BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Ya yürüyüp halkımızı da mübarek günde…R. T. Erdoğan’ın Yazılmamış Anıları – Fasıl 48

Birkaç tane kendini Müslüman sanan şahıs var ki, bana İslam öğretmeye kalkıyor. Levent, Ömer Faruk, Hüda, İhsan, bilmemne. Neymiş efendim, ben korku salıp insanları İslam’dan soğutuyormuşum! Kayyumlarla düzeni altüst ediyormuşum. 

İslamofobi yapma! Müslümanlar iktidarı ele geçirmiş restorasyon yapıyor! Seksen yıllık inkarı tersine çevirmeye çalışıyor! İstikrarı sağlıyor. Ben halkımın yüzde 52 oyuyla başkan olmuşum!

Şunun şurasında olayı yakalamışız, PKK sayesinde terör diye ne istersek yapıyoruz. Gelip gelip, ‘Bir oğlum daha kaldı, onu da vereyim, ona da şehadet şerbeti içirt!’ diye yalvarıyorlar. Olmayan muhalefet sayesinde rahatça at oynatıyoruz. Paraleller deyip istediğimiz şirkete el koyuyoruz. Ezip geçiyoruz! Ezmediğimiz an silinir gideriz!

***

Bir kere, ne korkutması? Ben Müslüman kardeşlerimi sadece uyarıyorum. Diyorum ki ben gidersem yine o seksen yıllık zulüm geri gelir. Onlar leb demeden anlıyorlar: Camileriniz ahır yapılır, evinize girerken kapıda kasket görünce gerisin geri çıkarsınız!

Sonra, anlatıyorum ki, işte burası daha bile önemli, bütün o hırsızlık ve rüşvet iddiaları bu zulmün geri gelmesi içindir. Bunlara asla inanmamak lazımdır! Benim diplomamı bile sorguluyorlar alçaklar!

Evet, hainler korksunlar! Bir çeşit özel ordunun fikriyatını çoktan hazırlıyorduk. Ben ne dedim esnafımıza, “Esnaf gerektiğinde polistir, alperendir” dedim daha Kasım 2014’te. Esnafın müdahalesi ve ihbarları olmasa nasıl engelleyeceğiz teröristleri? Ümmetimiz artık arkasını devlete dayamış hissediyor.

Bi de bu hainler beni Hitler’e benzetiyorlar; Hitler de kim oluyor yav? Onun aklına gelebilmiş mi devletten bir kuruş çıkmadan özel ordu kurmak millet ve devlet düşmanlarına karşı? MİT’e niye yeni yetki veriyoruz kayda geçmeden silah alıp vermeyle ilgili?   

***

İkincisi, sadece korkutan kim? Halkımızı sürekli hoş tutuyoruz. Allah (c.c.) izin verirse Taksim’e Topçu Kışlası’nı ve o büyük camiyi dikeceğiz inşallah. Okul binalarını boşaltıp İmam-Hatip yapıyoruz. Karma eğitimi bitiriyoruz. Beyoğlu Anadolu Lisesi’nden başladık çünkü zaten 2002’ye kadar kız lisesiymiş, orijinaline döndürdük. Müdürümüz başvurdu, biz de halkımızı temsil eden bu talebe cevap verdik. Aynen ne gibi, halkımızın ahlaksız yürüyüşleri engelleme talebine uyduğumuz gibi.

***

Ahlaksız yürüyüş derken, Mübarek Ramazan’da bu Legebetei denen müstekrehlerin yürüyüp vatanımızı kirletmesini halkımız sayesinde önlemedik mi? Onlar bakın karışmayız ha diye uyardı, biz de asayiş bozulmasın diye yasakladık.

Tabii, hemen pis ağızlar açıldı. Neymiş efendim, herkesin önceden izin almadan silahsız ve saldırısız gösteri yürüyüşü yapmak hakkı varmış. Yok efendim, halkımızın tepki verme hakkı varmış ama tehdit etme hakkı yokmuş.

Nasıl yokmuş? Kamuoyu bu işte! Kuru tepki nasıl etkili olacak başka türlü? Etkili olamazsa bu memleketin ahlakı-asayişi ne hale gelir?

***

Efendim, bütün mesele şuradadır: Müslüman kardeşlerimiz bunları toplumsal tehdit olarak algılıyor mu algılamıyor mu. Algılıyor! Yani bunlar yürürlerse, Allah (c.c.) korusun yarabbi, kendilerinin, evlatlarının, hatta hanımlarının da afedersin eşcinsele dönüvermesi diye bir tehlike algılıyorlar. Bitmiştir o zaman. Yürüyüşe izin mizin verilemez!

