BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Yorumlar ve etkileri

Hâlâ sürüyor malum Almanya olayının yorumları… Nasıl da birbirinden farklılar değil mi? Nasıl da şaşırtıcı, kimi ummadığımız insanlardan gelen ummadığımız yorumlar. Seni anladığını, sana inandığını sandığın öyle biri kalkıp öyle bir laf ediyor ki donup kalıyorsun, sonra bir garip ürperti duyuyorsun ve endişe “Meğer ne kadar güvensizmişim doğup büyüdüğüm ülkede” diyorsun içten içe. Sonra yaşın müsaitse bazı olaylar hatırlıyorsun, çok da eski olmayan bir tarihten, mesela 6-7 Eylül olaylarından. Nasıl kimine, dost bildiği komşusu el uzatıp sahip çıkarken, kiminin dost sandığı komşusu talan etmişti evini…  Yani bu coğrafya böyle… Bir garip kan meselesi var. Aslında kimin nereden geldiği, kanına hangi kanın karıştığı, hiç bilinmese de, oluşturulan bir algı var ya, işte o. 

Bir hafta boyunca, gazetelerde, internet haberlerinde, sosyal paylaşım sitelerinde, değer verdiğim vermediğim, tanıdığım tanımadığım birçok insandan gelen yorumları didik didik ettim. Sinirlense de merak ediyor insan. Biraz empati içeren varsa ki tek tük var, birkaç damla su serpilir gibi oluyor yüreklere -onay alma zaafımızdan olmalı- yalnızca birkaç damla, gerisi topyekûn hakaret… İnkâra alıştık, inanmak istemeyenleri anladık da onulmaz bir nefret içerenleri sindirmek mümkün olmuyor pek. 

Çoğuna fena halde sinir oldum. Mesela “En güzel Ermeni, ölü Ermeni” “Çok doğru bir hareketti, yine olsa, yine yapılır” “Onlar da azmışlardı” gibi. Öyle bir işlemiş ki yüreklere önyargı ve düşmanlık, öfke fışkırıyor her yandan. Ya da “Kurutamadık ulan kökünüzü” ki bu sözü ilk duyduğumda çok küçüktüm. 6-7 Eylül olayları ertesinde, ülkeyi terk etmek zorunda kalan Rum bir ailenin evine yerleşen bir ailedeki anne söylemişti. Çocuklarının karıştığı bir sokak kavgası sırasında arkamdan bağırmıştı. İlk kez duyduğum “gâvur” sözüyle birlikte; “gâvurun dölü” şeklinde. O zaman konu Ermenilik değildi, gâvurluktu. Ama bu ‘döl, kök, kan, süt’ meselesi hep önemli olmuştur bizde nedense, hâlâ öyle görmüyor musunuz? Kimse hoşlanmaz dibinin deşilmesinden, hepsi netamelidir. 

Birine çok güldüm ama elde olmadan “Ah Alamanya, aldığını bulamanya, ne yaptın sen? Yaktın bizi üleeeyn!” yazıyordu. Sanki Almanya aniden Türkiye’yle ters düştü, sırf karalama olsun diye iftira attı. Suç ortaklığını kabul etmesi bile kötülükten. Ne diyeyim? Bir yanda cahillik diz boyu, diğer yanda ciğerlere işlemiş kin… Ne hazin değil mi? Yüz yıl önce bir olay yaşandı. Neden olanlar, gelecekte kendilerini haklı çıkarmak için bir sonraki nesle ısrarla kin aşıladılar, mağdurlardan hayatta kalanlar ise unutmak istediklerinden belki, sustular, çocuklarına kin aşılamadılar. Özellikte, yaşadığı, vatan saydığı toprakları terk etmeye cesareti ya da imkânı olmayanlar… Ki Anadolu’nun bir yerinden İstanbul’a göçmeyi, göç saymakla yetindiler, evlerini yurtlarını terketmekle memleketi terk etmiş oldular.

Boşuna yazılan şeyler bunlar ama bunca isyan fışkırınca susmak zor. Bazen “Mümkün olsa hayatınızda, geri dönüp neyi değiştirmek isterdiniz?” gibi sorular sorulur. Ben, bu bilincimle, anneannemin sağ olduğu bir döneme gidip, onu zorla konuşturmayı isterdim. Hiç konuşmadı, hiç. Başına gelenler hakkında bildiklerim hep akrabaların anlattıkları. Olur da yanında konu açılırsa kaşlarını öyle bir çatıp “Şşşt! Gevezelik icap etmez!” diye öyle bir azarlardı ki herkes sus pus olurdu. Böyle büyüdük biz, ne yazık. Bir kılıç artığının dizinin dibinde hiç konuşmadan… Sonuç? Yalancı olduk. Acısını bile yaşayamamak nasıl bir şeydir yahu?

Geçen haftaki ‘Derkenar’ sayfamızda, sevgili Nayat’ın, Almanya’nın geçmişle yüzleşme mekânlarıyla ilgili beni pek etkileyen bir yazısı vardı. İki yıl önce Berlin’e gittiğimde aynı şeyleri hissettiğimi hatırladım ki dönüşümde ‘Acıyı Kıskanmak’ başlıklı bir yazı yazdırmıştı bana. İki paragrafı aynen alacağım.  

“Acı da kıskanılır mı yahu? demeyin. Kıskanılırmış valla. Tabii ki aslında kıskanılan şey ‘acıya duyulan saygı’dır ama bu, ‘acıyı yaşayabilme hakkı’nı çağrıştırdığında, külliyen acının kendisini kıskandığını fark ediyor insan. Yani onunki acı da, benimki değil mi? Onun dedesini yaktılar da benim dedemi kesmediler mi? O acılı da ben niye yalancıyım? Tahmin ettiniz değil mi? Yahudi soykırımından söz ediyorum. Daha doğrusu onun verdiği acıya Almanların gösterdiği saygıdan. Bakınız bu kadarını yazınca bile kıskançlık duyuyorum, Yahudi yerine Ermeni yazsaydım, soykırım kelimesini yazarken elim titrerdi; iş alır mıyım başıma diye… 

…Yürürken bazen ayağın bir şeye takılıyor. Düşmezsen, durup bakıyorsun. Yerde sarı metal küçük yuvarlak bir plaket var. Üzerinde ölen bir Yahudi’nin adı var ve bazılarında ‘Bu evde yaşadı’ yazıyor. Onu da kıskandım. Hatta ağladım.” Başka sözüm yok.