RİCHARD GİRAGOSİAN

Richard Giragosian

Ermenistan'da istikrarsızlık ve belirsizlik

Ermenistan'da uzayan rehine krizinin başlangıcından tam iki hafta sonra, geriye kalan silahlı saldırganlar da 31 Temmuz Pazar günü nihayet teslim oldu. Son iki hafta boyunca, polis ile siviller arasındaki çatışmalar ve sivillerin karakolu işgal eden silahlı saldırganlara destek olmak için toplanması yüzünden rehine açmazı sürekli daha da kızışmış olsa da silahlı saldırganların teslim olması bu olayın tetiklediği derin huzursuzluk ve ihtilafın da bittiği anlamına gelmiyor olabilir.

Pek de halk desteği olmayan küçük, radikal ve dağınık bir muhalif grubun cezai suçu olarak başlayan kriz, ülke içindeki ciddi birtakım huzursuzlukların ve halkın desteklemediği hükümete yönelik giderek biriken hüsranın tetiklediği daha derin ve ayrıştırıcı karşılaşmalara yol açtı.

Daha geniş bağlamda, radikal bir muhalif grupla işbirliği içindeki tam teçhizatlı silahlı saldırganlar, halk protestolarının ve hüsranın ortaya dökülmesi için başarılı bir katalizör görevi gördü ve bunun birkaç sebebi var. 

Birincisi, silahlı saldırganlara veya onların siyasi grubuna çok az ya da hiç bağlılığı olmayan sıradan yurttaşların çoğu için bu kriz “iktidarın kibrine” ve hükümet ile ona hizmet eden polisi lekeleyen cezasızlık kültürüne karşı durmak için bir fırsat oldu. Bu bakımından gerçek rehine krizi çok daha ciddi:  Ermenistan nüfusunun hükümet içindeki yolsuzluk ve senelerdir yapılan seçim hileleri tarafından rehin alındığı duygusuyla alakalı. Ve bu durum, ülkeyi bölmeye başlayan servet ve güç dağılımındaki giderek artan eşitsizliğin yarattığı infial duygusuyla daha da kızıştı.

Bu ihtilafı ve huzursuzluğu tetikleyen ikinci şeyse polisin aşırı tepkisi oldu. Polis krize çok kapsamlı bir baskıyla karşılık verdi; gazetecilere pervasızca saldırdı ve silahlı grupla veya olayın sorumlusu olan marjinal siyasi hareketle hemen hemen hiç bağı veya ilişkisi olmayan sivil aktivistleri topluca ve gelişigüzel tutuklamaya girişti. Yani, ülkede güvenlik ve istikrar sağlamak devletin elinde ama bu, Ermenistan'daki ayrışmanın derinleşmesine ve huzursuzluğun artırmasına yol açacak bir paranoya ve sert tepki riskini de beraberinde getiriyor.

Fakat durumu kızıştıran üçüncü bir etmen daha var. Daha açık söylemek gerekirse, Ermenistan hükümetinin Karabağ çatışmasında verdiği tavizlerden kaynaklanan güvensizlik duygusu ve bariz korku algısı, protestoların yoğunluğunu artırdı. Azerbaycan ordusunun, Ermenistan'a ait küçük fakat önemli miktarda bir bölgeyi almasıyla sonuçlanan saldırısının ertesinde korku, hassasiyet ve zayıflığın ulaştığı seviye kamuoyunda yeni bir evreye geçildiğini gösteriyor. Karabağ barış sürecine dair hiçbir bilgi aktarımı olmaması da durumu kötüleştirerek, bu kadar hassas bir meselede eksik hatta yanlış bilgilendirme eğiliminin önünü açıyor.

Dahası bu eylem, açıkça ümitsizlikten kaynaklanıyordu ama daha da önemlisi silahlı saldırganların düştüğü önemli bir hatayı da yansıtıyordu: bir karakolu ele geçirmelerinin, Ermenistan halkının büyük bir kısmını ciddi bir ayaklanma veya isyan çıkarmaya sevk edeceğini düşünmüşlerdi. Silahlı saldırganlar, Karabağ çatışmasına yönelik sert politikalarıyla bilinen küçük, dağınık fakat radikal bir siyasi muhalif örgütün üyelerinden oluşuyor.  Hem gerçekdışı hem de ulaşılması imkansız talepleri var; hapisteki liderleri de dahil olmak üzere tüm “siyasi tutukluların” derhal salıverilmesi ve Başkan Sarkisyan'ın istifa etmesi için çağrıda bulunuyorlar. 

