Darbenin darbesini yemiş Kürkçü Han

Karin Karakaşlı ile Berge Arabian'ın hazırladığı 'Hanlar Hamamlar' yazı dizisinin ikinci durağı Eminönü’nde, Mahmutpaşa Yokuşu’nda yer alan Kürkçü Han.

Başlamak iyi hoş da, mesele devamını getirmekte. Hanlar maceramızın sürekliliğine ikinci turumuzda ikna oldum. Artık tehlike eşiği geçildi. Bundan sonra istesek de duramayız. Bu seferki durağımız, Eminönü’nde Mahmutpaşa Yokuşu’nda yer alan Kürkçü Han. 15. yüzyılda II. Mehmet döneminden (1451-1481) günümüze ulaşabilen tek örnek olan tarihi yapı, Vezir Mahmud Paşa tarafından mimar Âtik Sinan’a yaptırılmış.

İki avlu üzerinde iki katlı olarak inşa edilen Kürkçü Han, bir curcuna yeri. Hem de bombalı saldırılar sonrası iyice durağanlaşan işlere rağmen böyle, çünkü ruhu renkli, cıvıl cıvıl. Bunda çeyizlik dükkânlar, yüncüler ve gelinlikçilerle dolu oluşunun payı büyük.

Girişte bir tuhafiye mağazası bulunan Abro Santalu, coşkuyla karşılıyor bizi. Nişan, sünnet ve iç giyime ayrılmış bu giriş katında çocukluğundan bu yana handa olan Abro’nun hatırladığı çok şey var: “Ben küçükken en çok avluda soluklanan hamalları izlemeyi severdim. Yüklerini bırakıp avluda domates, salatalık ve o dönemin cam şişeli litrelik kolalarıyla sonra da yere tebeşirle çizip dokuz taş oynarlardı.” Pakrat Aghparig açıkta ağacın altında müşterilerini traş eden seyyar berberi soruyor. O da artık tarih olmuş.

Abro Santalu

Hana ismini veren yediz sekiz kürkçü dükkânı zaman içinde kapanmış. Keza koca dokuma ve çorap atölyeleri de tarih olmuş. Şimdilerde aşağı katta yer alan irili ufaklı tuhafiye dükkânlarına üst kattaki yüncüler eşlik ediyor. Abro Santalu için hanın o hareketli, ihtişamlı günleri çok eskide kalmış. Ama hatıralar dün yaşanmışçasına taze: “Şimdi hanın dışında kalan Kanaat Tuhafiye Pazarı bir zamanlar üç kapılı kocaman bir dükkânmış, düşünün. Sahibi Hagop Karaabacı buraların en eskilerindendir. Hem perakende hem toptan satış yapardı. Çocukluğunda çorap atölyesinde çalışan Pakrat Aghparig de çeyiz sandıklarının ısmarlandığı ve hamallarca ambara götürüldüğü o bereketli günleri anlatıyor. Bir dönem kravat yakalı, beyaz tek renk naylon gömleklerin nasıl moda olup, atıldığını… “Burada çocuk giyim mağazaları da vardı. Yetvart Dayday’ın Cici Bebesi alanının en iyilerindendi. Çatal bıçak üreticileri de bu handaydı. Onların da çoğu Ermeni sahibi zamanla el ayak çekti. 83 senesinde işportacıların hepsini dağıttılar. Gayrimüslim esnaf da onlarla birlikte gitti.”

Bu gelişmenin bir diğer görsel kanıtı da çirkin sarı sıvalar. Kürkçü Han’ın üst katındaki güzelim taş kemerler boydan boya sıvalanmış. Handaki ikinci durağımız olan Murat Çekem’in banyo malzemeleri satan dükkânında bu tarih bir kez daha gündeme geliyor. “Kürkçü Han, 80 darbesinin mağduru oldu. Eskiden bütün dükkânların önünde küçük tezgâhlar dururdu. Kalabalıktan yürünecek yer olmazdı. Darbe döneminde bir gün hanın tezgâhlarıyla birlikte taş kemerler de operasyondan nasibini aldı. Tamir niyetine böyle sıvalandı.”