Kaldı ki, bu sadece ahlaki değil siyasi bir meseledir. Bakın kardeşlerimiz bize ne demiş: "Eğer o yürüyüşe müsaade ederseniz, size oy veren inançlı kesimlere ihanet etmiş olursunuz. Bakalım göreceğiz bu ihaneti yapacak mısınız, yapmayacak mısınız? Sapıklığın adı, ahlaksızlığın adı özgürlük olamaz."

Bu kardeşlerimiz Amerika’daki gece kulübünü bombalamak gibi eylemler yapmamak için böyle eylemler yapıyorlar; bunun takdir edilmesi lazım.  

***

Biz sadece sanıyorduk ki Mübarek Ramazan’da bilmemne müzikleri satan, içki de içilen Firuzağa plak dükkanlarını halkımız edebe, İslam’a saygı göstermeye davet etti.

Meğer daha neler varmış! Şems Ethem’in Star’ı yazdı, meğer bir vatandaşımızın hanımı oradan geçiyormuş da, o pis dükkandakiler kendisine “Kara Böcek” diye laf atmışlar, bebek arabasını da itmişler. Adamcağız eve iftara gelince bakmış eşinin suratı asık, öyle öğrenmiş…   

Dur yav, ben bunları biyerden hatırlıyorum ama nereden? Demek ki hep böyle yapıyorlar hainler. Hatta yanılmıyorsam üstleri çıplak, meşin pantolonlu, elleri deri eldivenli alçakların bir gelini taciz ettikleri, hatta afedersin üstüne toplu halde siğdikleri iğrenç bir olay olmuştu. Herhalde meydandaki bütün kamera kayıtlarını topladıkları için bir türlü videosunu bulamamıştık, neredeydi yav o olay?

Hatta, bi de camide bira içme rezaleti vardı, olayı inkar eden imamı da sürmüştük. Aynı şeyler burada da olmuş işte.

Gerçi bu olayda video kaydı var ama dükkanın sahibi çekmiş, tabii ki asla güvenilmez, montaj ve şantaj, aynen bizim tapeler gibi. Allahtan (c.c.) vatandaşların ifadesi var, güvenilecek.

***

Var da, çok sinirlenmeme sebep olan bir ifade daha var. Hükümet Sözcüsü Numan kalkıp da Firuzağa için, “Çirkin. Tam bir IŞİD'ci kafasıdır. Türkiye'ye yakışmayan bir saldırı” demez mi! Kardeşim senin hanımına ve bebesine yapılsa memnun mu olurdun? Ayrıca, be adam, her şeyden önce bin kere söyledik, İslam’ın adı geçmeyecek! IŞİD değil, DEAŞ! Deee-aaaşşşş!

Ben neden durmadan başkanlık rejimi istiyorum şimdi anlaşıldı mı? Başkandan başka bir de hükümet olunca işte böyle çiftbaşlılık oluyor!  

***

Ne diyordum, evet, o video kaydına itibar eden alçaklar yaygarayı bastılar. Neymiş, asayişi sağlamaya çalışan halkımızdan kimse gözaltına alınmamış. Yav, böyle durumlarda kırk kere söyledik:  Nazikçe iki kişiyi karakola davet edin, çay kahve söyledikten sonra arka kapıdan salıveriiiiin! Eğer hainlerin gazeteleri bunu da mesele yaparsa, “inceleme başlatılmıştır” da deyiveriiiiin!  

Yav, biz geçen sene Ekim ayında Hacı Lokman adlı teröristin leşini iple zırhlıya bağlayıp sürüklemekten özel harekat polislerimize soruşturma açmak zorunda kalmıştık, üstelik videosu da vardı, o polislerimizin vaziyetini bile birkaç ay kademe durdurmasıyla idare ettik, sen ne diyorsun!

***

Evet, kayyum tayin ediyoruz her yere. Olmaz denen üniversitelere bile. Son derece kullanışlı bir sistem. Mesela geçenlerde Zonguldak Kilimli’de ücret alamadıkları bahanesiyle madenciler ocakta açlık grevi yapıp kamuoyunu tahrike yeltendiler. Baktık işveren bunları işten çıkarmaya çekiniyor, bi kayyum atadık madene, eylemi sonlandıran o işçileri işten atıverdi. Bank Asya ve İpek Holding gibi Paralelci kuruluşlara ve Zaman gibi gazetelere atadığımız ve bunları bitiren kayyumlarımızın başarılarından hiç bahsetmiyorum.

Ama bu kayyumlara güvence getirmek de boynumuzun borcu. Onlara tazminat davası açılamayacak. Açılacaklar, devlete açılacak.

Açılacak da ne olacak? Bu işi kökünden halletmek için şimdi baştan sona değiştiriyoruz Yargıtay ve Danıştay üyelerini. Hepsini sağlam adamlardan oluşturacaz. Aslında baştan sona değil. Daha önce de yazdım ya, benimle çay hasadına gelenlere ilişmiyoruz. AYM de isterse iptal etsin, geriye yürümez; yazmıştım.