Fakat yine de kriz beklenmedik değildi, hatta Ermenistan siyasetindeki derin ayrışma ve bariz kutuplaşma ortamı düşünülünce kaçınılmaz olarak bile görülebilir. Bu durum silahlı saldırganların cezai eylemlerini hiçbir şekilde meşru kılmıyor olsa da,  bu ortam umutsuzluklarının büyümesine yol açtı. Dahası, karakolun ele geçirilmesi kendi başına umutsuzluk kaynaklı bir eylem olsa da, krizin siyasi anlamlarının olduğu da inkar edilemez.  Ermeni yetkilelerin artık sık sık kullandığı ve suistimal ettiği duruşma öncesi tutuklama uygulaması ve muhalif grubun liderine yönelik yaptıkları diğer sorgulanabilir hamleler, hükümetin saygınlığını baltaladı. Ve ülkenin yönetici elitinin içinde bulunduğu gözle görülür “siyasi paranoya”, tabiatı gereği tehlikeli olan polisin “aşırı tepki gösterme” sabıkasını devraldı; gerçek bir tehdidin sınırlarının çok dışına çıkarak, çok fazla sayıda sivil aktivist ve siyasi muhalif hedef alındı. 

Ne var ki bu grubun cezai eylemleri Ermenistan hükümetinin zayıflığını daha da artırdı. Ve kamuoyunun tepkisi rehine krizine yol açan gruba destek veya bağlılıktan ziyade, giderek artan yolsuzluk, süregiden hileli seçimler ve hükümete yönelik haklı “iktidar kibri” algısına dair genel bir infialden kaynaklanıyor. Fakat ne polis ne de hükümet bu durumun altında yatan bağlamı anlıyor ve her ikisi de çevreye ve kendilere duydukları güvensizlikten beslenen bir zayıflık konumuyla hareket ediyor ki bu durum hayli tehlikeli.

Rehine açmazının artık bitmiş olmasından bağımsız olarak, bu kriz hem iç siyaset hem de Ermenistan hükümetinin saygınlığı açısından ciddi sonuçlar doğuracak. Duyarsızlığın terk edilmesine, halkın hükümeti desteklememesine ve huzursuzluğu tetikleyen ekonomik ve politik etmenlere rağmen, Ermenistan şu an “devrimci bir an” yaşamıyor. Silahlı saldırganların marjinal konumu ve ülkenin geleneksel muhalefet partilerinin hâlâ güvenilmez ve en az iktidar kadar halktan destek alamaz konumda olduğu gerçeği, ani bir isyan veya ulusal ayaklanma ihtimalini hayli düşük kılıyor.

Fakat ülkenin istikrarı büyük ölçüde Ermenistan hükümetinin uyarı işaretlerini doğru yorumlayıp gerçek bir reform ihtiyacını kabul etmesine bağlı. Ne var ki duyarsızlığın açıkça bittiği düşünülürse, Ermeni sivil aktivistler artık muazzam boyutlardaki yolsuzluktan ve otoriter yönetimden memnun değil. Bu süreçte izlenmesi gereken kilit oyuncu yalnızca “değişim aracı” olarak görülen gençlik değil; muhalif parlamenter  Nikol Pashinyan'ın oynadığı arabulucu rolünde de görüldüğü gibi, gelişmekte olan siyasi muhalefet de dikkatle izlenmeli. Muhalif “Sivil Sözleşme” (Civil Contract) partisinin liderlerinden olan Pashinyan, kriz boyunca tüm tarafların arabulucu olarak kabul ettiği tek isimdi. Rehin alan kişilerle birebir konuşabildi ve onları eylemlerinin beyhude olduğuna ikna etmeye çalışıp teslim olmaya çağırdı. Bu da hükümetin krize gerektiği gibi karşılık vermekten ne kadar aciz olduğunu gösteren bir başka olaydı.