Murat Çekem

İstanbul’daki bombalamalar sonrası otellerin doluluk oranının düştüğünü, biletlerin iptal edildiğini ve turist kafilelerinin Kapalıçarşı’dan çekilmesiyle artçı sarsıntının Kürkçü Han’da da hissedildiğini anlatıyor Murat Çekem. “Diyeceksiniz ki esnaf milleti hep şikâyet eder ama inanın, bugünlerde geçen senemi mumla arıyorum” diyor samimiyetle. Hal böyle olunca o da eskileri anlatmaya başlıyor. Abro Santalu’nun yanından geldiğimizi duyunca da gülümsüyor. “Orası eskiden Çıtri’nin yeriydi. Çile çile yün satardı. Biz ona kedici diye takılırdık. Her sabah elinde paketlerle gelir, avludaki on on beş kediyi besledikten sonra tezgâhını açardı.”

Kimse nostaljik duygularla değil, şehrin bu haşin değişimine duyduğu isyanla dalıyor geçmişe. Ve bir ânı gibi değil, şimdiki zamanın damlası gibi yaşatıyor sakladıklarını. Pakrat Abi de kervana katılıyor. “Burada bir de Tatarlar Kabilesi vardı” diyor, “Kazlıçeşme’de fire verilmiş deri parçalarından yelek, minder yaparlardı…” 

Üst katta bir kumaşçı dükkânının hazırladı yeşil tül perdeli köşeye oturup aşağıda seyreden hayata bakıyoruz. Berge, türlü hallere bürünmüş, hanın ruhunu yakalamanın peşinde. Çünkü ondan hiçbir ruh kaçmaz, kaybettirilmeye çalışılanlar bile.

Dışarı çıktığımızda Mahmutpaşa’nın kalabalığına kaplıyoruz. Buralarda hayat başka akıyor. Sokaklara taşan eşarp, düğme, toka, oyuncak, pul, payet, çorap, ceket arasından kayıyoruz aşağılara doğru usulca. Birazdan eski şehrin taşlı yolları da bitecek. Beton meydanlara çıkacağız. Ama öncesinde hâlâ küçük mutluluklar var. Buz gibi bir çeşme suyunda elini yüzünü yıkamak, ve bir an için ferah günlerin gelebileceğine inanmak gibi. Yine dayanamayıp bir an için kafamızı soktuğumuz Sultanhamam’daki Havuzlu Han’da esnaf dükkân önlerine serdiği seccadelerde Cuma namazı kılıyor. Bu modern bir iş hanı olan yapıya adını veren alt kattaki minik havuzdaysa durgun su birikintisi zamanı durduruyor. Suya dükkânların neon ışıkları yansıyor gündüz gözüyle.

Taş hanlar güngörmüş, merhametli. Kaybedecekleri bir şey kalmamış. Yitirdiklerini de görebilen gözlerden başka bir beklentileri yok. Bugüne karışırken onlardan birinin loş odalarında bir yer yatağında kıvrıldığımı ve uzun uykulara yattığımı hayal ediyorum. Uyandığımda acıtmayacak bir şimdinin hayaliyle… Gönül bu işte… 

Kürkçü Han’ın talihsiz taşları ve matbaaları

Mimarî güzelliğine büyük oranda kastedilmiş Kürkçü Han’ın değerini yâd etmek üzere İstanbul Ansiklopedisi’nde sürdürüyorum geziyi. “Araştırmalar sonucu yapının inşasından bir süre sonra vakfının Fatih’e geçtiği ve 1489’da Ayasofya gelirleri arasında yer aldığı, belgelerden öğrenilmektedir. İşte bu yıllarda Mahmutpaşa’da ticari hayatın gelişerek yoğunlaşması, yapıya ikinci avlu etrafındaki ahır mekânları üzerine bir kat daha ilavesini gerektirmiş olmalıdır. Kürkçü Hanı’nın bu kanadı, özgün durumunu kaybetmiş olarak günümüze ulaşmıştır. 

Yapının Mahmutpaşa Yokuşu’na açılan tuğla kemerli kapısı, enine dikdörtgen şekilli ve aynalı tonoz örtülü, eyvanlı bir giriş mekânı şeklindedir. Avludaki dikdörtgen planlı, fevkani mescit yapısıysa Silahdar Hacı Küçük Ahmed Ağa tarafından inşa ettirilmiştir. Zemin kattaki 48 kare mekân, birer kapı ve pencere ile revak sistemine açılır. Avluyu çeviren kare kesitli payeler tuğla-derz, örme dokuludur. Kemerler de tuğladan inşa edilmiş olup, her iki katta da sivri kemer şeklindedir. Üst kat mekânları birer dikdörtgen pencereyle de dışa açılmakta, Mahmutpaşa Yokuşu boyunca cephede yer alan bir sıra dükkân üzerinde hanın özgün cephesini şekillendirmektedirler.”

Tarih araştırmacısı Kevork Pamukciyan da, Kürkçü Han’ın bugün elbet yerinde yeller yesen matbaacılarını da kaynaklarından derleyip kayda geçmiş: “Matbaa-i  Âmire müdürü olan ünlü matbaacı Boğos Arapyan’ın (1742-1836) matbaası, 19. asrın başlarında Kürkçü Hanı’nda faaliyette bulunmuştur. Tarihçi Avedis Berberyan’a göre (1799-1873) göre, bu han 27 Haziran 1854’te tamamıyla yanmıştır.  Matbaacı Hovsep Kavafyan’ın matbaası da buradaydı.” 

Tangoluk bir mekân: Sepetçiler Han

Görmemişin hanı olmuş misali, arada tarihi geçmişi ya da Ermeni zanaatkârları açısından bir ize rastlamadığımız hanlardan da içeri dalıyoruz. Çünkü bu sıcak ve siyasi açıdan gergin yaz günlerinde hanların insana huzur veren serinliği her şeye bedel. Hele de azıcık güzel olan bir şeyleri görmeye, bunlardan güç devşirmeye meyletmişseniz. Beyazıt’ta Çarşıkapı Caddesi üzerindeki girişe sığınıyoruz. Demirden tarihi lambaları, tepeden yansıyan doğal ışığı ve hele de taş döşemesiyle caddenin keşmekeşini anında ardında bıraktıran bir vaha burası. Çay ocağına ilişip manzaranın ve memlekette en zor bulunan şey olan huzurun tadına varıyoruz bir süreliğine. Geniş avluyu ve üst katı gözleriyle tarayan Berge gülümsüyor: “Burası La Comparsita Han” diyor, “düşünsene ne güzel tango yapılır şu alanda!”

Handaki o parlak Dericiler Pazarı şimdilerde sinek avlayan birkaç dükkândan ibaret. Esnaf müşterilerini AVMlere kaptırmaktan dertli. Bir de İstanbul’u sarıp sarmalayan kentsel dönüşüm çılgınlığından ne zaman payını alacağından endişeli. Gözüm arşınlanmaktan aşınmış koca mermer merdivenlere ilişiyor. Hanlar, içinden geçen bütün insanların kaydını böyle tutuyor işte. İçe çöken taşlar ve incelen mermerlerle… Suskunluk değil durgunluk bu. Belirsizliğin ağzı bıçak açtırmayan acımsı lezzeti. İyisi mi, Berge’in hayaline eşlik edeyim. Aşkla dans etsin insanlar hanın avlusunda. Hayallerimizden öte hiçbir şey bilmiyoruz nasıl olsa…

“Hanlar Hamamlar” yazı dizisinin ilk bölümü: Vezir Hanı denen çelikli, iplikli, hikâyeli bir koca dünya

Kategoriler

Güncel Yaşam



Yazar Hakkında

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA