Aslanlar uyandığında

BÜRKEM CEVHER

Bir rehber onlara, bir aslanın insan etini bir kere tattıktan sonra bir daha başka bir şey avlamak istemeyeceğini anlatmıştı. Belki de doğru değildi, sadece turistlere anlatılan öylesine bir hikayeydi ama kendi dişi aslan içgüdüleri, sevdiklerini pusuya düşürmekten daha büyük bir ayartı, daha kışkırtıcı bir av olmadığını biliyordu. Bu sebeple yapmamalıydınız. Parçalanmış bir halde, sırları bağırsaklarından dökülerek önünüzde yatmasınlar diye. Hatırlamak zorundasınız, her şey incelenmemeli.”

“Dünya olması gerektiği gibi dönerken nasıl da güzeldir. Onunla beraber dönmek ne güzeldir. Başka hareketlerin var olduğunu unutmak. Farklı bir hareketin mümkün olduğunu bile” sözleriyle biter Ayelet Gundar-Goshen’in son romanı ‘Aslanları Uyandırmak’. Dünya olması gerektiği gibi dönüyorsa huzur içindedir insan, dünyayla birlikte hayatın akışına bırakabilir kendini. Oysa bir süre sonra bu huzur beraberinde monotonluğu getirir, bu sefer de sıkılmaya başlarsınız. Dr. Eitan Green, 18 saat aralıksız çalıştıktan sonra o monotonluğu delerek kendisine bir kaçış yolu aramak istemişti oysa. Son model kıpkırmızı SUV’unun gücünü ve kıvraklığını test edecek; hızın, lüksün ve dolunayın tadını çıkartacaktı. Öyle olmadı...

Ve uyanıyorlar...

“Adama çarptığında ayı hayatında hiç bu kadar güzel görmediğini düşünüyor.” cümlesiyle başlar, ‘Aslanları Uyandırmak’. Eritreli bir mülteciye çarptığı gece dolunayın güzelliği hafızasından hiç silinmeyecektir Dr. Green’in. Yanına gittiğinde adamın henüz ölmediğini ama kafatasının çatlamış olduğunu ve omurilik sıvısının yavaş yavaş bu çatlaktan sızdığını görür. Bir beyin cerrahı olarak adamın kurtulmasının imkansız olduğunu anlar.

Bir anda ahlaki bir ikilemle karşı karşıya kalır Eitan. Bir tarafta ne yapılırsa yapılsın öleceğinden emin olduğu bir mülteci vardır; diğer yanda mutlu bir ailesi olan başarılı bir doktor. Ambulans mı çağırmalı yoksa kimsenin bilmediği görmediği bu kaza yerinden uzaklaşıp evine dönmeli, hayatına kaldığı yerden devam mı etmeli? Sonunda arabasına atlar ve evine gider. Hatta hiç ummadığı kadar rahat uyur. Sabah olduğunda bu kaza rüya gibi gelmeye başlamıştır bile.

Oysa az sonra kapı çalacak, kapının önünde ölen adamın karısını, Sirkit’i, bulacaktır; o anda, hayatının artık eskisi gibi olmayacağını anlayacaktır. Bu genç kadın Eitan’ın verdiği parayı almakla kalmayacak doktordan her akşam terk edilmiş bir garajda Afrikalı mültecileri tedavi etmesini isteyecektir. Eitan ilk başta öfkeyle boyun eğer bu şantaja. Sirkit’e olan öfkesi zamanla meraka, sonra ilgiye ve nihayetinde tutkuya döner. Artık bu kaçak hastaneye sadece hastalar için değil Sirkit için de gitmektedir.

Eitan’ın polis dedektifi olan karısı Liat ise hem eve ancak sabaha karşı dönen kocasının nerede olduğunu bulmaya çalışmakta hem de kocasının faili olduğu vur-kaç olayını araştırmaktadır. Eitan Eritreliyi öldürdüğünü karısına bir türlü söyleyemez. Eitan ile Liat arasında meydana gelen çatlağın yavaş yavaş uçuruma dönüşmesini ustalıkla aktarır Gundar-Goshen.

