Kumkapı halılarında saklı gezgin bir tarih

Lizbon’daki Calouste Gulbenkian Müzesi bugünlerde özel bir sergiye evsahipliği yapıyor. ‘Kumkapı: Gezgin Halıları’ başlıklı sergi, ismini 19. yüzyılda İstanbul’un Kumkapı semtinde ipek üzerine metal ipliklerle dokunan ve zengin ilmikleriyle dikkat çeken Ermeni ustaların eserlerini biraraya getiriyor. 16. ve 17. yüzyıl klasik Pers halılarından de eserlenen bu sanat eserlerinin ve serginin ayrıntılarıyla ilgili olarak Rita Fabiana ile birlikte küratörlüğü üstlenen ve aynı zamanda Calouste Gulbenkian Müzesi’nde tekstil koleksiyonundan sorumlu olan Clara Serra ile söyleştik.

Bu son derece ilginç sergi projesinin nasıl ortaya çıktığını anlatabilir misiniz biraz?

Müzenin tekstil koleksiyonundan sorumlu kişi olarak nadiren sergilenen bu olağanüstü grubun depoda kapalı kalmaması, daha fazla kişiye ulaşabilmesi için ne yapabileceğimizi uzunca bir süredir düşünmekteydim. Yeni müdürümüz Penelope Curtis’e bu sergi projesinden bahsettiğimde çok olumlu yaklaştı ve biz de bunun üzerine  hazırlıklara başladık. Sergide Kumkapı halılarının en ünlü ustalarından biri olan Hagop Kapoudjian’ın (1870-1946) dokuduğu üç halıyı, 1977 Halep doğumlu çağdaş Ermeni sanatçı Mekhitar Garabedian’ın işleriyle birarada sergileyerek gelenek ve devamlılık kavramlarını da gündeme getiriyoruz.

Orta Doğu halıcılık tarihi kitaplarda Kumkapı halılarının bahsi pek geçmez, bu eksikliğin sebebi nedir? Ayrıca bu halıları diğerlerinden nasıl ayırt edebiliriz, mesela teknik veya tasarım açısından belirleyici özellikleri var mı? 

Sanırım 19.yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın yapılmış halılar müze parçası olarak görülmediği için bilimsel çalışmaların dışında kalıyor. Aslına bakarsanız burada 16. ve 17. yüzyıl Pers halılarından esinlenerek yapılmış halılardan bahsediyoruz, özellikle tasarım anlamında… Bazı örnekler de İran halılarını olağanüstü bir şekilde yeniden yorumluyor. Elbette, Türk etkileri de var çünkü sonuçta bu halılar Ermeni ustalar tarafından Osmanlı’da Kumkapı’da yapılmış. Öte yandan teknik altyapıları dönemin kısıtlı şartlarına tezat oluşturacak kadar ileri seviyede bir hazine. Malzemenin zenginliğinden (ipek ve metal) dokumanın kalitesine, o kadar ileri seviye bir uygulama kullanılmış ki bazı uzmanlar orijinal 17. yüzyıl İran halılarından bile daha iyi olduklarını söylüyor. 

Ustaların hikâyesinden bahsedebilir misiniz, bu mahalleye ne zaman ve neden yerleştiler,  Kumkapı’da sayıları ne kadardı?  

19. yüzyılın sonunda, Orta Anadolu’dan gelen küçük bir grup Ermeni halı ustası, Ermeni mahallesi olan Kumkapı’ya yerleşti. Elbette bir yandan şehirlerde Ermenilere yönelik zulmün artarak devam ediyor olmasının yanı sıra Kumkapı’nın Hereke’ye yakın olması belirleyici bir faktör oldu. Nitekim tekstil üretimi açısından önemli bir merkez olan Hereke’nin bu dönemde inanılmaz gelişmiş olması ve büyük bir önem kazanması, Kumkapı ustaları için belirleyici bir kriterdi.  Tabii, bu arada İstanbul’da çok aktif bir Ermeni cemaati olduğunu unutmayalım.

Öte yandan bu sanatsal üretimin gelişimine paralel olarak Osmanlı’nın son yıllarında Ermenilerin yaşadığı ve sonrasında soykırıma kadar varan sosyal ve politik sorunlar da artıyordu. Bu koşullardan dolayı birçok dokumacı zamanla Kumkapı’dan ayrılmak zorunda kaldı ve Kumkapı halılarını gittikleri yerden dokumaya devam ettiler. Dolayısıyla halılar da yaratıcıları ile birlikte gezgin bir karaktere büründü.

