Beklemekten Öte Galata’da

Hrant Dink Vakfı, Free Press Unlimited ve Gümrü Gençlik Girişim Merkezi’nin girişimleriyle gerçekleşen ‘Diyalog için Multimedya’ projesinin ürünleri, ‘Beklemekten Öte... Türkiye-Ermenistan Sınırından Hikâyeler’ başlığıyla Galata Fotoğrafhanesi’nde sergileniyor.

LORA BAYTAR
lora@agos.com.tr

Türkiye’den ve Ermenistan’dan beşer fotoğrafçının katılımıyla geçen yaz hayata geçirilen, sınır kentleri Kars ve Gümrü’de yaşayan insanların gündelik hayatlarını, bekleyişlerini ve yıllardır devam eden diyalogsuzluk ortamını anlatan fotoğraf projesinin ürünleri, ‘Beklemekten Öte... Türkiye-Ermenistan Sınırından Hikâyeler’ başlığıyla sergileniyor. Hrant Dink Vakfı, Galata Fotoğrafhanesi, Free Press Unlimited ve Gümrü Gençlik Girişim Merkezi’nin girişimleriyle düzenlenen projede, fotoğraf sanatçıları Aleksey Manukyan, Anıl Çizmecioğlu, Anush Babajanyan, Arif Yaman, Armine Vardanyan, Deniz Pekkıyıcı, Eren Aytuğ, Marianna Vardanyan, Sofia Danielyan ve Volkan Doğar’ın ortak çalışmasıyla ortaya çıkan multimedya belgeseller, 1-30 Haziran tarihleri arasında Galata Fotoğrafhanesi’nde gösterilecek.

On fotoğrafçı, beş belgesel

Proje kapsamında, Türkiye’de yapılan atölye çalışmasının ardından, fotoğrafçılar, biri Ermenistanlı, biri Türkiyeli olmak üzere ikişer kişilik gruplara ayrıldılar ve birer multimedya belgesel hazırladılar.

Anush Babajanyan ve Volkan Doğar’ın ‘Bayandur: Sınırın Sesi’ başlıklı, beş dakikalık çalışması, sınır köyü Bayandur’daki müzik okulunun çocuk müzisyenlerini konu alıyor.

Arif Yaman ve Marianna Vardanyan’ın çalışması ‘Kima’yla Yürümek’, yıllarca Türkiye’den bir misafirin kapısını çalıp kendisini ziyaret etmesini bekleyen Kima’nın Erzurum’da başlayan zorunlu göç hikâyesini ve Gümrü’nün gündelik hayatını anlatıyor.

Aleksey Manukyan ve Deniz Pekkıyıcı, ‘Konteyner’de Ermenistan ve Türkiye arasındaki sınır çizgisini oluşturan Arpaçay’ı merkeze alarak, bir Kürt ve bir Ermeni’nin seslerinin birbirine ulaşmaya çalışmasını anlatıyor.

Anıl Çizmecioğlu ve Sofia Danielyan’ın ‘Öteki Anılar’ında, dedesinden dinlediği evlerin, köylerin, kiliselerin izini süren Sofia’nın yolu Kars’ta kentsel dönüşümün getireceği yıkımı bekleyen bir mahalle ile kesişiyor.

Armine Vardanyan ve Eren Aytuğ ise, ‘İstasyon’da, çalışmayan bir trenin istasyon görevlilerini anlatıyor.

Proje, Türkiye ve Ermenistan’dan genç fotoğrafçıların ortak üretimlerine olanak sağlamayı ve iki ülke arasındaki diyalog sürecine katkıda bulunmayı hedefliyor.

(üstteki fotoğraf) Volkan Doğar:

‘Dinlemeye, anlamaya, dokunmaya ihtiyacımız var’

Partnerim Anush Babajanyan ve ben, fotoğrafçı Erhan Arık’ın Bayandur adlı sınır köyünde çektiği bir fotoğraftan etkilendik ve Gümrü’ye 30-35 km uzaklıktaki o köye gittik. Köyde bir müzik okulu vardı. Karşı taraftaki Türk köyünden gelen ezan, ilk duyduğumuz ses oldu. Ardından, müzik okulundan yükselen piyano ve trompet seslerini duyduk.

Gümrü’ye gece varmıştık. Nerede olduğumu pek anlamamıştım. Sabah uyandığımda, bir anda geçmişe yolculuk yapmış gibi hissettim kendimi. Gümrü, bir sanatçı için inanılmaz bir yer. Tabii, yoksulluğu hemen soluyorsunuz. Anush’la köye vardığımızda, bize kim olduğumuzu sordular. Benim Türkiye’den geldiğimi öğrendiklerinde, yaşı kemale ermişler, ilk günden son güne dek dert yandılar, öfke kustular. Örneğin, Ağrı’nın bir köyünde doğmuş olan bir yaşlı, benden, döndüğümde o köye gitmemi, fotoğraf çekip ona göndermemi istedi. Kimi, Kürt olduğumu öğrendiğinde aynı kaderi paylaştığımızı, acılarımızın ortak olduğunu dile getirdi. Tüm bu konuşmalar insanı çok etkiliyor. Elimden geldiği kadar dinlemeye, tanıklık etmeye çalıştım.

Bu sürecin en keyifli kısmı, çocukların oyun dünyalarına kattıkları enstrümanlarıydı. Her biri trompeti, davulu, piyanosuyla oyun oynuyordu. Onlar için müzik, tüm yoksulluklarına ve ötelenmişliklerine rağmen, ısrarla yapılmalıydı.

Anlamaya, dinlemeye, yaklaşmaya, dokunmaya ihtiyacımız var. Birbirine bu kadar yakın, ama bir o kadar uzak iki halkın aslında ne kadar aynı olduklarını yakından anlamış oldum bu projeyle.

(üstteki fotoğraf) Arif Yaman:

‘Kima bizim için  bir şehrin özetiydi’

Bu gibi kültür-sanat etkinlikleri aracılığıyla diyalog kurmaya dönük projeler, insani tarafımızı ortaya çıkarmaları ve konuşabileceğimiz, tanışabileceğimiz alanlar yaratmaları açısından çok önemli. Ermenistan ile Türkiye arasındaki devletler düzeyindeki sorunlar hakkında (sınırın açılması, Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi vb.) bugüne dek söylenegelen siyasi laflar, insanları birbirinden uzaklaştırmaktan öte bir anlam taşımadı. Bu gibi projelerin, bu sözlerin ötesine geçilmesi, hesapsız kitapsız bir duyarlılıkla ve insan hikâyeleri aracılığıyla gerçeğe işaret edip siyasi algılarımızın kırılması adına ö-nemli olduğunu düşünüyorum.

Partnerim Marianna Vardanyan’la birlikte Gümrü’ye gittiğimizde aklımızda belirgin bir konu yoktu. Bu yüzden konuşabildiğimiz kadar çok insanla konuştuk, farklı hikâyeleri dinledik ve kendi hikâyemizi aradık. Gümrü’ye gidişimizin üçüncü gününde, 1915’te ailesi Erzurum’dan sürülmüş, 81 yaşında bir kadın olan Kima’yla tanıştık. Evine gittiğimizde, Ermenistan’ın bağımsızlığının 20. yıldönümüydü. Benim için inanılmaz bir tecrübeydi. Yıllardır bir Türk’le konuşup hikâyesini anlatmak istediğini, beklediği Türk’ün bağımsızlık gününde gelmesinin bir mucize olduğunu ve beni Tanrı’nın gönderdiğini söyledi. Sonra bize, ailesinin hikâyesini, yazdığı şiirle anlattı.

Kima’nın hikâyesini ve daha sonra başka insanların hikâyelerini dinleyince, Gümrülülerin neredeyse ortak bir kaderi yaşadığını fark ettik. Konuştuğumuz hemen herkesin kökeni, onların ‘Batı Ermenistan’ dedikleri, bizimse bugün ‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ diye adlandırdığımız coğrafyadan geliyordu. Ve sanki bu şehirdekiler sürekli bir gurbet ve sıla özlemi içinde yaşıyordu. Bunlar, benim ve partnerimin çok kişisel gözlemleri olabilir. Ama sonuçta Kima bize bir şehrin özeti gibi geldi ve onun hikâyesiyle şehri birleştirdik, onun hikâyesini dinlerken şehrin sokaklarında yürüdük. Bu yüzden de projemizin adı ‘Kima’yla Yürümek’ oldu.”

Ermenistan’da bu proje üzerinde çalışırken çok derinden anladığım bir husus var: Aslında halkların arasında sınır diye bir şey yok. Ermenistan artık benim için, insanların evlerine rahatça girip misafir olabildiğim, çarşısında pazarında gezerken Türkiye’den geldiğimi söylediğimde insanların ‘Kardeşim’ diyerek boynuma sarıldığı bir memleket.

Sofia Danielyan:

“Daha sık düzenlenmeli”

Çok ilginç ve önemli bulduğum bu projede yer almış olmaktan çok memnunum. Kars’ta bulunmak benim için çok farklı bir duyguydu. Bu proje sayesinde çok ilginç insanlarla tanışıp dost oldum. Bu tür organizasyonların daha sık düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum.