BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

“Türkiye nasıl bir yer diye soran olursa…” R. T. Erdoğan’ın Yazılmamış Anıları – Fasıl 41

Bi nabız yoklayalım, seçmenimize mesaj gönderelim dedik, Meclis Başkanı İsmail’e afedersin laiklikten bahsetmeyen anayasa istiyoruz dedirttik, alçaklar fena püskürttüler. Ben de yalnız bırakmak zorunda kaldım. Her konuda böyle yapsalar, yandık bittik. 

Üstelik heriflerin uyuşuk damarlarına kan yürümesine sebep olduk. Allah’tan (c.c.), aralarında Ensar Vakfı ve Evrensel Hafızlar Derneği de bulunan sekiz imanlı STK’yı harekete geçirip İsmail’in tam yalnız kalmasını önledik inşallah.

Bu arada, tabii ki Ensar’ımızı savunmayı sürdürüyoruz. Çocuk istismarı komisyonunda vekilimiz Hatice Dudu Özkal meseleyi net koydu: “Çocuk sahibi olan herkes çocuğuna sahip olabilseydi bu sapkınlıklar yaşanmazdı” dedi.  

***

Seçmenimize dinî mesajları daha ihtiyatlı, damardan vermek lazım. Ankara Keçiören’de Dindar Nesil İçin Dindar Anayasa paneli düzenledik. “Üniversite Kıyamı” adlı gençlerimiz otobüslerde Kur’an-ı Kerim’li vaazlara başladılar. İtiraz edenlere hemen bağırıyorlar: “Allah’ın (c.c.) kitabından rahatsız oluyorsan, Allah’ın (c.c.) dünyasında yaşamayacaksın! Rahatsız olan insin aşağı!” Hakikaten de öyle değil mi yav? Ya sev ya terk et!

***

Yalnız, bazı arızi durumlara dikkat etmek lazım çünkü kimi hainlerin bozguncu propagandasına çanak tutabiliyor. Mersin’de eğitim müdürlüğümüz ile müftülük Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle anaokullarında “Değerler Eğitimi” diye konferanslar düzenlemiş, 5 yaşındaki bir velet eve döndüğünde “Anne ben ölmek istiyorum, günah işlemeden ölünce cennete gidiliyormuş, cennet çok güzelmiş” demiş.

Hemen müdahale edildi. Milli eğitim müdürüne açıklama yaptırıldı: “Çocuklara misafirperverlik gibi milli değerlerimiz anlatılırken; iyilik yapanların hem bu dünyada iyi insan olacağı, hem de vakti gelip ölünce cennete gideceği söylenmiş. Bazı art niyetli kişiler bu bölümü cımbızlamış”.

Ben de imam-hatipli öğrenci kardeşlerimizi toplamıştım, aynı mealde konuşarak destekledim: “İslam dünyasının umudu Türkiye’dir, Türkiye’nin umudu da imam hatip okullarında okuyan sizlersiniz. Sadece bu milletin değil, aynı zamanda tüm ümmetin de umudusunuz” dedim. 

***

Laf dinden açılmışken, bu alçak Paralellerin etkisindeki AİHM, temyizi de olmayan rezil bir karar verdi. Alevilere dinsel ayrımcılık yapıldığını söyledi. Çünkü neymiş efendim, devlet onlara bütçeden kaynak ayırmıyormuş. Burası Sünni Müslüman ülke be! Alevistan’a gitsinler, orda sebeplensinler bütçeden. Yallah! Ya sev ya terk et!

Ayrıca bu yabancı mahkeme, sözde cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını istemiş. Başka emrin? Bi de, kamu hizmetinin tüm dinî grupları kapsaması gerekiyormuş. Höst!

Diyanet başkanımıza derhal demeç verdirttik, aynen şöyle dedi: “Diyanet İşleri başkanı olarak, bizim millet olarak birbirimizin hakkına ve hukukuna saygı konusunda vereceğimiz ortak kararın bütün mahkemelerin kararlarından çok daha yüksek ve yüce olduğuna inanırım”. Bizim alçaklar bu anlamlı cümlenin anlamını çözene kadar vakit kazanırız hiç olmazsa.

