OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Darbe, demokrasi, askerlik

Film olarak seyretseniz, “İyice abartmışlar”, diyeceğiniz bir haftasonu yaşadık ve aslında yaşamaya devam ediyoruz. Konunun konuşulması gereken o kadar çok yönü var ki…Benim ilk üzerinde durmak istediğim bu girişimin bastırılmasıyla demokrasi arasındaki ilişki. “Demokrasi kazandı”, sözü şüphesiz doğru zira darbeciler galip gelseydi bugün demokrasi talebi adına herhangi başka bir söz edemiyor olurduk. Sinmiş, sindirilmiş şekilde köşemize çekilmiştik, tabii eğer tutuklanıp hapse tıkılmamışsak. Ülke, sonu belirsiz bir türbülansa girerdi. Darbenin başarısız olmasında birçok neden sayılabilir ama kitlelerin sokağa çıkması bunların kritik olanlarından bir tanesi. Türkiye tarihinde ilk defa bir darbe girişimine bu ölçüde kitlesel bir karşı koyuş yaşandı. Kendini tankların ve namluların önüne atanların cesareti şüphesiz ki hayranlık ve saygıyı hakediyor. Oylarıyla seçtikleri hükümete sahip çıktılar ki burada da bir demokrasi bilinci var. Öte yandan, AKP’ye muhalif siyaset ve toplum kesimleri açısından baktığınızda da benzer bir bilinçten bahsedilebilir. Yaşadıklarımız bize gösterdi ki,  mevcut hükümeti desteklemeseniz hatta ondan nefret bile etseniz askeri darbelerin kabul edilemez, tahripkar müdahaleler olduğuna dair kanaat yeterli ölçüde yerleşmiş ki bu da demokrasi adına bir kazanç.  Ha, darbe başarılı olsaydı birçok kişi ve kesim darbecilere övgü düzme sırasına girecekti, o ayrı. Buraya kadar herşey tamam. Fakat, bu girişimin bastırılmasıyla birlikte “demokrasimizin bir eşik veya seviye atladığını”, kitlelerin “demokratik rüştlerini ispatladıklarını” söylemek için erken olduğu gibi tersi emareler çokça belirdi. Demokratik rüşt, ki buna demokratik olgunluk demek belki daha doğru olur, askeri bir darbeyi bastırmak gibi müthiş bir eylem dahi olsa, tek bir olay ve eylemle ispatlanabilecek anlık bir durum değildir. Demokratik rüşt veya olgunluk, farklı olana yaklaşım ve toplumsal sorunların çözümünde benimsediğiniz yöntem gibi başlıklarda göstereceğiniz tutarlı ve sürekli bir tutum ve tavırla ispatlanır. Bundan sonrasının “demokrasi bayramı” olup olmayacağını başta Erdoğan olmak üzere iktidarın tutumu ve dili belirleyecek. Erdoğan’ın, darbe girişiminden iki-üç gün sonra bile Gezi’ye kışla, Taksim’e cami meselesini gene dayatmacı bir dille gündeme getirmesine bakılacak olursa bizi bekleyenin bayram olduğunu söylemek biraz zor.  

İkinci değinmek istediğimi nokta, ordunun darbeciliği ve bu son girişimden sonra ordu-darbe ilişkisi üstüne söylenenler. Her zaman olduğu gibi “çürük yumurta/elma” söylemi dillendirilmeye başlandı. Bu yaklaşım sakıncalı çünkü ordu-toplum-siyaset üçgenindeki yapısal ve ideolojik sorunları perdeliyor. “Şanlı ordumuzun içindeki çürük yumurtalar…” diyenler darbe başarılı olsaydı, “Şanlı ordumuz bizi kurtardı.”, diyeceklerdi. Onlara ordu her daim şanlı ve böyle tarif edildiği için de darbe üretmeye müsait. Militarizmin ve kategorik asker/ordu övgüsünün, darbelerin temelinde yatan sebeplerden biri, belki de en önemlisi olduğunu görmezden gelirsek yeni darbelerin düşünsel zeminini ortadan kaldıramayız. Bu zemin orada durduktan sonra darbecilerin siyasi yelpazedeki yeri, çıkarları, ilişkileri konjonktüreldir. Bu zemin üzerinde darbeciler, bir seferinde soldan, diğer seferinde sağdan, bir seferinde Kemalist diğer seferinde İslamcı olabilirler. Sen askerliği göklere çıkarır, kategorik ve otomatik olarak toplumdaki diğer işlerden daha muteber addedersen, askerleri sadece asker olmalarından dolayı daha ‘karakterli’, ‘siyaset bilen’ kişiler olarak tanımlarsan, o asker de bir gün sevk ve idare hakkının “vasıfsız” siyasetçilerden çok kendinde olduğunu düşünerek müdahale eder. Askerin kendini belli bir toplumsal konumda tahayyül etmeden darbeye kalkışması, bunu kendine ‘hak’ görmesi zordur. Velhasıl, ordu içindeki yasa dışı, gayrimeşru, “paralel”, artık adı her neyse, kişi ve yapılanmalar temizlensin tabii ama darbeciliğin bu kesimle sınırlı bir zihniyet olduğunu düşünecek kadar tarih, sosyoloji ve siyaset bilgisinden yoksun değiliz herhalde.

Son olarak da, kalabalıkların askerlere muamelesi meselesi üzerine konuşalım. Kitlenin askerleri linç etmesini eleştirenler olduğu gibi, aynı askerlerin, linç sahnesinden bir sekans evvel sivillerin üzerine ateş açtığını söyleyerek, “Ne bekliyordunuz ki?”, diyenler de var. Bu, ne kadar korkunç olsa da, filmin son sahnesi ve filmin adı ‘Zorunlu Askerlik’. Kanun zoruyla askere alıp eline silah verdiğin, ‘senin benim gibi vatandaş’ olan askerler, böyle bir durumda tam bir çıkmazın içine girmiş oluyorlar. Emre itaat etse de hayati riski var etmese de. Meslekten asker olanlar hiç olmazsa iradi bir seçim olarak ordadırlar, askerlik mesleğinin nasıl bir iş olduğunu bilerek seçmişlerdir. Ötekilerin seçme şansı olmamıştır. Öte yandan, suçu ne ama ne olursa olsun, isterse soykırımcı olsun, hiç kimseye işkence yapılamaz, ölülerden intikam alınamaz, cezalar geriye yürümez. Bunlar zaman ve mekan üstü, evrensel ilkelerdir. Dolayısıyla, şimdi ve burada da geçerlidir. 

Daha konuşulması gereken çok nokta var ama bir ironiyle bitirelim. Her olayda, başta sosyal medya olmak üzere iletişim olanaklarını kısan, yayın yasağı getiren iktidara nazire yaparcasına bu darbe, iktidarın da kullandığı alternatif internet iletişimi ve sosyal medya olanakları sayesinde de savuşturuldu. Demek ki iktidarların bile bir gün özgürlüğe ihtiyacı olurmuş!