Ahlaki ikilemler ve varoluşsal sorunlar

Roman süresince çeşitli ahlaki ikilemlerle karşı karşıya kalır kahramanlar. Sirkit için hayat daha nettir. Yaşadığı onca zulüm ve acıdan sonra tek derdi hayatta kalmak ve olabildiğince güçlü olabilmektir. “Göç etmek, bir yeri başka bir yer için terk etmekti, arkanda bıraktığın yer de ayağına pranga gibi yapışırdı. Bir insanın göç etmesi zordur, tek sebebi bütün bir ülke ayak bileğine zincirlenmişken, onu gittiğin her yere yanında sürüklerken dünyada yürümenin zorluğudur” diye düşünür Sirkit.

O tüm bu zorluğu çekmiş, sadece Eritre’yi değil tüm Afrika kıtasını İsrail’e kadar ayağında prangayla sürüklemiştir. Öyle ya da böyle İsrail’de bir hayat kuracaktır. Bunu yaparken kaç kişinin canını yakacağı çok önemli değildir onun için. “Afrika zalim bir kıtadır ve zalim kıtalar zalim insanlar büyütür. Vahşi insanlar…” diye düşünür Eitan. Oysa Sirkit’e göre “İyi ya da kötü insanlar yoktu, sadece güçlüler ve zayıflar vardır” bu dünyada ayakta kalabilenlerse sadece güçlülerdir. O yüzden de zalim olarak nitelendirilecekse varsın öyle olsun.

“Aç ile tok arasındaki mesafe, Dünya ile Ay arasındaki farktan büyüktür.” Aç insan karnını doyurmayı, hayatta kalabilmeyi düşünür. Gerektiğinde çalar hatta öldürür, yaşama devam edebilmektir asıl olan. Tok insan en önemli ihtiyacı olan yemeğe sahip olduğu için yaşam artık daha kolaydır, barınma sorununu da çözdükten sonra ahlaki duruşunu önemsemeye başlayabilir. O nedenle de Liat ve Eitan için ahlaki ikilemler daha barizdir.

Bu ikilemlerden ilkini, Eitan Tel Aviv’de başarılı bir doktorken yaşarlar. Eitan, hocası olan ünlü Dr. Zakai’nin rüşvet aldığını anladığı an hiç düşünmeden bunu hastane yönetimine bildirir. Bunun üzerine işinden uzaklaştırarak romana konu olan olayların yaşanacağı Beersheba’daki bir hastaneye atanır. Eitan bu rüşvet olayını basına açıklamaya kararlı olsa da Liat buna izin vermek istemez. “Ancak belli ki varoluşsal kaygılar bazen ahlaki değerlere üstün geliyordu ve ev kredileri kesinlikle varoluşsal bir korkuydu” diye düşünür Eitan. Liat, Beersheba’ya taşınmaya karşı çıkmaz, ev kredileri ödenmeye devam edecektir.

Vicdan yükünü azaltmanın yolları

Eitan için başkalarının suçları karşısında ahlaklı davranmak kolaydır. İş kendine geldiğinde Eritreli mülteciyi ölüme terk edebilmekte ve bu davranışını olumlayacak pek çok bahane öne sürmektedir: “Zaten ölecekti”, “Ya benim karım ve çocuklarım ben hapisteyken ne yapacaklar?” ve bunun gibi sözlerle devam eden bir bahane silsilesi. “Ve evet, [adamın] Eritreli olması de önemliydi. Çünkü ona hepsi aynı görünüyordu. Çünkü onları tanımıyordu. Çünkü başka gezegenlerden gelenler aslında insan değildi. Ve evet, kulağa ne kadar korkunç gelse de bu şekilde hisseden tek kişi değildi. Sadece birinin üzerinden geçmiş tek kişiydi.” Eitan tüm Eritrelileri aynılaştırmak suretiyle ötekileştirmekte, onları başka gezegene ait kılarak da insanlıktan çıkartmaktadır. Böylece kaza kurbanını insan olarak görmesi gerekmeyecek ve vicdan yükünü azaltabilecektir.