Tabii, hainler buna derhal saldırdılar. Yok efendim, Anayasanın 90/5 maddesine göre AİHM kararları kanunlarımızın üstündeymiş! Höst! O maddeyi 2004’te biz getirdik, bize mi öğretiyorsun? Öyle mi demek o? Milli irademizi temsil eden kanunlarımızın üstünde yabancı irade olamayacağını bilmiyor musun?

***

Zaten o 90/5’i de en münasip zamanda halletmek gerekiyor. Ama önce şu dokunulmazlıkları dürelim. Kanlı terör örgütü vekillerini bir an önce Meclis’ten atalım da yer açılsın. Önümüz açılsın. Komisyon’da yedikleri dayaktan sonra PKK marşıyla yürümeleri de işin tuzu biberi oldu ki, tadından yenmez!

Allah (c.c.) bin bereket, Kılıçdaroğlu hem Anayasaya aykırı deyip hem de anayasa değişikliğimizi desteklerken ve MHP’de liderlik kavgası hepsini en keskin AK Partili yapmışken elimizi çabuk tutmalıyız. Ortam bozulmadan, en uygun anda erken seçimi bastıracağız inşallah.

Ortam bozulmadan dediğim, gerçi MKYK konusunda kolunu kanadını kırdım ama bu Sadrazam Ahmet Dışişleri’ni, askeri ve MİT’i yanına çekip partimizi daha fazla bölmeden. Tabii ayrıca, hainlerin fırsat ittihaz ettikleri kimi durumlar oluyor, partimiz onlardan menfi etkilenmeden. Kimi durumlar dediğim:

Mesela, Besle Kargayı Oysun Gözünü DAEŞ’in Kilis’i vurup durması. Ayrıca durmadan canlı bomba yollaması. Bunlar bize pahalıya patlamaya başladı. Şimdi de Şanlıurfa Başsavcılığı’nın Eylül 2015’te bile DAEŞ’e “malzeme” gönderildiğini iddia eden iddianamesi çıktı başımıza! Bu ne biçim cumhuriyet savcısı yav? Tabii ki Paralel savcı! HSYK’mız uyuyor mu?

***

Mesela, ben diyorum Dündar ve Gül casustur, savcı kalkıyor mahkemede diyor ki casus değildir! Tabii ki Paralel savcı!

Mesela A. Hakan’ın pataklanması olayında eski özel harekatçının dayağı atan şahsa verdiği talimat mesajları siliniyor, ama duruşmada bi ortaya çıkıyor ki polis bu mesajlaşmaları kurtarmıştır! Bu ne biçim polis yav? Tabii ki Paralel Polis! Tam temizleyemedik gitti alçakları. 17-25 Aralık iftiralarından sonra 3.146 kişiyi gözaltına aldırdık, 629 kişiyi tutuklattırdık, buna rağmen!

Mesela, neymiş efendim, emniyet genel müdürümüz illere genelge yollamış da, patlamalı olaylarda ilk yarım saatte yapılacak işlemler sayılırken “yayın yasağı kararı alınması”nı 3. sırada, “ambülans gönderilmesi”ni ise 6. sırada zikretmiş. Ne var bunda? Polisin acil görevi olayın tekrarlanmasını ve şüyu bulmasını önlemektir. Zaten nasıl olsa insanlar ambülans çağıracaklardır. Ama yine de bunlar kaba saba hatalar. Niye ikisini de aynı sırada zikretmiyorsun da bu hainleri başımıza tebelleş ediyorsun?

***

Mesela bi de, sokağa çıkma yasağı sırasında Sur’da çekilmiş ve yutuba yüklenmiş rep klibi meselesi var: “SAT5 Yalnızım Atam”. Bu da kaba saba bi hata. Tamam, kusursuz bi çekim. Çok sanatkarane. Oynayan polis de çok güzel oynuyor; sanki profesyonel. Fakat ölçüyü kaçırmışlar. Teknik olarak fazla mükemmel; TRT’nin ve Foto-film Merkezi’nin katkısından bahsettirecek kadar. İHA bile kullanılmış. Durduk yerde laf getiriyor bize. Üstelik ya bunu yapmayacaksın yahut yaparsan o polisi açığa almayacaksın!

Ama aslında o kadar da dert sayılmaz. Çünkü bizim nelere kadir olduğumuzu görsünler de pıssınlar alçaklar! Ayrıca, adını da iyi koymuşlar, “Atam” lafı geçiyor; ulusalcılar bayılmıştır. Zaten Kürt dedin mi, adamımız bu aslanlar!

