KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Zonklama

Okulda öğretilen resmi tarihi bir kenara bırakıp gerçekleri öğrenmek, kendine ‘Sahi ne olmuş?’ sorusunu sorabilecek hale gelenlerin bir ömürlük müfredatıdır. Ama bu da yetmez. Zira, inkâr edilen tarih sadece geçmişle yetinmez, doğrudan şimdiki zamanı deforme eder. Bilgiye kolay ulaşır, haberi hızlıca yayar hale geldiğimiz son yılların, tarihin en müthiş manipülasyonlarına, en arsız yalanlarına sahne olması artık doğrudan hakikatimizin tehdit edildiğine delalet. Ve varlığını hakikatinden bilenler için yaşamak denen eylem namütenahi bir zonklamadan ibaret.

Sıcağın ve nemin sınırları zorladığı 15 Temmuz akşamına dair hatırladığım şey bu zonklama hissi işte. Köprülerin asker tarafından trafiğe kapatıldığı haberi ile başlayan gecede önce bir terör ihbarı vardır diye kendimi sakinleştirmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Cümlenin trajikomikliğine dikkatinizi çekerim. Oysa içinize ilk doğan doğru olandır. Elbette daha fazlası, elbette bin beteriydi yaşanan. Sonrası sanki seslerin yankılandığı, görüntülerin ağır çekime geçtiği ürkütücü bir filmdi. Zonklama kendini işte bu algı kaymasıyla gösterdi.

Artık absürd denen kavram bu coğrafyada tamamen tedavülden kalkmış durumda. Ne de olsa absürd, ön plana çıkmak için sıradanlık zemininee ihtiyaç duyar. Oysa o üzerine titrenen ‘ahlâki değerler’ açısında şu bizim heteronormatif toplumumuz için absürd, artık yegâne norm. O gece absürd sağanağı altında öylece kalakaldım. Bir yanda Ankara’da meclis binasına düşen bombalar, diğer yanda karşısına gelen her şeyi herkesi ezip geçen tanklar ve derken darbelerin vazgeçilmezi o bildiri. TRT basıldı dendiğinde idrak edemediğim gerçeği, çocukluğumun bildiri anısı bu kez sarışın bir sunucunun boşluğa bakan gözleri ve tane tane yorumuyla kafama dank etti. Birden bir Yurtta Sulh Konseyi peydah olmuştu. Beynim Yurttan Sesler Korosu diye bir söz oyunu yapıyor, zonklama hissi artıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cep telefonundan beliren görüntüsü, gökyüzünde uçan Skorksi ve F16lar, ses duvarını aşmaktan mütevellit olduğu, kazanılan deneyimle tasdik edilen o patlama sesleri, o geceden itibaren verilen selalar… Liste uzayıp gitti. Sela, hüzünlü, ağır makamı ve vefat edilenlerin ardından okunması hasebiyle kalbimde yeri olan duadır. Şimdi artık omurgamdan aşağı inen buz gibi su hissiyle eşdeğer.

Şokla geçen saatlerin sonrasında zonklayan beynim isyanla patlar hale geldi. Baktım ortalık ‘darbeye karşıyız’ haykırışlarından geçilmiyor. Bir zırh halinde kuşanmak, kendini bu cümleyle tanımlamak gerekiyor adeta. Oysa demokrasisi kerelerce darbelerle budanmış, nice güzelim gencini devlet elli komplolarda kaybetmiş bir ülkede, oysa dünyayla derdin, edebiyatla meram anlatasın, insanın en çıplak halini sunasın varken, zaten darbeden taraf olmam söz konusu değildir ki. Hani bazı şeyler vardır, söylediklerinle değil, ettiklerinle ölçülür, bilinir. Ben ırkçı değilim sözü gibi mesela. Hiçbir ırkçı da ırkçıyım demez, çünkü ırkçılığın tarifini, iliklere işlemiş halini bilmez. Kendinden sual etmez.

Irkçılık lütfeder oysa. En fazla, farklı olanı ‘tolere eder.’ O dillere pelesenk olmuş ‘hoşgörü toplumu’nun cerahatidir ırkçılık. Çoğunluk olarak ırkçı olundu mu, normal sayılır. Söylemeye gerek var mı; normal sözü de ırkçı terminolojinin gözdesidir. İçinin sen dilediği gibi durdurursun, kıstaslarına uymayanlar sona kalır. Senin düzeninde de dona kalır.

Irkçılığın ilk gözardı ettiği şey insanlık onurudur. Karşındaki insandan saymadığın için onun onurunun, gururunun da lafı olmaz. Bu, sana aşağılamanın kaygan zemininde büyük hareket serbestisi ve kıvraklık sağlar. Savaştan kaçan Suriyelilere korkak uyuzlar diyebilir örneğin. Kürt halkının inim inim inlediği abluka ve devlet güçlerinin saldırılarına kayıtsız kalabilir. Yerden sevdiğinin cenazesini alamamayı, doğduğu evin başına yıkılmasını, çocukluk arkadaşının, yoldaşının bedeninin tankla sürülmesini, günler geceler boyu her an ölümle yaşamayı teninde duymayabilir.

Ben bu yazıyı yazarken OHAL ilan edildi. Demokrasi şenliği sürerken daha önce de hiç yapmadığımız üzere yine ölenlerin ardından yas tutamadık. Ben bu yazıyı yazarken geçen yıl Kobanê'yi yeniden inşa etme çağrısı üzerine ellerinde çocuklar için topladıkları yardım malzemeleri, kalplerinde kocaman hayallerle Suruç'ta toplanan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi gençleri havaya uçuran bombanın parçaladığı hayatımız olduğu gibi duruyordu. Ben bu yazıyı yazarken  gözümüzün önünde katledilen insan hakları savunucusu, avukat Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, “Bir ihtimal, eşimin katilini gözaltına alırsanız sakın işkence yapmayın. İşkenceye karşı ömrünü adamış birinin katili bile adil yargılanmalı” diye bir twit atıyordu. Çünkü bazı insanlar olağanüstüydü. Her ahval ve şeraitte.  

Bildiğim hayat artık ertelenmez. Hiç hem de. Sevdiğini de kızdığını da söyleyeceksin. Görüşürüz, bakarız demeyeceksin. Geniş zaman kipi hükümsüzdür artık Türkçede. Devam edeceksin. Sarılacaksın. El vereceksin. Birlikte ağlamayı bileceksin ki gülmek ayıp kaçmasın. Alışmayacaksın. Uyuşmayacaksın. O kadar ki zonkladığın için şükredeceksin. Sen başka türlü yaşamayı hiç bilemedin…