Tabii, bu mahkemelerin emekli başkanları çığrışmaya başladılar. İşleri ne, çığrışsınlar! Ama dinlesinler Yargıtay başkanımız Cirit ne diyor: "Benim düşüncem, 12 yıl gibi Yargıtay üyeliği için bir sınır getirilmemesi. Anayasa Mahkemesi gibi mahkemelerde tabii ki bir sürenin getirilmesi gerekebilir ama bizim mesleğimiz bir kariyer mesleği olduğu için burada bir süre getirilmesini doğru bulmuyorum".

Açıkça şunu diyor yav: AYM’nin eti senin kemiği benim, ayrıca 12 yıl süresi dışında meslektaşlarımın sıfırlanmasına da hiçbir itirazım yok. Fetvayı kesiyor! Bu başkanı çok tutuyorum; bana iyiliği çok. Allah (c.c.) bin kere razı olsun. Diğerleri konuştukça bunun kıymetini daha iyi anlıyoruz!

Zaten böyle büyüklerinden örnek alıyor hakimlerimiz, elhamdülillah. Bak, terörcülerin gazetesine sembolik yönetici olan 3 kişiyi, başta da o Şebnem denen bayan profesörü, kadın mıdır kız mıdır, nasıl tutuklayıverdi Sulh Ceza hakimlerimiz! Gebze’de akşam ezanından sonra sokağa çıkan kız çocuklarını dayakla tehdit edeceğini ilan eden muhtarımız Remzi Kandaz da ilk celsede nasıl beraat ediverdi!

***

Üniversitelere de kayyum, demiştim. 3 tanesine atadık, gerisi hizaya geldi otomatik. Mesela Artuklu’da bir arkeolog bayan varmış, kadın mıdır kız mıdır, huzursuzluk çıkarıyor diye iş akdi feshedilmiş. Zaten Harvard’dan mezun olmuş, kendini bişey sanıyor.

Yine anlaşılıyor ki kendini önemli göstermek için oradan buradan taşlar toplamış. Şimdi üniversite bunları gömme kararı almış. Niyedir bilmiyorum ama tahmini kolay: Böyle durumlarda mallar yedd-i emine verilir, orası saklar. Ama bunun için de komisyon kur, yedd-i emin tespit et, deposu yeterli midir tahkik et, bilmemne.

İşte bütün bu dertlerden kurtulmak için üniversite demiştir ki, bu taşlar nereden çıktı, topraktan. O zaman biz de durum anlaşılana kadar toprağa gömelim çünkü güneşin altında kalırsa ufalanır falan, demiştir. Çok mantıklı değil mi?

***

Mesela o çok güvendikleri Bilgi’yi de yola getirdik. Orada yine bir bayan hoca, kadın mıdır kız mıdır, derste bana hakaret etmiş. Vatanını devletini seven öğrenciler de sesini kayda almışlar. İşte bizim istediğimiz öğrenci böyle bir öğrencidir!

Bilgi de ertesi gün kulağından tutup attı. İşte bizim istediğimiz üniversite de böyle bir üniversitedir.

Ardından, bandı dinleyen Ahmet Hakan o profesöre üniversitede nasıl ders verileceğini öğretti oturup: “Tam bir kahve muhabbeti. Üslupsuzluk, bilimsellikten uzaklık falan, ne ararsan var”. İşteee, işteee, bizim istediğimiz gazeteci de böyle bir gazetecidir.

Ama keşke hepsi de korkutmaya gerek kalmadan bulsalardı doğru yolu… Hani kardeşinin cenazesi başında bağırıp çağıran bi Yarbay Mehmet Alkan vardı ya, onu bu 29 Haziran’da TSK’dan ihraç talebiyle Jandarma Genel Komutanlığı yüksek disiplin kuruluna çıkartıyor olmasak, kim gelirdi kalan oğlumu da al götür diye?

***

Milli Piyade Tüfeği'ne ilişkin bilgileri sattığı iddiasıyla tutuklanan Makine ve Kimya Endüstrisi Kırıkkale Silah Fabrikası Müdürü Mustafa Tanrıverdi’nin durumunu incelettim. Partimizin Siyaset Akademisi mezunuymuş. Evinde bulunan paraların hanımıyla birlikte mübarek hacca gitmek için biriktirdiği paralar olduğunu bildirmiş.

Suçlu olup olmadığını bilmiyorum. Ama meseleyi bir de bu açıdan mütalaa etmek lazımdır. İnsan evinde para biriktiremez mi bu ülkede? Ne var bunda? Hele de hacca gitmek için? Bankaya götürüp bankayı zenginleştirmek zorunda mıdır?

Hiç daha önce bu ülkede, evinde külliyetli miktarda para tutmuş kimse yok mudur yani? Onlar mahkum olmuşlar mıdır ki bu olsun?