Liat ise bu vur-kaç olayının failini aramaktadır. Failin bulunması Liat için çok önemlidir. Üstlerinin bu olayı bir kaza olarak nitelendirip kapatmalarına gönlü razı gelmez. “Bu kadar çabalamasının tek sebebi bütün siyahları aynı gören insanlardan olmadığını kendine kanıtlamaktı. Ya da iyi bir Arap’ın ölü Arap ya da iyi bir Bedevi’nin hapisteki Bedevi olduğunu düşünenlerden. O farklıydı. Ancak dürüst olunacaksa Araplarla dolu bir yüzme havuzuna gitmezdi; kapıda ‘ARAPLAR GİREMEZ’ levhası gördüğünde ortalığı yıkacak olsa da.”

Eitan’ın aksine Liat Arapları ve Afrikalıları apaçık ötekileştirmez. Onları aşağı sınıftan sayar. Teoride ırkçılığa karşıdır, ırkçılık karşısında savaş verir, böylece kendini ırkçılardan ayrı bir konuma koyar. Ancak teoride ırkçılığa karşı çıkan pek çok insan gibi pratikte ırkçıdır. Onların haklarını sonuna kadar savunur ama onlarla bir arada olmak istemez. Tel Aviv’deki rüşvet olayında da benzer şekilde davranır. Eitan’ı prensipli duruşu karşında takdir eder ama iş bu skandalı basına anlatmaya geldiğinde Eitan’ın işten atılmasını ve yaşam koşullarında kötüleşmeyi kabul etmez.

Kemal, Trevor Reznik ve Eitan

Roman boyunca bütün kahramanlar belli değişimler geçirirler, hepsi içindeki aslanları uyandırmıştır. Eitan sandığı kadar ahlaklı olmadığını, zor durumda kaldığında bir insanı bile isteye ölüme terk edebileceğini anlar, hatta gerekirse başka birini de öldürebileceğini. Artık sadece hayatın kutsallığına inanan naif doktor değildir. Yaşamın pek çok kötülüğüne bire bir tanık olmuştur. Liat ise evliliğinin her geçen gün daha da bozulmasını izlemiş, kocasının ona yalan söyleyebileceğini anlamıştır. Bu yalanları ortaya çıkartmak için, sevdiklerini pusuya düşürebileceğini bilmektedir. Onların sırlarını öğrenmek için gerekeni yapacak, her sırrı deşilmiş bağırsak gibi ortaya saçabilecektir. Sirkit de şiddet gören kaçak bir göçmen değildir artık. Zira gerekirse insanları kullanabilen ve ayakta kalmak için ne gerekiyorsa yapabilecek kadını keşfeder kendinde.

Kitapta kullanılan bazı metaforlar oldukça klişe olmakla birlikte ‘Aslanları Uyandırmak’ oldukça sürükleyici bir roman. Eitan her akşam garajdan bozma kaçak hastaneye gittiğinde, onun çaresizliğini okuyucuya hissettirmek konusunda oldukça başarılı Gundar-Goshen. Okuyucu sürekli olarak Eitan’a “İtiraf et, kurtul!” diye seslenmekte lakin Eitan bu çaresizlik girdabına gittikçe çekilmektedir. Sırf suçunu itiraf etmediği için gencecik bir kızın ölümünde sebep olduğunu bilse de, bunu karısına bir türlü anlatamaz. Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’nde Kemal’in her akşam Füsun’un evine gidişindeki çaresizlik ve zorunlulukla edebi açıdan eşdeğerdir Eitan’ın da o garajda zorunlu doktorluk yapması. Ve Makinist filminde Christian Bale’in canlandırdığı Trevor Reznik gelir aklımıza, haykırırız: “İtiraf et ve artık uyu!”

Aslanları Uyandırmak
Ayelet Gundar-Goshen
Çeviri: Deniz Topraktaş
Koton Kitap
304 sayfa.