LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Gazoz değil Agos

Babam ben çocukken Hürriyet ve Cumhuriyet okurdu. Hem de ilanlara kadar.  Ama gazete okumasında bile kendince ritüelik durumlar vardı. Sonraları Cumhuriyet okumayı bıraktı ama küfrede küfrede Hürriyet’i yani “Türkiye Türklerindir” gazetesini okumaya devam etti. Arada istisna ben gazete almaya gittiğimde epey Milliyet almışlığım da vardır. Hafta sonları Ten Ten’in maceraları kitabı verirdi çünkü…

Vahan Kerayr (enişte) ise Sabah gazetesi alırdı. Babam onun Sabah gazetesine küçümseyerek, Vahan Kerayrım da babamın Cumhuriyet gazetesine modası geçmiş der gibi bakardı. Gazete üzerinden süren bir sürtüşme daha. Hele adada yan yana evlerde otururken yanlışlıkla babamın gazetesini önce kerayrım okursa kıyamet kopardı… Çünkü babamın bitmez ritüellerinden birisi de gazeteyi önce kendisinin okuyacak olmasıydı. Sayfaları ilk o açacak ve o sayfalarda hiç kırışıklık olmayacaktı. Ben de aynı şeyi yapmayı severim…

Kerayrım ile babamın ufak elektriklenmesinin daha derinlerini büyüdüğümde öğrendim. Cebinde ya da elinde Cumhuriyet ya da Tercüman taşımanın siyasi kimliğini ifşa etme yolu olduğunu sonraları okuyarak öğrendim. Hatta bunun için dayaklar yendiği işin işkencelere vardığını da.

Ben daha sudan sebeplerle bile dayak yemiş olsam da gazete taşımaktan hiç dayak yemedim. Ama bir kitap fuarı çıkışı, Tepebaşı’ndan meydana yürürken soğukta Aydınlık satan gençlere acıyıp bir gazete almıştım. Manşette Rauf Denktaş ile Doğu Perinçek kol kola K.K.T.C.’nin cumhuriyet bayramını kutuluyorlardı. Eve gidip de gazeteyi ortaya çıkartınca, Aydınlık almış olmamdan babamın çok rahatsız olduğunu gördüm. Herhalde “Ürkütmeyeyim sabiyi” diye düşündüğünden etrafımda köpekbalığı gibi dönüp hiçbir şey söylemedi. Sonra içeriden elinde bir kitapla geldi. Doğu Perinçek’in yazdığı eski bir kitap. O gün KKTC Cumhuriyet bayramını kutlayan adam “Emperyalizmin uşağı faşist Türk ordusu işgal ettiği Kıbrıs adasından hemen çekilmeli” yazıyordu kitapta. “Bak” demişti “Bu adamların nereye döneceği hiç belli olmaz, okuma bunları” demişti. Zaten okuyacağım yoktu ama hala hoşuma gider bana usulca yol göstermeye çalışması.

O sıralar beni gazete almaya gönderdiğinde Hürriyet’i elimde taşımaya utanır olmuştum. Keyifle aldığım tek gazete yeni çıkmış Radikal olmuştu. Hele cumartesileri çok severdim gazetemi. Radikal İki’yi son satırına kadar okurdum. Sonra o gazetede şimdi “1 ayda nasıl 10 kilo verdim” yazıları yazan adam genel yayın yönetmeni oldu.  Namık Kemal Zeybek ve Hasan Celal Güzel’in yan yana yazı yazdığı gün o gazete de benim için yok oldu gitti.  Doğan Grubu’nun cemaate göz kırpmak için göreve getirdiği “hizmet” tedrisatından geçme sonraki genel yayın yönetmeni de basında devrim yapacağız deyip deyip batırdı canım gazeteyi sonrasında.

O sıralar çok da umurumda değildi. Daha iyi gazetelerin olacağına, memleketin daha iyi bir yer olacağına dair umudum vardı. İşte o sırada Agos çıkmaya başladı. Haftada bir de olsa Agos alıyordum. Elimde taşımak bile hoşuma gidiyordu.  Arada ada vapurunda “Gazoz değil Agos” diye bağırıp şimdi yazı yazdığım gazeteyi satmışlığım da var hani. Bugün Agos dışında heyecanla beklediğim, elimde taşımaktan hoşlandığım başka bir gazete yok artık gidip satın aldığım.

Çünkü tatil boyunca elime gazete almadım. Dönüşte bir gazete alayım diye bayii önünde bakınıp da alacak hiçbir gazete bulamayınca aklıma düştü bu yazıyı yazmak. Ne diyelim, Yeni Türkiye’nin de basını böyle olacakmış demek ki…

Ha bu kadar gazete falan dedim de aklıma geldi sahi #HurşitKültürNerede? 

Ya da onun nerde olduğu bu büyük gazetelerimizin hangisinin umurunda? Aman neyse…

Not: Yeni Türkiyem Yunan adalarını keşfetti diye garip bir infial oluşmuş biz Yunanistan’dayken…  Çeşme, Bodruma gidip kazıklanacağımıza Yunan’a gideriz demeye başlamış herkes.  Belki de oralara kaçmanızın sebebi sadece burada kazıklanıyor olmanız değildir? Oraları bu kadar çok beğeniyor olmamızın sebebi,  plajlarında, restoranlarında çocukları eğlendirmek, sevmek belki bir lokma fazla yedirmek için garip sesler çıkartan onlarca kadının olmaması, ya da 1 kilometre ötede ki karısına sesini duyurmak için höyküren adamlar olmaması olabilir mi acaba? Esas kaçtığımız yediğimiz kazık değil bizim insanlarımız olabilir mi? Bilemedim…