Kürt deyince aklıma geldi, o partiden sözde profesör Mithat Sancar komisyonda ukalalık edeyim derken, “Oskar Vayld’dan size bir söz aktaracağım” demiş. Bu hainlerin milli ve yerli kültürü de sıfırdır ya, bizimkiler taşı gediğine koymuşlar, “O da kim, sen bize Necip Fazıl’dan söyle!” demişler. Ağızlarına sağlık! Hatta yine bizimkilerden biri, Oskar’ı bilmiyorlar sanılmasın diye, “Oskar ödüllerinden bahset” demiş…

***

Haa, unutmadan, İHA deyince de aklıma geldi, bu Amerikalılar bize DAEŞ’e karşı silahlı İHA satmak istemiyorlar. Biliyorlar, kanlı terör örgütüne ve onun Suriye’deki uzantısı terörist YPG’ye karşı kullanacağımızı! Oturduk sabırla anlattık,’Biz DAEŞ’i gidip hava kuvvetlerimizle vuramıyoruz çünkü uçaklarını düşürdüğümüz Ruslar sınırdan çıktığımız anda bizi düşürür’, diyoruz, anlatamıyoruz.

Yani, biz dostlarımıza silah veriyoruz ama dostlarımız bize silah vermiyor. Müslümanın Müslümandan Başka Dostu Yoktur!

***

Bu Kut’ül Amare meselesinde bile pürüz çıktı. Biz 29 Nisan’daki bu Osmanlı zaferimizi Kemalist 23 Nisan’ı unutturmak için gündeme getirmiştik. Bi ortaya çıktı ki, 2014’teki bi TV tarih programında konuşan Dr. Necdet diye biri, “Manevi Babam” dediği Kut’ül Amare komutanımız Halil Paşa’nın alkolik olduğunu, burnundan sondayla rakı aldığını, kendisine de “Evladım, mezar ziyaretinde başucuma bir şişe rakı dök!” dediğini iddia etmiş!

Tabii ki hezeyandan ibaret! “Manevi” dediğine göre mirasına girememiştir de ondan iftira ediyordur cennetmekan Halil Paşamıza, diye izah ettik seçmenimize hemen.

Yok mu ceza kanunumuzda merhum kahramanlara iftirayı cezalandıran madde? Yok ise hemen koyalım! Yok kanun, yap kanun!

***

Akademisyenlerden bahsetmedim, çünkü tiksiniyorum bu alçak, lümpen, zalim, terör örgütünün maşası, kapkaranlık, hain, cahil, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş güruhtan. Ama şu kadarını söyleyeyim ki teker teker işten atılıyorlar, haklarında da dava açılıyor.

Niye böyle, çünkü üzerlerine gidince ödleri kopuyor emeklilerinin bile. Ancak 3 kişi dava açabildi bana, üçüncüsü de kimseciklere duyurmadı. Şükür ki idrak edemiyorlar, “dokunulamaz” kişiyken “dava edilebilir kişi”ye dönüşürsem karizmamın ne biçim çizileceğini…

Asıl dava açılması gereken, şunu tivitırdan yollayan herif: “Türkiye nasıl bir yer diye soran olursa, muhtarları toplayıp profesörleri şikayet eden bir cumhurbaşkanımız var deyin, onlar anlar”. Arattırıyorum.

***

Sinirlerim bozuldu yine. Neyse, daha layt bir not: Geçenlerde benim uçağın kokpitine girdim, pilotların kullandığı frekanstan herkese “26 Nisan Dünya Pilotlar Gününüzü Kutluyorum” dedim. Bu kanaldan her şeyin İngilizce olarak da söylenmesi gerektiğinden, hazırlıklıydım, kağıda yazdırmıştım, “Ay selebreyt vorld paylots dey!” dedim.

Van minüt’ü zamanında söylerken kağıda falan bakmamıştım ama, bu daha uzun bir cümle, neme lazım, Türkiye Başkanı yanlış söyledi demesinler.

***

Yine ağız tadıyla bitirelim:

Bu yılın başlarında karısı bana hakaret edince sesini kayda alıp savcılığa şikayet eden bir şoför vardı. Boşanma davası da açmış. Bu hafta hakim tek celsede boşamış. Çok iyi olmuş. Böyle karıdan hayır mı gelir yav? Şimdi helal süt emmiş yeni bi tane alır.