BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Cesur Yeni Türkiye! R. T. Erdoğan’ın Yazılmamış Anıları – Fasıl 51

Şu anda Yargıtay ve Danıştay’ı hizaya getirmek için çıkardığımız kanunun AYM tarafından iptal edilmemesine çalışmaktayız. Tam bu sırada cüppelerini giyen 21 sözde hakim protesto bildirisi okumaya çıkmaz mı Yargıtay binasının önüne! Hiç Allah’tan (c.c.) ve kuldan korkmadan! 

Neymiş efendim, şimdi biz istinaf mahkemeleri kurulacak bahanesiyle hakim teminatını ayaklar altına alıyormuşuz. Ha ayaklarınız kırılsın! Neymiş efendim, kazanılmış hakları ihlal ediyormuşuz. Kuvvetler ayrılığını bitiriyormuşuz.

Bunların hakkından acilen gelmek lazım, etrafa sirayet etmeden. Bizimle çay hasadına gelen iki başkan soruşturma açtılar bile.

***

Ne diyor bunlar? Yok efendim önce doldurmuşuz şimdi boşaltıyormuşuz, tekrar dolduracakmışız. Sözde tarih ve sayı da veriyorlar insanları ikna etmek için:

2011’de Yargıtay üye sayısını 250’den 387’ye, 2014’te de 516’ya çıkarmışız yandaşlarımızla doldurmak için. Şimdi de o Pensilvanya’daki alçakla kavga edince yeniden ayar lazım gelmiş, 200’e indiriyormuşuz, ardından yine kendi sağlam yandaşlarımızla dolduracakmışız.

Aynı şeyi Danıştay için yapıyormuşuz. 2011’de Danıştay üye sayısını aynı amaçla 95’ten 156’ya, 2014’te de 195’e çıkarmışız, şimdi 90’a indiriyormuşuz. Tekrar dolduracakmışız en sağlam yandaşlarımızla.

***

Eyy hainler, istinaf mahkemeleri kurmak için yapıyoruz bunu! Neymiş efendim, istinaf kanunu 2004’te çıkmışmış. Evet çıktı ama, bina bulamadıktı onlar için, şimdi bulduk, şimdi yapıyoruz! Ayrıca, ben halkımın yüzde 52 oyuyla cumhurbaşkanı olmuşum, sana mı sorucaz!

Bi ara ta burama kadar geldi, dedim ki iki TOMA yollayıp bi gaz sıktırayım şu cüppeli küstahların gözüne gözüne de hadlerini öğrensinler, sonra vazgeçtim. Bunlar AYM hakimlerinin ne de olsa meslektaşıdır.

Sonra bi daha düşündüm, nasıl olsa Meclis’i saat 06’lara kadar çalıştırarak çıkarttık bu kanunu; davası olmaz artık. AYM kararları geriye yürümez.

Sonra yine düşündüm, inşallah yürümez… 

***

Bu arada inadına inadına gidiyor karanlık cüppeliler. Mart 2014’te üniversitede cezaları yetkisini YÖK’ümüze vermiştik. Bu AYM kalktı, Ocak 2015’te bunu iptal etti. Neymiş efendim, disiplin işleri idarenin takdirine bırakılamazmış, kanun lazımmış.

Nasıl bırakılamaz be? Biz burada diyoruz ki idare tek elde toplanmazsa anarşi olur terör olur, oluyor da zaten, bunlar kalkmış ne diyor!

Hani, hımhım ile burunsuz birbirine atarlarmış ya topu, şimdi AYM’nin bu iptal kararına dayanan Danıştay YÖK Disiplin Yönetmeliği’ni durdurdu. Peki biz bu durumda o alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş akademisyenlerin burnundan nasıl getireceğiz o hain bildiriyi imzalamayı?

Baktırdım bu 21 kara cüppelinin durumu nedir diye, zaten sürülecekler listemizdelermiş. Dur sen, dur hele. Fizan’a kadar yolun var da, tüm yargıç ve savcıları o cüppelerinizi giymiş halde Külliye’ye içtimaya celbedeyim de, kolaysa gelmeyin…

***

Aslında, bunlardan önce iki tane baş hain var üniversitede. Bilgi’de Yaman, SBF’de Kerem diye birer püsküllü bela, selamun kavlen. Sözde akademisyenlerin sözde akıl hocaları. Neymiş efendim, açılmış bütün disiplin soruşturmaları bu karardan sonra artık yok hükmündeymiş.

Sensin be yok hükmünde! Bütün üniversiteleri sus-pus ettik, bi tek sen çıkıntılık yapıyorsun. Önce sizleri itlaf etmek lazım vatan millet adına. Dur sen…

***

Üniversiteden açılmışken, komünistlerin başı bi Bülent Tanör vardı sözde profesör. Hiç unutmam, Ocak 1997’de TÜSİAD denen fesatçı zengin kulübünün siparişiyle (zaten bunlara kinim ordan gelir) bir rapor yazıp imam-hatiplerimizin ilk 3 yılının kapatılması, kız öğrenci alınmaması ve genelde din dersinin mecburi olmaktan çıkarılması gibi alçakça önerilerde bulunmuştu. Zaten kanser oldu da öldü.

İşte, o malum akademisyen ihanet bildirisine imza atanlardan Öget diye bir bayan varmış, kadın mıdır kız mıdır, bunun nikahlısıymış. Armut dibine düşer. Bu bayana İstanbul Bilim Üniversitesi tebligat gönderip “devlet memurluğundan çıkarma”yla suçlandığını bildirmiş.

Aman efendim, yeri göğü oynattılar! Neymiş efendim, bu bayan 81 yaşındaymış ve zaten memur emeklisiymiş! Memuriyetten nasıl atılırmışmış!

Emekliyse ne arıyor üniversitede derste? Ayrıca, böyle bir durumun emsali de var: 12 Eylül’de cennetmekan paşamız K. Evren, anarşist ve komünist profesör Server Tanilli’yi emekli olduğu halde 1402’lik edip memuriyetten attırmamış mıydı?

***

Dur yav! Bu 1402 işini bugüne kadar niye düşünmedim! Bi torba kanuna bakar! Niye uğraşıp duruyoruz öyle YÖK mök diye mahkemelerde? Mesela 28 Şubat 2015’te alçağın biri bana Eskişehir’de hakaret etmiş, şahit bulamadık, mecburen bir jandarma kıdemli başçavuşunu yeminli bilirkişi tayin ettirdik, rapor aldık: “Slogan atarak hakaret ettiği dudak hareketleri ve beden dilinden anlaşılmıştır”. Niye uğraşalım böyle?

Ayrıca, yazdıkça aklıma geliyor, şimdi de Kürt belediyelere atanacak kayyımları niye Sulh Ceza yargıçlarına tayin ettiriyoruz da direkt biz yapmıyoruz? O Sulh Cezacıları da oralara tayin ettiren biz değil miyiz zaten? Biz milli irade değil miyiz? Hepsi bi torba kanuna bakar yav!

***

Allahıma (c.c.) bin şükür Yargı’nın hepsi bunlar gibi değil. Dini-imanı sağlam olanlar var. Zaten Türkiye ayakta duruyorsa bunların yüzü-suyu hürmetine duruyor.

Mesela Isparta Başsavcılığı, Konya ve Adana'da 1 gün arayla yaşanan 2 trafik kazasını afedersin Fethullah denen herifin bedduasına bağlayarak soruşturma başlattı.

Haksız mı? İncelettim, FETÖ örgüt arşivini ele verdiği bildirilen Karakoç ailesinden dört kişi geçtiğimiz 9 Nisan’daki kazada şehit olmuş, yani can vermiş. 10 Nisan’daki kazada da, FETÖ’yü deşifre ettiği bildirilen eski Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman.

Tesadüf mü bu şimdi? O Gülen denen gülmeyesice Pensilvanyalı emperyalist hainin bu olaylardan hemen önce 21 Mart’ta ettiği beddua suikast talimatı olamaz mı?

***

Konu bedduadan, yani dinden açılmışken. Rabbime şükür iktidarımız sayesinde memleket gittikçe dindarlaşıyor.