Sanırım Hagop usta, halılarındaki imzayı daha ziyade kimliğini, Ermeni mirasını ifade etmek için kullandı. Ermeni kültürünün savunucusu olduğu için de halıları Ermeni alfabesiyle imzaladı ve bu nedenden ötürü de birçok sorun yaşadı, sonunda da Osmanlı İmparatorluğu topraklarından ayrılmak zorunda kaldı.
1890’larda Kapoudjian’in dokumacılık mesleğini aktif olarak sürdürdüğünü, Kumkapı halılarının en ünlülerinden olduğunu ve Kumkapı’da bir ‘ekol’ kurduğunu biliyoruz. Ayrıca çok iyi ve ünlü bir restoratör olduğu için Hagop zamanla kendi desenlerini de oluştururdu. Kullandığı uzun ip demetleri, eşi benzeri olmayan renk paletiyle birleşince halılarına, ışık gölge arasında oyunları olan bir hava verdi ve böylece benzerlerinden ayrıldı.

İslam Sanatlarında üzerinde imza olan eserlerin sayısı çok sınırlıdır ve Hagop Kapoujian’ın halıları bu istisnai örnekler arasında yer alıyor. Kapoujian’ın sanatı, kariyeri ve mesleğe olan yaklaşımı konusunda neler anlatırsınız?

Sanırım Hagop usta, halılarındaki imzayı daha ziyade kimliğini, Ermeni mirasını ifade etmek için kullandı. Ermeni kültürünün savunucusu olduğu için de halıları Ermeni alfabesiyle imzaladı ve bu nedenden ötürü de birçok sorun yaşadı, sonunda da Osmanlı İmparatorluğu topraklarından ayrılmak zorunda kaldı. Bu süre içinde Ermeni katliamlarının sayısı inanılmaz derecede arttı ve sonunda da soykırıma kadar vardı.

Hagop Kapoudjian 1870’lerde doğdu. Ailesi Kayseri asıllıydı ama taşrada Ermenilere yönelik katliamların artması nedeniyle İstanbul’a taşındıkları düşünülüyor. 1890’larda Kapoudjian’in dokumacılık mesleğini aktif olarak sürdürdüğünü, Kumkapı halılarının yaratıcılarından birisi olduğunu, ustalar arasında en ünlülerinden olduğunu ve Kumkapı’da bir ‘ekol’ kurduğunu biliyoruz. Ayrıca çok iyi ve ünlü bir restoratör olduğu için Hagop zamanla kendi desenlerini de oluştururdu. Bunun için 16. ve 17. yüzyıla ait Safavi kilimlerindeki desenleri çalışmaya adamıştı kendini. Hagop Kapoujian teknik açıdan da fark yarattı. Kullandığı uzun ip demetleri, eşi benzeri olmayan renk paletiyle birleşince halılarına, ışık gölge arasında oyunları olan bir hava verdi ve böylece benzerlerinden ayrıldı. Halıları gerçekten büyülü gibidir ve özellikle kullandığı uzun ip sistemi bu halıları özel kılar. 

Müzenin kurucusu Calouste Gülbenkian ve Hagop Kapoujian’ı bir araya getiren ne oldu? 

Öncelikle her ikisi de aynı dönemde yaşadı. Calouste Gulbenkian 1920’li yıllarda Paris’te yaşayan bir Ermeniydi ve Hagop Kapoujian da Paris’e tam bu yıllarda geldi. Paris’teki Ermeni cemaati o dönem çok aktifti ve tabii Gulbenkian bu cemaat içinde zengin bir işadamı ve koleksiyoner olarak iyi tanınıyordu. Gulbenkian da Hagop Kapoujian’ı yakından takip ediyordu çünkü halı ve tekstil onun tutkusuydu ve Hagop da tanınmış bir restoratördü. Hagop, Gulbekian’a kendisini tanıtan bir mektup yazdığında Gulbenkian onu zaten tanıdığını ve ihtiyacı olduğu zaman onu arayacağını belirten bir cevap yazdı. 

Hagop Kapoujian, Gulbenkian için yıllarca çalıştı, koleksiyonundaki en değerli parçaları restore etti. Öte yandan teknik konularda danışmak için sayısız defa çağrıldı ve tabii Gulbenkian’ın halı koleksiyonunu en iyi şekilde saklanması için de büyük katkılarda bulundu. 

Kumkapı’da çok ciddi bir Ermeni nüfusu vardı eskiden. Bugün Patrikhane’nin halen o semtte bulunmasına karşın nüfus  oldukça zayıfladı. 19. yüzyılda Kumkapı nasıl bir yerdi? Günümüzde Kumkapı halı atölyelerinden geriye kalan var mı?  

19. yüzyılda Kumkapı çok dinamik bir Ermeni nüfusuna ev sahipliği yapıyordu,  tam anlamıyla bir Ermeni mahallesiydi. Bugün de Patrikhanenin merkezi burada yer alıyor. Ancak günümüzün Kumkapı’sı balık restoranlarıyla dolu hoş bir mahalleden ibaret ve herhangi bir halı atölyesinin kaldığını da zannetmiyorum. 

