Sevan Nişanyan’dan tadımlık

RAFİ ATAM 

Sevan Nişanyan’ı nasıl bilirsiniz? Aslında sormamız gereken ilk soru onun gibi otoriteye karşı doğru bildiğini korkmadan, her ortamda savunabilecek insanların Türkiye toplumunda barınma şansının olup olmadığıdır. Sevan bu konudaki tavrını daha ilk günden belli etmiş, pek çoğumuzun aklından dahi geçirmeye cüret edemeyeceği şeyleri denemiş, bazen başarmış bazense başarısız olmuş ama en önemlisi korkmamış, sinmemiş, geri adım atmamış. Öyle ki kendisini tanımayanlara, “Bu Ermeni kime güveniyor da bizim memleketimizde bize horozlanıyor. Bu işte kesin dış güçlerin parmağı var,” dedirtecek bir paranoya yaşatmayı başarmış. 

Ali Nesin’in önsözüyle

‘100 Güzel Kelime’ Sevan’a has bir inatçılığın ürünü olan, kapsamlı bir sözlük çalışmasının içinden özenle derlenmiş kelimelerden oluşan bir kitap. Yazarın cezaevinde can sıkıntısından icat ettiği bir oyun ciddiye binmiş ve yıllar süren bir araştırmanın ardından kâğıda dökülmüş. Kitap, Türkçedeki deyimlerden tutun, günlük hayatta sıkça kullanmamıza rağmen anlamlarına ilişkin hiç kafa yormadığımız kelimelerin kökenlerine kadar birçok enteresan bilgi barındırıyor. Nişanyan, okurla diyalog kurma biçimiyle amacının sıkıcı bir sözlük hazırlamaktan öte sohbet etmek olduğunu hissettiriyor. Sözlük çalışmasına birlikte başladığı yakın dostu Ali Nesin’in önsözü ise Sevan’a dair düşüncelerini ve onun dehasına duyduğu saygıyı dile getiren bir manifesto adeta.

Nişanyan’ın inatçılığı ve asla pes etmeyen doğası, hayatı boyunca onun başına çokça dert açılmasına sebebiyet vermiş. Yaptığı her şey, söylediği her söz belli kesimler tarafından değersizleştirilip yerden yere vurulmuş. Öyle çok kötülüğü dokunmuş ki bu ülkeye; saymakla bitmez. Ama ben üşenmedim tüm bunları yazmaya, sizinle paylaşmaya karar verdim.

Nişanyan, Karl Marx’ın elyazmalarından oluşan ve ‘Das Kapital’in öncülü olarak kabul edilen ‘Grundrisse’yi kimsenin cesaret edemediği bir dönemde henüz 23 yaşındayken çevirip Sol literatüre armağan etmiş. Böylesine genç yaşta bu kadar zorlu kabul edilen bir eseri çevirmekle yetinmemiş, 100 sayfalık bir de önsöz kaleme almış. Bu hadise, ilerleyen dönemde devlet kayıtlarına Nişanyan’ın memleketin başına ördüğü ilk çorap olarak geçmiştir muhtemelen.

Yıl 1984. Amerika’da doktora tezini yazdığı yıl yaz tatili için geldiği Türkiye’de Sevan yine rahat durmamış. Ülkedeki huzur ve istikrarı bozmayı aklına koymuş bir kere! Düşünmüş, taşınmış, derken aklına dâhiyane bir fikir gelmiş. Bakmış ki o yılların pek revaçta olan ve dünya piyasasının liderliğini elinde tutan bilgisayarı ‘Commodore 64’ Türkiye’de birkaç mağaza dışında yokları oynuyor. Tezini yarıda bırakıp bu işle uğraşmaya karar vermiş. Bağlantılar, araştırmalar, bayilikler derken binlerce ‘Commodore 64’ü Türkiye’ye getirip, Türk insanının bilişim teknolojisiyle tanışmasına vesile olmuş. Böylece affedilmez günahlarına bir yenisini daha eklemiş.

