YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Çatırdama

Önümüzdeki Pazartesi yani 16 Mayıs’ta, HDP’li vekiller başta olmak üzere, haklarında dosya bulunan vekillerin dokunulmazlıklarını kaldıran anayasa değişikliği teklifi TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacak. Geçen hafta da dikkat çektiğimiz gibi, tarihsel bir kavşak olacak bu. Teklif belirli bir süreye kadar olan dosyaları kapsayan, geçici bir değişiklik öngörse de (ve zaten esasen bu haliyle Anayasa’ya aykırı olsa da), hedefte HDP’li vekiller olduğu açık. HDP kanadı bu hamleye Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın ağzından “Halk yeni bir parlamento kurar” yanıtını vermişti. Bu sözlerdeki ima tartışılırken, HDP Şanlıurfa vekili Osman Baydemir, biraz da bu sözlere açıklık getirme vasfı taşıyan şu açıklamayı yaptı: 

“Hem Anadolu’nun, hem Mezopotamya’nın, hem Kürdistan’ın ve hem de Türkiye parlamentosu olmasını isterdik. Hepimizin çatısı olsaydı. Ancak, o kapı Kürtlere kapandı. Biz şimdiye kadar aynı evde, aynı çatı altında bir yaşam sürdürelim istedik. İnsan bir evde birlikte yaşayamıyorlarsa, insanlar bana göre komşu olsa daha iyidir.”

Bu sözler de bir tür “Kendi başımızın çaresine bakarız” sinyali olarak yorumlandı, öyle görüldü. Gelinen noktada mesele gayet açık. Kürt siyasi hareketinin genişçe bir kanadı, bugüne kadar, şartlar ne olursa olsun Ankara’da siyasi temsiliyeti önemsedi, parlamento içinde kalmaya, seçimlere katılmaya dikkat etti, tüm olumsuz şartlara rağmen neredeyse 25 yıldır bu konuda ısrarcı oldu. Bu sadece tepedeki bir kesimin kararı da değildi. Bu ısrar, çok açık görülüyor ki, tabanda da karşılık buldu. Yani Kürt siyasi hareketinde temsilini bulan Kürt nüfusun büyük bölümü de, deyim yerindeyse ‘sistem içinde’ kalmaya gayret etti. Temsilcilerinin sürekli hapse atılmasını, haklarında peşpeşe davalar açılmasını, muhatap alınmamasını sineye çekti, her seçime güçlü bir çoğunlukla katılarak bu konudaki ısrarını dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişiselleştirdiği rejim, şimdi bu temsiliyeti TBMM’den atmak için büyük bir gayret gösteriyor. Bu gayretin Kürt kanadında doğuracağı his bellidir. Tüm şu yukarıda saydığımız ısrara rağmen, parlamenter sistem tarafından dışarı atılmanın bu tabanda “istenmiyoruz” hissi yaratacağını tahmin etmek zor değil.

Devlet bu tehdidi daha önce de gündeme getirmiş, bu tehdit bazen kuvveden fiile de dönüşmüştü. Ancak bu seferki tehdit Sur’un ve diğer ilçelerin neredeyse tamamen yıkılması, Cizre’de 100 kişinin bodrumlarda öldürülmesi ve özel tim elemanlarının ırkçı slogan ve duvar yazıları eşliğinde geliyor. Ve tüm bu ‘kamulaştırma’ hamlelerinin bölgedeki demografiyi de değiştirmeyi amaçladığı gayet açık.

Tüm bu operasyon, belli ki Kürt siyasi hareketinde yeni arayışlara yol açmış. Şunu açıkça söylemek isterim: Batı, eğer TBMM’de düşünülen hamle gerçekleşirse, HDP’yi çok arayabilir. Kürt meselesinin çözümünde ‘seçilmiş’ bir muhatap varken bunu elinin tersiyle itmek, çok açık ki meselenin çözümü için hiç de yardımcı olmayacaktır. Başta CHP olmak üzere tüm siyasi aktörlerin bu denklemi göz önüne almasını ummakta ve tavsiye etmekte fayda var.

AKP’ye gelince; bir hafta içinde çok şey oldu ve Davutoğlu, Erdoğan kliğinin hamlesiyle oyun dışında kaldı. Geçen hafta da söylediğim gibi, Erdoğan ve çevresinin parlamenter sisteme yönelik bir darbesiyle karşı karşıyayız.

Davutoğlu veda konuşmasında meseleyi elbette böyle tarif etmedi, ancak arkadan hançerlendiğini söylemeden duramadı. Yine de, Erdoğan’la karşı karşıya gelmemeye özen gösterdi.

Ancak bu aşamadan sonra olanlar, suların durulmadığının da göstergesi. Davutoğlu’nun, basın toplantısından sonra seçim bölgesi ve memleketi olan Konya’ya gitmesi, orada ilgiyle karşılanması, olayın sıcaklığı içinde verilen tepkiler olarak görülebilir. Ancak öyle görünüyor ki, AKP içinde hesaplaşma bitmiş değil; kendilerini Davutoğlu’na yakın gören kesim bir süre daha savaş meydanında kalmaya niyetli. Eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski danışmanı Ahmet Sever’in “Gül’ü de bu yöntemlerle yıldırmışlardı” mealindeki açıklamaları, bir başka muhalif kanadın varlığını hâlâ koruduğu ve uygun ortamı beklediği şeklinde de okunabilir.

AKP ise 22 Mayıs’ta yapılacak olan kongreye kadarki günleri uygun (AKP’lilerden gelen değerlendirmelere bakılacak olursa “düşük profilli”) bir başbakan adayı arayarak geçirmekte. AKP ve medyasının bu dramatik tabloyu hiç mesele etmeden sindireceği belliydi. AKP içinde genişçe bir kesim, “Reis acaba beni seçer mi?” diye, yüreği pırpır vaziyette beklemekte. AKP ideologları da Erdoğan’ın siyaseti hâlâ ne kadar da ustalıkla dizayn ettiğini vazetmekle meşgul.

Tüm bu süreçte AKP’nin medyayı dizayn etmeye bu kadar önem vermesinin ardında neyin yattığını da bir daha görmüş olduk. Davutoğlu’nun kenara atıldığı günlerde yaygın kanalların hiçbirinde bunun siyasete bir ‘müdahale’ olduğu yönünde bir yorum duyamadık. Herkes olup biten şey gayet olağanmış gibi konuşmakta, yorumlarını ona göre yapmaktaydı.

Görünen o ki, Erdoğan önce ‘Mr. Nobody’ vasfında bir adayı alıp AKP kongresinde seçtirecek, sonra da ‘partili cumhurbaşkanı’ teklifini TBMM’den geçirerek partinin başına da geçmeyi deneyecek.

Bunu belki de becerecektir. Ancak bu kadar güç temerküzü karşısında AKP’nin de artık çatırdamaya başladığı görülüyor. Bakalım Erdoğan’ın –bitmeyen– 18 Brumaire’i ne kadar sürecek..