Koleksiyonun sergiyle ilgili bölümleri hakkında biraz bilgi vermek ister misiniz? 

Elbette. Müzede önemli bir tekstil koleksiyonumuz var. Calouste Gulbenkian Müzesi’nin İslami tekstil koleksiyonu 16.yüzyıldan 18.yüzyıla kadar uzanıyor ve İslam dünyasının üç büyük imparatorluğunu kapsıyor: Türkiye’de Osmanlılar, İran’da Safaviler ve Hindistan’da Moğollar. Bu koleksiyonun içerisinde de iki temel bölüm var: dokumalar ve halılar. Dokumalarda, koleksiyoner en fazla Osmanlı Türkiye’sinden parçalara ilgi göstermiş. Muhtemelen bunun sebebi de motiflerin estetik nitelikleri ve mükemmel biçimde korunmuş olmaları. Nitekim, 16. ve 17. yüzyıllarda, İran da Osmanlı imparatorluğu gibi önemli bir kumaş üreticisiydi. Doalyısıyla İran menşeli dokumaların sayısı çok. Halı koleksiyonu ise, 1907 ile 1939 arasında alınmış 85 parçadan oluşuyor. Bunların 12 tanesi şu anda sergileniyor. Koleksiyonerin bu alandaki tercihi Safavi İranı ve Moğol Hindistanı yönünde olmuş. Ayrıca Kafkas halılarına da özel bir ilgi göstermiş. Şu anda sergilenen İran ve Hint halıları klasik dönem olarak adlandırılan 16.yüzyıldan ve 17.yüzyıldan kalma. Saraylı ve şehirli atölyelerde üretilmiş olan bu halılar, teknik ve sanatsal açıdan çok kaliteli ve bu dönemin halıcılık altyapısının ne kadar sofistike olduğunu gösteriyor.

İslam Sanatları kavramı, 20. yüzyıl boyunca Müslüman nüfusun yanı sıra Hıristiyan ve Yahudi cemaatlerini de kapsayan heterojen bir ifade bulmak hedefiyle birçok kere değişti, ama konuyla ilgili tartışmalar hâlâ devam ediyor. Sizce bu terim Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan ve çalışan bir Ermeni bir sanatçıyı sınıflandırmak için ne kadar uygun?

Sanırım Kumkapı dokumacıları gibi Osmanlı Türkiye’sinde yaşamış Ermeni sanatçılardan bahsettiğimizde İslam Sanatları sınıflandırmasını kullanamayız. İslam Sanatları’nın çok büyük bir alan olduğunu biliyorum ama sanırım bu durum biraz daha farklı. Bu halıların Türk ve İran sanatının etkisinde kalarak dokunmuş olduğu tezi doğru tabii... Ancak bu sanat eserleri bir yandan da daha farklı bir geçmişe, mesleki yaklaşıma ve kültüre sahip Ermeni sanatçılar tarafından ortaya kondu. Aslına bakarsanız, bu kişilerin kökenleri Hıristiyan…dolayısıyla kategorize etmek zor.

Farklı coğrafyalar, ortak geçmiş

Biraz da serginin güncel boyutu hakkında konuşabilir miyiz? Mekhitar Garabedian’ın Ermeni alfabesini konu alan işi sergiye çok duygusal bir boyut katıyor. Garabedian bu projenin nasıl parçası oldu ve bu işin özelliği sizce nedir?

Sergiye güncel bir halı koyma fikri müze müdürü Penelope Curtis’ten çıktı. Ben de Ermeni bir sanatçının katkısının hoş olacağını düşündüm. Sonra Garabedian’ın halısını Venedik Bienal’inin (2015) kataloğunda gördüm ve görür görmez vuruldum. Mekhitar Garabedian çalışmalarında Ermeni mirası üzerine yoğunlaşıyor, yerinden edilme ve diasporada yaşamakla ilgili eserler üretiyor. Garabediyan sergiye, “Fig.a, comme alphabet” (2012-2016) serisinin parçası olan, Ermeni alfabesi alıştırma kağıdını hatırlatan, püsküllü bir halı şeklinde materyalize edilmiş ve doğrudan müze duvarına işlenmiş iki işle katılıyor. 
Bir de şunu eklemek istiyorum, Mekhitar ve Hapog Kapoujian, farklı coğrafyalardan ve dönemlerden iki sanatçı olmalarına rağmen ortak bir geçmişi paylaşıyorlar ve aslında bu hikâye Calouste Sarkis Gulbenkian’ın hikâyesiyle de kesişiyor –Ermeni, Türkiye asıllı, Londra’da okumuş, Paris’te yaşamış ve 1955’de hayatının son dönemini geçirdiği Lizbon’da ölmüş.

Kategoriler

Arka Sayfa



Yazar Hakkında