Hiçbir fırsatı kaçırmıyoruz. Mesela Orman ve Su İşleri Bakanımız Veysel Eroğlu çok yerinde bir tespitte bulundu. Dedi ki, “3 milyon Suriyeli kardeşimize biz bakıyoruz. Yardım gelmedi. Ama onların duası bereket getiriyor. Bak Avrupa’ya, büyüme oranı sıfıra gidiyor. Türkiye ise onların duası ve bereketiyle yüzde 5 büyüyerek dünyada ilk dörde girdi”.

Yalnız, bu Suriyelileri vatandaş yapıp oylarını almak nasıl olacak kara kara düşünüyoruz. Kendi partililerimiz bile bozuk çalmaya başladılar. “Madem satılamayan elde kalmış TOKİ binası var, bize verin. Madem boş iş var, bizi alın” diyorlar. Vatandaşlığa fena karşılar. Oy artıracaz diye kaybetmek de var…

***

Evet, ne diyordum, gittikçe dindar oluyoruz diyordum. Lafı çok önemli bi yere getirecektim:

Tokat’ta yapılan ve bizim Bilal’in vakıflarından biri ile Ensar Vakfımızın da katıldığı milli eğitim çalıştayında çok önemli talepler ileri sürülmüş. “Değerler eğitiminin 0-6 yaştan başlaması, 2 yaşından itibaren mutlaka verilmesi”, gibi.

Bunlar hep aklımda zaten. Ama alçak ve hainler ortalığı birbirine katarlar. Önce şu Yargıtay ve Danıştay işini bi kotaralım, üzerine eğilmeliyiz. Eğilmek dedim, ağaç yaşken eğilir.

Bu konuyu başdanışmanlarımla konuşuyoruz, dediler ki efendim bu konu Batı’da da işlenmiştir. Hemen ilgilendim. Anlattılar:

Cesur Yeni Dünya” diye 1931’de yazılmış bir kitap varmış. Aslında adı “Güzel Yeni Dünya” diye çevrilmesi gereken bu kitap 26. Yüzyılda geçiyormuş.

Tabii, biz o kadar bekleyemeyiz. Ama en çok aklımda kalanlar şunlar:

***

Bir dünya devleti varmış. Dünyadaki insanların çoğu buna bağlıymış.

Tamam, biz de zaten bütün Müslümanların birleşmesini istiyoruz.

***

Burada çıkıntı fikirlere yer yokmuş. Herkes devletin öğrettiği aynı şeyleri düşünürmüş. Düşünmeyeni cemiyette herkes kınarmış.

Bak bu mükemmel! Ayrıca biz dava da açıyoruz.

***

İnsanlar çok mutluymuş çünkü devlet bunlara daha sıfır yaştan itibaren uykuda dinletilen ve bilinçaltına işleyen sloganlarla hallerinden memnun olmayı öğretiyormuş

Tamam, biz de sıfır yaştan istiyoruz.  Bilinç altı veya üstü, uykuda veya uyanık fark etmez.

Uykuyu boşa harcatmamak düşünülmeli tabii; bugüne kadar akıl etmemiştik bunu. Bilal’in vakıfları derhal ele alsın bu işi.

***

İnsanların çok mutlu oluşunun bir sebebi de, devletin onlara “soma” denilen rahatlatıcı bir ilaç dağıtmasıymış.

Dur burada. Uyuşturucu gibi bişey, yani. Geç bunu. Bu kitabı yazan, İslam’dan haberdar olmadığı için böyle saçma bir çare düşünmüş olacak! Geç bunu!

***

Bu dünya devletinde teknoloji o hale gelmiş ki insanlar doğurmuyormuş, embriyolar ilaçlı kavanozlarda büyütülüyormuş, lazım olan sayı ve nitelikte çocuk oradayken uykuda tekrarlanan sloganlarla yetiştiriliyormuş.

Dur yine burda! Bize uymaz! Hem bizde örfün âdetin sürmesi için aile çok önemlidir, hem de bizim imam-hatiplerimiz olduğu için böyle kavanoza mavanoza gerek yok!

***

Mamafih, “lazım olan sayı ve nitelikte çocuk” lafı dikkatimi çekti. Bu kitap hakkında daha mufassal malumat istedim.

Cesur ve Güzel Yeni Türkiye’yi kurarken ilham verebilir.