LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Hayaller meyhanesi

"bu zıkkımın yanında
Arnavut ciğer ister, bir
çiroz salatası ister, iki
cacık ister, üç"

Metin Eloğlu

Tescilli obur olmanın da zor yanları var. “Tescilli” derken, yemeyi içmeyi seven biri olduğumu 100 metreden belli eden heybetli gövdemden bahsediyorum tabii ki. Yoksa, gazetede yazmamı kimsenin pek umursadığı yok...

“Bu herif bol bol yiyordur, üstelik şarapçı, şundan bir-iki yer tavsiyesi alalım” diyen pek çok yeni tanıdık var. Yeni tanıdıklar istiyor bu tavsiyeyi, çünkü eskiler benim bu konudaki umutsuz görüşlerimi çok iyi bildiklerinden bana pek böyle taleplerle gelmiyorlar. Onlar genelde market rafı önünde şarap seçerken beni aramayı tercih ediyorlar.

Maalesef hep aynı cevapları vermek zorunda kalıyorum. Çocukken babama çok kızardım, hep aynı yerde yemek yedikleri için; şimdi ben aynısı oldum. Meze, balık, meyhane denince, her ne kadar meyhane olmasa da, şahane mezeleri yüzünden Kıyı geliyor aklıma önce.

Kıyı’yı sevmek için onlarca neden var; gerçek bir ‘barba’ olan sahibi Yorgi Sabuncuoğlu bunların başında geliyor, bir de benim nezdimde dünyanın yedi harikasından biri olan taraması...

Bu listeye, Burgazada Fincan, Heybeliada Mavi, bir de Giritli eklenebilir.

Bunların dışında, bir de hayallerimdeki meyhanem var. Metin Eloğlu bir meyhane için olmazsa olmazları saymış ama ben biraz daha müşkülpesent olduğumdan, o listeyi epey uzatacağım.
Bir defa, meyhanen kendi mahallende olacak. Yemekleri kadar önemli bu. Eve gelirken önünden geçip kafayı içeri uzatabileceksin. Sonra, içeride bir-iki tanıdık, tanıdık değilse bile göz aşinası olduğun birileri olsun.

Adam gibi bir müziği olsun ama bağırmasın. Bir de, artık lütfen sadece Yunanca çalmasın. İkrah geldi. Yunanistan’da bile çoğu yer bizim cemaatin gittiği yerlerden daha az Yunanca müzik çalıyordur. Bu arada, yanlış anlama olmasın, Yunanca müzik severim ama, bir yere kadar...

Meyhaneler artık ya modern meyhane denip beton bloklar ve çağdaş sanat eserleriyle dolu oluyor, ya da sahibi yıllar önce ölmüş ve o öldükten sonra hiç dokunulmamış gibi duran eski eşyalarla. Biraz zorlamadan dekore edilmiş, mümkünse karanlık değil ama loş bir yer olsun.

El kadar mezeye ufak bir servet istemesin. Rakıyı, alış fiyatını en fazla ikiyle çarpıp satarken, şarabı beşle çarpmasın. Meyhane denince aklımıza rakı gelse de, şarap da meyhane masasına çok yakışır. Menüsünde bir-iki iyi şarap, bira bulundursun.

Mutlaka beyin, çiroz, tarama, şap gibi olmayan turşu, iyi pastırma olsun. Dolma, ağırlığından yana yatmış, kalın sarılmış olsun ve yanında bol cevizli bir çerkes tavuğu olsun. 

Filmlerden çıkma, beyaz serpuşlu bir meyhaneci aramıyorsak da, adap bilen bir meyhaneci hiç fena olmaz.

Garsonlar servis ettikleri yemeklerin tadını bilsin, ara çayı falan gibi garip âdetlere itibar etmesin...

Çok mu şey istiyorum? Belli ki evet. Çok şey olmasa bunları yapan yerler olurdu değil mi?

Ama yok, olanların sayısı bir-ikiyi geçmiyor maalesef. Sorun tamamen işletmeciler ilgili değil bence; müşterinin de epey sorumluluğu var bu işte.

“Her toplum hak ettiği gibi yönetilir” diye bir söz var. Aynı şekilde, her toplum hak ettiği gibi meyhaneye, restorana muhtaç kalıyor bence. Böyle olmasa aynı mezeciden kovayla meze alıp satan yerler ayakta kalabilir miydi? Hadi ona “Herkesin lezzet beklentisi farklı, oralardan da keyif alanlar var” diyebilirsiniz. Ama hiçbir şeyi umursamamakta da üstümüze yok. Sadece bir ay önce müşterisini tartaklayan ve bunun arkasında gururla duran bir meyhane hâlâ iş yapıyor, masalarını yok satıyor.

Her şeyin kötüsüne mahkûmuz galiba.

Ben bu hayal kırıklığımı bir-iki kadeh rakıya gömeyim bari. Hayallerimin meyhanesine en yakın olan Kıyı’da hayata geçireceğim bu onurlu eylemimi; canı çekeni beklerim.