Bu kez 1990’lı yıllar… Eski eşi Müjde Tönbekici ile kafalarında ‘Küçük Oteller’ adlı bir kitap fikri oluşmuş. Türkiye’nin her köşesini gezmiş. Birlikte, 1998 yılında yayımlanan kitabı hazırlamışlar. Başka türlü bir hayatın da mümkün olduğunu hatırlatan bu kitap Nişanyanları bile şaşırtan bir başarıya ulaşmış. Ülkede butik otel kavramının doğuşuna vesile olmakla kalmamış, kenarda köşede biraz parası olup büyük şehirlerden kaçmayı düşünen insanların da hayatı ciddi biçimde sorgulamalarını sağlamış. Ülke turizmi adına bir devrin kapandığının habercisi, başlayan yeni akımın müjdecisi olmuş. Nişanyan, planladığı kötülükleri bu kez turizm üzerinden hayata geçirmiş ve ülke ekonomisinde onulmaz yaralar açmayı yine başarmış.

Şirince hadisesi

Sonra hepinizin bildiği; Şirince hadisesi, Matematik Köyü, Kaya Mezarı, Hodri Meydan Kulesi, Büyük Kütüphane, Tiyatro Medresesi, yıkım emirleri, hapis cezaları, tehditler, yakın dostu Ali Nesin’le birlikte büyük ütopyalarını gerçekleştirirken ödedikleri bedeller… Son olarak çok az kişinin bildiği denize uzak bir köyü, bir turist cennetine çevirme gafletine düşmüşler. Üstelik o köyü cazip kılan tüm güzellikleri, kendi elleriyle yeni baştan yaratma cüretini göstermişler.

Hal böyleyken, Sevan Nişanyan’a yönelik önyargıları anlamakta şahsen zorlanıyorum. 24 Nisan anmalarında, 1915’te katledilen aydınlarını eksiksiz olarak anmayı ve aradan geçen 100 yıla rağmen onlara saygı duruşunda bulunmayı sürdüren Türkiye Ermenileri; günümüzün az sayıdaki Ermeni aydınından biri olan Sevan Nişanyan’ı ürettiği fikirler, yarattığı eserlerle değerlendirmelidirler.

KİTAPTAN

Zenci 

Zencinin orijinali zangî Farsçadır. Esasen ‘paslı’ demektir, çünkü zang pastır. Arapçada ince /g/ sesi 8. Yüzyıldan sonra /c/ye dönüşmüş olduğundan, Arapçası zancî olur. Farsçada da muarreb, yani Arapça telaffuza uydurulmuş biçim olan zancî kullanılır. Türkçede ilk kez 11. yüzyılda yazılı örneğine rastlanır. Ortaasya’da haliyle zenci yoktu. Dolayısıyla Türkler için yeni bir nosyondu, genişleyen kültür ufuklarıyla beraber, adı da Arapça – Farsçadan aldılar.

Sevan

Rahmetli babam hem Ermenice olsun hem dini bir anlamı olmasın hem Frenk özentisi olmasın diye Sevan adını bulmuş. Sevan Ermenistan’daki büyük gölün adı. Van, Ermenice ‘köy, mezra, yerleşim yeri’ anlamına gelen bir kelime. Onlarca köy ve kasabanın adında geçer. Mesela eski adı Tuşba yahut Tosp olan kalenin dibindeki yerleşim ortaçağlarda nispeten önemsiz bir köyken yanılmıyorsam 12. yüzyılda Ahlat şahları zamanında Van adıyla ün kazanmış. O gölün adı da kentten geliyor. Se’nin ne olduğu konusunda rivayet muhtelif. Muhtemelen Ermenice sev, yani siyah. Bu da Ermenicede Farsçadan alıntı olan yüzlerce kelimeden biridir. Eski Farsça syaw, modern Farsçada siyeh yahut siyâh halini almış, Ermenicede ise ya e kuralı uyarınca ‘sev’ olmuş. Yani adımız Karaköy demekmiş. İlk öğrendiğimde üzülmüştüm.