coğrafya bizi birlikte değil yanyana, dipdibe yaşamaya mahkûm etti. Hepimiz bunu kabullenelim. Bu anayasa bizim son şansımız. Dolayısıyla anayasayı, ‘ortak değerler’ gibi bir yalan, bir illüzyon, sahte ve soyut bir birlik üzerine kurmaktansa, son derece somut ve sahici olan farklılıkların ve ayrılıkların çatışmayacağı bir yapıyı yaratmanın aracı kılabilmeliyiz. Birçok eksende bölünmüş, çok parçalı bir topluma anayasa yaptığımız bilincini kafalarımıza yerleştirelim. Teşbihte ne kadar hata olur bilmem ama birbirinden hoşlanmayan ve bunun farkında olan fakat başka imkânları olmadığı için aynı evi paylaşmak zorunda kalan bir grup insan gibi düşünelim kendimizi ve aynı evde farklı ve kelimenin tam manasıyla paralel yani birbirinin önünü kesmeyen hayatlar yaşayabilmenin yoluna bakalım.

Anayasa yapmanın bir bilinci varsa, bir de psikolojisi var ve o psikolojinin gerekli bir parçası da aktörlerin tedirgin olması, korkmasıdır. Herkes olabileceklerden, anayasa yapamamanın alternatiflerinden korksun, tedirgin olsun ki kendi maksimalizminden, kendi kafasındaki ideal toplum düzenini birebir anayasaya yansıtma sevdasından vazgeçsin. Onun yerine, “Bunu nasıl yaparsak, şunu nasıl düzenlersek kavga etmeyiz?” sorusunu akıllarında tutsunlar. Ya herkes kendi mecrasında akmayı becerecek, buna razı olacak, ya da tufan... Yalnız, bir noktayı açıkça belirteyim: Bütün bunlar insan hak ve özgürlüklerinin günümüzde geldiği noktadan taviz vermek anlamına kesinlikle gelmez. Bilakis, bahsettiğimiz türden bir anayasal toplum düzeninin temel mantığı bunlar üzerine oturmalıdır.

Ben geçen hafta bütün bunları yazmayı düşünürken, Abdülkadir Selvi’nin ‘Anayasada Sürprizler Var’ başlıklı yazısı önüme düştü. Onun kulis bilgilerine güvenecek olursak, AKP’nin anayasa taslağında Allah’a ve İslam’a (işte maksimalizm örneği) vurgunun yanı sıra, “milletimizin birlik ve bütünlüğünün simgesi olan değerlere vurgu yapılacak. Şeyh Edebali, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana, Ahmed-i Hani ve Atatürk, milletin birlik ve beraberliğinin simgesi olarak başlangıç bölümünde yer alacaklar.” İşte, kastettiğim yalana, illüzyona mükemmel bir örnek. Durum bu kadar trajik olmasa ben bu laflara gülerim. Memleketin yarısı, yukarıda ‘ortak değerler’ olarak zikredilen isimlerin bazılarına küfrederken, diğer yarısı kalanlara küfrediyor yahu, ne ‘ortak değer’i? Küfretmediğinin de zaten adını duymamıştır. Ülkenin batısında yoldan yüz kişi çevirip “Ahmed-i Hani” deseniz, doksanı Ahmet diye birini aradığınızı zanneder! Edebali desen, hakeza. Asgari müştereğimiz ne olacak yani? Mesnevi mi? Yahu, açın bakın, eşcinsellik göndermesiyle Mevlana’ya küfreden bir sürü adam var. Hacı Bektaş-ı Veli ise kimine göre Türkçüdür, kimine göre komünist.

Velhasıl, geçiniz bu ortak değer laflarını bir kalem. Bir yalan üzerine kurulan anayasanın kendisi de yalan olur. Kime don biçtiğimizi bilelim, sonra dar gelmesin.