OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

OHAL’de başı dik olmak

Aynı bizim geçmiş darbe dönemlerinde kim ne söylemiş, yazmış diye baktığımız gibi birileri de gelecekte, eğer bu işlerin sonu kötü biterse, OHAL zamanı kim ne demişti diye bakabilir. O zaman başım dik olsun dedim.

Yaşadığımız ve ilk anlarında 'ne yaptığını bilmez bir grup acemi' gibi gözüken ama gün geçtikçe başka ayrıntıları ortaya çıkan korkunç darbe girişimi, ondan sonra yapılanları eleştirmeyi zorlaştırıyor. Bu eleştirilerde bulunacak olanlar, "darbeci" damgasıyla dalgalanmaktan haklı olarak korkuyorlar. Tabii herkes değil, kimileri de hatta belki çoğunluk yapılanların gerekli olduğuna inanıyordur. Halbuki, durum ne olursa olsun demokrasinin ve hukukun belli başlı evrensel ilkelerine riayet etmediğiniz zaman devletin bir adalet değil toplu intikam aracına dönüştüğü malum ve intikam sırasının kendine geldiğini düşünen bunun için devleti ele geçirmeyi hedefliyor. Devlet otoritesinin eldeki silah olduğu bir nevi kan davası. Olağanüstü hal ilan edilmesi de darbe sonrası başvurulan tedbirlerden bir tanesi ve muhalifler tarafından bile “Olağanüstü bir hal varsa olağanüstü hal ilan edilir” gibi düz bir tavırla karşılandı.

Halbuki bir demokratın, hukukun temel prensiplerinin ve insan haklarının hiçbir zaman askıya alınamayacağını söylemesi, ülkede "olağanüstü hal" ilan edilmesinden her zaman tedirgin olması ve uyarıda bulunması gerekir. Aksi devlet mantığını ve dilini iktibas etmek manasına gelir. Efendim Fransa devleti de olağanüstü hal ilan etmiş. Birincisi, Fransa veya başka bir Avrupa devletinin yaptığı bir şey otomatikman yanlış olmadığı gibi otomatikman doğru da olmaz. İkincisi, ikisinin de ismi olağanüstü hal olması tamamen aynı şeylerden bahsettiğimiz manasına gelmez. İçerikleri, yasası ve uygulanma şekilleri oldukça farklı. Bilmiyorum kaçınız Türkiye'deki Olağanüstü Hal Kanunu'nu açıp okudunuz. Ben de boş zamanlarımda kanun okumuyorum ama OHAL ilan edilince açıp baktım. O kanunun maddeleriyle Türkiye polisinin zihniyet ve alışkanlıklarının  bileşiminden doğabilecek risklere ve olası ihlallere her demokratın dikkat çekmesi gerekir. Gene bazı muhalifler dahi olağanüstü halin hukuka uygun olarak uygulanmasının takipçisi olmak gerektiğini söylüyor, bense bilakis olağanüstü halin kanuna uygun (bu hukuka uygun mudur tartışılır) uygulanmasının bile yeterince büyük bir sorun olduğunu söylüyorum.

Darbe girişimi sonrası demokrasinin ve hukukun evrensel ilkelerinin çiğnendiği bir başka nokta da işkence ve idam tartışmaları. Aslında ikincisi henüz bir tartışmayken birincisi alenen uygulandı bile. İşkence edilmiş kişilerin resimleri devletin resmi haber ajansı tarafından çarşaf çarşaf servis edildi. Hukukçular daha iyi bilir ama OHAL bu kişilerin AİHM’e gitme haklarını sonsuza kadar ellerinden almadı herhalde. Gittiklerinde bütün ifadelerini işkence altında verdiklerini söyleyip, bu görüntüleri delil gösterirlerse ne olacak? Darbecilerin hakkıyla yargılanmaları, layıkıyla cezalandırılmaları baştan sakatlandı. Öte yandan, işkence ve idam  gibi uygulamaların buna maruz kalanların kim olduğuyla, hangi suçu işleyip işlemedikleriyle bir  ilgisi yoktur. Türkiye’de bir türlü anlaşılamayan nokta burası. Bunlar öldürmenin ve insan olmanın ontolojisiyle ilgili kavramlardır. İdamı veya işkenceyi kimlerin "hakettiğini" yanlış bir soru ve tartışmadır çünkü dediğim gibi bunlar suçun faillerinin kim olduğuyla, ne yaptığıyla değil sizin siyaset ve toplum düzeninizle, daha doğrusu bu konudaki iddianızla  ilgili bir durumdur. "Hak eden" birini idam edince veya "hak eden" birine işkence yaptığınızda da bu iddianızı kaybedersiniz. Ayrıca, “haketme kapısı” bir kere açılırsa herkes çizgiyi istediği yerden çekebilir. 

Cezanın şahsiliği ilkesi de bu hengamede ya unutuluyor ya da kasten umursanmıyor. Aileler de damgalanıyor ve hayatları karartılıyor. Halbuki, cezalandırılacak herkesin bu darbe girişimiyle somut bağlantısı ortaya konmalı. Hele, her zamanki gibi kadınlar üzerinden yürüyen intikam söylemi var ki yazmaya utanır insan, onun için seyrettiğim görüntülerde parmaklığın dışında duran polislerin, parmaklığın içinde, ağzı burnu tanınmayacak derecede kırılmış darbeci askerlere, onların kadınları kızları hakkındaki söylediklerini burada tekrarlayamam. Uzun lafın kısası, antropologları kızdırma pahasına ve aklıma daha uygun bir tabir gelmediği için yapılanın ‘kabile adaleti’ olduğunu söyleyeceğim. Bir nevi toplu cezalandırma, “zürriyetini kurutma”...ölülerden intikam alma işini de bu çerçevede ele alabiliriz.

Son olarak şunu söyleyeyim. Kendimi hiçbir zaman kahraman gibi hissetmedim, öyle bir iddiada da bulunmadım. Nitekim darbe gecesinde de korktum ve hatta uçakların geçişi sırasında korkuyu fiziksel olarak da hissettim. Ama bu yazıyı yazarken de, hadi korktum demeyeyim ama tedirgin oldum, hala da tedirginim çünkü biliyorum ki OHAL'de (belki de her zaman) birileri isterse bu yazıdan dolayı bana da ciddi sıkıntı verebilir. Yine de yazdım çünkü, aynı bizim geçmiş darbe dönemlerinde kim ne söylemiş, yazmış diye baktığımız gibi birileri de gelecekte, eğer bu işlerin sonu kötü biterse, OHAL zamanı kim ne demişti diye bakabilir. O zaman başım dik olsun dedim.