Peki ama hangi sol?

EMRE CAN DAĞLIOĞLU

Dünyada 1980’lerde başlayan ‘geçmişle yüzleşme’ dalgasının Türkiye’ye uğraması ancak 2000’leri buldu. Türkiye solu da bu hafıza inşasından nasibini alırken, bu yüzleşmenin ne kadar başarılı olduğu bir yana, sosyalizmin kimlik meselesine yaklaşımı da sürekli olarak sorgulandı. Can Kakışım’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Sınıf, Etnisite ve Kimlik: Sosyalist Paradigmanın Evrimi’ kitabı bu sorgulamanın seyrini tutuyor. İddialı bir isme sahip olan bu çalışma, teorik alana yönelik yapılan araştırmada sosyalist literatürde ‘kimlik meselesi’nin nereden nereye geldiğini başarıyla okuyucuyla buluşturuyor. Fakat kitabın aynı şekilde Türkiye solunun seyrini takip ettiği bölüme gelindiğinde bakış açısında ve araştırma derinliğinde sorunlar zuhur ediyor.

Osmanlı solculuğu

Öncelikle Osmanlı solculuğu bahsinde, Kakışım, tarihsel başlangıç noktasını Mustafa Suphi ve TKP’de görmek hatasına düşmese de, genel olarak gayrimüslim örgütlenmeleri görmezden geliyor. 1899’daki İkinci Enternasyonel’e Osmanlı’yı temsilen katılmış olan ve Yahudiler başta olmak üzere Bulgar, Rum ve Türk üyelerden oluşan Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun kitapta bahsi bile geçmiyor. Halbuki 1913’te Selanik Osmanlı’dan kopana kadar Trablusgarp ve Balkan Savaşları gibi kriz anlarında dahi din ve milliyet farklılığını açıkça lanetleyerek, enternasyonalist tutumla büyük gösteriler ve grevler düzenleyen ve yayınlar yapan bir örgütün etnik mesele üzerine ortaya koyduğu önemli bir miras mevcut. Bu noktada anlıyoruz ki, kitapta Türkiye solunun sınıf ve kimlik meselesinden anlaşılan genelde olduğu gibi Türk sol hareketlerin bu konudaki beyan ve tutumları. Zira kitap yakın döneme gelindiğinde de 70’ler ve 80’lerde Özgürlük Yolu, Rızgari, Tekoşin, Kawa ve KUK gibi Kürt sol örgütlerin isimlerine ya yer verilmiyor ya da adları birkaç cümlede geçiyor. Kitapta Kürt hareketi adına bir tek PKK’ya yer veriliyor.

Buna ek olarak, Kakışım, gayrımüslim örgütlenmeleri, genel olarak sosyalizmi milliyetçi amaçlarını gerçekleştirmek için yararlı araç olarak gördükleri şeklinde genelliyor. Yazar, Türk sosyalistlerini de bu araçsallaştırmayı uyguladığı görüşünde olsa da, bu genellemenin bu kadar kolay yapılmasını sağlayacak herhangi bir referans metne maalesef ki yer vermiyor. Ermeni devrimci örgütleri Taşnaktsutyun ve Hınçaklar’ın 1880’lerin sonundan 1915’e kadar ideolojik ve stratejik salınımları bu genellemeye sığmayacak birçok noktaya sahipken, ne bu örgütler ne de diğer gayrimüslim örgütlerini özel olarak inceleyen hiçbir araştırmaya yaslanmadan bu çıkarımın yapılması araştırma derinliğine dair ciddi soru işaretlerine sebep oluyor.

Bu soru işaretleri benzer genellemelerin ilerleyen sayfalarda devam etmesiyle güçleniyor. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C), içinden çıktıkları Milli Demokratik Devrim (MDD) çizgisiyle tamamen bir tutuluyor ve incelemeye dahil edilmiyor. MDD çizgisiyle girdiği polemiklerle adını duyuran ve 1973 sonrası solun bir anlamda kurucu babası olan Mahir Çayan’ın ‘ulusal sorun’ üzerine görüşlerine yer verilmemesi, çalışmayı ne yazık ki eksiltiyor. Özellikle kimlik meselesi ve Kemalizm’le mesafe bağlamında Türkiye solunda ayrıksı bir damarı temsil eden İbrahim Kaypakkaya’nın TKP-ML’si ve fikirlerini takip edecek olan örgütlerden ötürü solda özneleşmiş bir düşünür olarak yazılarının incelenmemiş olması, bu çalışma için önemli bir kayıp.

