YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

'Darbe mekaniğimiz' üzerine düşünceler

Darbe mekaniğinde, girişimin öncesinde çözüm sürecini bir kenara bırakmanın ve savaş politikaları çerçevesinde “şiddet”in yüceltilmesinin bir payı yok mudur? Bence vardır. İktidar orduya ve şiddete yaslandıkça ayrı bir zeminde daha siyaseti yok etmiştir ve böyle bir zeminin üzerinde darbe girişimi kendine yol açmayı düşünmüştür.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası toz duman hala havada ve açıkçası ne önümüzü ne da sağı solu görebilir haldeyiz. Darbe girişiminin nasıl icra edildiğini hala anlayamadığımız gibi, girişim sonrası devreye sokulan zecri tedbirlerin nerede duracağını, kimleri kapsayacağını da öngörebilecek halde değiliz. OHAL ilanı genişçe bir kesim tarafından gerekli görülüyor ancak torbaya epey ilgisiz vakalar da sokuluyor. Gazeteciler hakkında yayınlanan yakalama listelerine baktığımızda görüşlerini ifade etmekten, gazetecilik yapmaktan başka bir faaliyeti görünmeyen isimlerin de gözaltına alındığını görüyoruz ve OHAL ikliminde bu gözaltıların nasıl sonuçlanacağını da kestirmek zor. Bu ortam içinde hafta boyunca aklımda evirip çevirdiklerim aşağıdaki gibidir:

-Darbe girişimini atlatılması elbette iyi bir şey ama tarihimizde artık bir “darbe girişimi” var ve bununla yaşamak herkes için zor olacak gibi görünüyor. Can sıkıcı kısmı şu: birileri darbe yapmaya KALKIŞTI.  Bunun şu ya da bu şekilde yapılabilir olması, ülkemizin darbe meselesini geride bırakmadığının en somut göstergesi ve anlaşıldığı kadarıyla bunun yarattığı şok ve şaşkınlığı atlatmak epey zaman alacak. Ve yine can sıkıcı olan şu ki birileri darbenin “yapılabilir” bir şey olduğunu gördü  ve bir daha yapar mı yapmaz mı bilmiyoruz. Yani evet belki yakın zamanda ya da önümüzdeki birkaç yıl içinde değil (ki onu da bilemiyoruz) ama bir vakitte birileri bir daha darbe yapmaya kalkabilir. Yani ülke şu darbe meselesinden yakasını kurtaramadı. Bununla yaşamak  mecburiyetinde olacağız. Bence iktidar dahil tüm Türkiye’yi sarsan asıl mesele bu. Kurtulamadık.

-Darbeye ordunun ne düzeyde bulaştığını hala bilmiyoruz. Gelen ifadeler daha fazla soru işareti yaratıyor. Tamam Cemaat’e yakın komutanlar ve askerler işin içinde görünüyor ama darbenin Hükümet’e geç bildirilmesinden tutun Genelkurmay’da ve diğer karargahlarda olanlara kadar süreç bir türlü netlik kazanmıyor ve kimin ya da kimlerin düğmeye bastığı, o andan sonra neler olduğu hala flu. Bu da az önce bahsettiğim şaşkınlık ve tedirginlik durumunu artırıyor. Ve ne olduğunu bilemediğimiz için de bundan sonrasını kestiremiyoruz. 

-Darbe girişimi nasıl olabildi? Evet bu konuda açıklamalar var ama bunun siyasi ve toplumsal dinamiği üzerine yeterince, gereğince kafa yormuyoruz, yoramıyoruz. İlk olarak: darbe girişimi öncesi döneme de bakmamız lazım. Oraya baktığımız vakit şunu görebiliyoruz: Siyasal alanın iktidar eliyle alabildiğine daraltıldığı bir dönemdi yaşadığımız. Parlamento içi ve dışı tüm siyaset olanaklarının neredeyse yok edildiği ve bunun neticesinde siyasetin de artık iyice küçüldüğü bir zemin üzerinde yaşamaktaydık. Bunu elbette ki “böyle olursa darbe gelir” manasında söylemiyorum, ancak bu mekaniği incelerken öncesini de dikkatle incelememiz gerekir, madem bundan sonrası flu görüyoruz.

Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalefet partileri ile yeni bir diyalog içinde olması  olumlu bir gelişmedir hiç şüphesiz  ve siyasal zeminin kurulmasına bir ölçüde yardım eder, tabii Erdoğan bundan sonra da aynı anlayışta olursa. Ancak burada da bir meselemiz var: HDP niye yoktu toplantıda? Ülkenin yüzde 10’luk oyuna sahip bir partiden söz ediyoruz. Ve tabii Kürtlerden. Buradan da zaten şuraya geliyoruz. Darbe mekaniğinde, girişimin öncesinde çözüm sürecini bir kenara bırakmanın ve savaş politikaları çerçevesinde “şiddet”in yüceltilmesinin bir payı yok mudur? Bence vardır. İktidar orduya ve şiddete yaslandıkça ayrı bir zeminde daha siyaseti yok etmiştir ve böyle bir zeminin üzerinde darbe girişimi kendine yol açmayı düşünmüştür. Şiddete ve orduya yaslanırsanız sonunuz iyi olmaz, özetle. Bu net. İkinci olarak: Cemaat’e yakın bu grup bu gücü nasıl kazanmıştır? “Sızdılar” makul bir açıklama olamaz. Çünkü tam olarak sızmadılar, sisteme davet edildiler. Hem de 80’lerin sonlarından itibaren. Dersaneler onlara teslim edildi, yurtdışında okullar açmaları için sonsuz olanaklar sağlandı, her gelen Hükümet bu projeyi destekledi, (belki Erbakan hariç) Gülen, Türkiye’de olduğu sürece hangi sıfatla olduğu anlaşılmaz bir şekilde protokolün en ön sıralarında yer aldı. Herhangi bir siyasetçinin ya da devlet görevlisinin bu süreci gözden kaçırmış olmasına imkan yok. Peki bu Cemaat, rejimin hangi unsurları tarafından, hangi saiklerle sistemin içine davet edildi, onlardan ne umuldu, hangi işlevi yerine getirdiler, neyi önlemesi ya da neyi yerine getirmesi beklendi? Başta AKP olmak üzere süreç boyunca bu projeye imza atan, bu projenin içinde olan herkes bu soruya yanıt vermek durumundadır.  “Kandırıldık” diye bir açıklama olamaz. Eğer bu soruya yanıt veremezsek bundan sonrası için de kendimize makul bir gelecek inşa edemeyiz. Bu cümleden  bir not. Mesela kapatılan dernekler arasında bazı Alevi dernekleri de var. Sonradan anlaşıldı ki bunlar  Cemaat’in kurduğu, kurdurduğu derneklerdir.  Bu vaziyet herhalde Hükümet tarafından bilinmekteydi. Peki  bu derneklerden  ne umuldu, ne yapmaları, hangi işlevi yerine getirmeleri beklendi?  Bütün bu bahsettiklerime bu örnek üzerinden de bakılabilir.

En önemlisi: Roboski katliamı, Rus uçağının düşürülmesi, muhtemelen  Hrant Dink cinayeti vd. Yakın tarihte olup biten tüm kötülükler Cemaat’in hesabına yazılacak, öyle görünüyor. Bu işlerin hepsinde Gülen Cemaati’nin rolü olabilir, mesela Dink cinayetinde açık ki vardır, ancak tüm bu vakaların nasıl cereyan ettiğini, kimlerin “Emri ben verdim” dediğini, kimlerin neyi nasıl sahiplendiğini, hangi cinayet öncesinde sürecin nasıl yürüdüğünü çok şükür ki biliyoruz, hatırlıyoruz. Toplu olarak bir yüzleşme, bilanço ihtiyacımız kendini açık seçik belli ediyor. Bunu yapacak mı, en başta Hükümet? Yoksa yola bu şekilde devam mı edeceğiz?