Türkiye üzerine yapılan araştırmanın bir bölümünün yalnızca ikincil kaynaklara dayandırılarak, örgütlere ait yayınların nadiren incelenmiş olması, mercek altına alınan Halkın Kurtuluşu (HK), Devrimci Yol ve Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin (TİİKP) çıkardığı yayınlar incelenmemesi, özellikle HK gibi çıkardığı dergi sayesinde etki gücünü sağlamış bir örgüt üzerine yapılan yorumlarda boşluklara sebep oluyor. Aynı şekilde, TİİKP’nin 12 Mart Darbesi sonrası açılan davada yapılan ve 1974’te yayımlanan, özellikle kimlik meselesine dair önemli açılımlar içeren ‘Savunma’sına yer verilmemiş olması da bu anlamda ciddi bir eksikliğe işaret ediyor.

‘Irkçı tedbir’

Öte yandan, 1960’ların en etkili yayınlarından Yön dergisinin yaklaşık 6 yıla yayılmış 222 sayılık külliyatından toplamda 12 makale üzerinden kimlik meselesine dair çıkarımlarda bulunmak, söz konusu yorumları maalesef ki yüzeysel kılıyor. Niyazi Berkes’in o dönem gündemde olan Kıbrıs meselesinden yola çıkarak yazdığı ‘Patrikhane ve Ekümeniklik’ yazı dizisinden alıntılanan makaleyle, ‘azınlıkların kültürel talepleri’ne karşı çıkıldığı öne sürülse de, meselenin bağlamı Türkiyeli Rumların ‘kültürel hak talebi’ değil. Derginin diğer yazarlarından İlhan Selçuk, Samim Kocagöz ve Semih İdil’le birlikte, Berkes de Ekümenik Rum Patrikhanesi’ne karşı düşmanca bir tutum benimsemesine rağmen, derginin muhtemelen Doğan Avcıoğlu’nun yazdığı bir yazıda 1964 Rum Tehciri’ni ‘ırkçı tedbir’ olarak nitelemesi, gözden kaçmaması gereken bir detay. Buna paralel olarak, kitapta yer alan Yön dergisinde azınlık okullarının ‘sıklıkla’ nifak tohumları olarak resmedildiği iddiası da alıntılarla ispata muhtaç. Ayrıca 1960’ların başında, Sait Kırmızıtoprak ve arkadaşlarının Musa Anter’le Kürtlerin mücadele alanı üzerine yaşadıkları tartışma, Kürt gençliğinin siyasi dağılımı anlamında önemli ipuçları içeren bir metin, Kırmızıtoprak’ın kimlik meselesinde Yön dergisi çizgisiyle uyum sağlama zorunluluğuna ve ‘sadakat bildirimi’ne indirgenmesi de benzer bir sorunun sonucu.

‘Çokkültürcü dönem’

Kitapta 1970’lerde etkin olan diğer örgütler Kurtuluş ve TKP’nin birincil kaynaklara dayanarak, çok daha detaylı işlenmiş olduğunu da söylemek gerek. 1980 sonrasında, kitapta ‘çokkültürcü dönem’ olarak isimlendirilen yıllar, Yeni Gündem ve Birikim’le açılıyor ve Kakışım, kimlik meselesine dair bu dergilerin oluşturduğu teorik altyapının Türkiye sosyalistlerinin meseleye yaklaşımlarını kaydırdığı görüşünde. Önemli sayıda örgüt, ‘azınlık hakları’ konusunda devlete baskı yapma noktasındaysa da, bunların Türkiye solunun anadamarını temsil edip etmedikleri veya ne kadar etkiledikleri önemli bir soru işareti.

Son olarak, Kakışım’ın defaten tekrar ettiği ‘azınlık hareketleri’nin Türkiye’deki yansıması gayrimüslimler özelinde tam olarak hangi örgütlenmelere ve toplumsal taleplere denk düşmekte olduğu cevabı gereken sorulardan biri. ASALA’yı istisna addedersek, 90’ların sonuna kadar gayrimüslimlerin hak taleplerini yüksek sesle gündeme getirecek bir hareket ya da örgütlenmeye sahip oldukları iddiası bir hayli yanıltıcı. Zira Türkiye solunun özellikle ‘Türk solu’nun silahlı mücadele geçmişini çoğunlukla ‘kahramancı’ bir anlayışla sahiplenirken, bu anlamda ASALA’yı bu tarihsel anlayışın bile dışında bırakması, önemli bir inkârcılık ve ‘Türklük’ sorununa işaret ediyor.

Sınıf, Etnisite ve Kimlik
Can Kakışım
İletişim Yayınları
304 sayfa.