Einstein’ın oğlu olmanın dayanılmaz ağırlığı

ARSEN KOCAOĞLU

Laurent Seksık’in Can Yayınları’ndan Sosi Dolanoğlu’nun titiz çevirisiyle çıkan ‘Eduard Einstein Vakası’; okuyucuyu baba ve şizofreni hastalığına yakalanmış küçük oğul Einstein’ın dünyasına davet ediyor. Roman bizlere özellike şimdiye kadar ismini belki hiç duymadığımız belki de çok nadir olarak duyduğumuz Eduard Einstein’ın sesi oluyor. 

Laurent Seksık’e göre şizofreniye yakalanmış olan Eduard Einstein, özellikle babası Albert Einstein tarafından unutulmuş veyahut bilinçli olarak unutturulmuş gibidir. Nitekim okuma boyunca Eduard Einstein’ın birçok kere unutulmuşluğuna, babasına isyan eden sesine şahit olurken diğer taraftan da Albert Einstein’ın bir baba olarak yaşadığı çaresizlik karşısında unutuşu ve kaçışı tek çözüm yolu olarak bulduğunu görüyoruz. Ve belki de acısıyla günbegün yeniden yüzleşen, yaşamanın anlamını sadece Eduard’da bulan, hastalıkla mücadele süresince katlanarak büyüyen hayal kırıklıklarıyla, kendisini oğluna adamış bir annenin Mileva Maric’in sessiz, çaresiz ve bir o kadar da umutsuz hikâyesini görüyoruz.

“Mileva Maric, küçük Eduard’la meşgul olmak için yükselme hayallerini feda etti, öğreniminden işinden tutkularından vazgeçti, altımı değiştirmek uğruna. İşte gerçek deha, işte insanlık, işte fotoğrafı bütün dünyadaki gazetelerin başsayfalarında yer alması gereken kişi. İyi hal ve tavırlar asla ödüllendirilmez. Bayan Maric bir azize, engelli olmasına rağmen hiçbir eksiği olmayan biri.”

Anne desteğiyle hayata tutundu

Einstein olmak, Einstein’ın oğlu olmak, şizofreniye yakalanmak, unutulmak, yok sayılmak... Bir tarafta taşıdığı soyadının ağırlığı altında; babasına duyduğu öfke ile 20’li yaşlarda yakalandığı şizofreniyle Burghölzli Sanatoryumu’nda ölümüne kadar mücadele eden ve sadece annesi Mileva Maric’in desteğiyle hayatta kalan; babası tarafından kesin bir yalnızlığa, hiçliğe terkedilen Eduard Einstein. “Beni tanıyanlar deli olduğumu söyleyeceklerdir size, inanmayın delilerin özelliği kim olduklarını bilmemeleridir ben Einstein’ın oğluyum, aklınıza şüphe düştüğünü tahmin ediyorum. Einstein’ın oğlu?! Pasaportumda öyle yazıyor.Ein-Stein,tek kelime olarak. İsmi Eduard, 28 Temmuz 1910’da Zürich’te doğdu, sorup soruşturun beni herkes bilir... Ünlü bir soyadı taşımak bir talih olarak düşünülebilir, şöhretten kendilerine de pay çıkacağını zannederler, ciddi bir yanılgı içindedirler, Einstein soyadı fanilerin çoğu için bir yüktür, böyle ağır bir yükü taşıyabilecek kadar sağlam omuzlara tek bir kişi sahiptir. Babam…”

Diğer tarafta ise bilime olan tutkusu,genç yaşta kavuştuğu ün ile birlikte, evrenin temel yasalarını keşfeden Gestapo’ya ve FBI’a meydan okuyan, siyahilerin ve III. Reich’ın mağduru olan Yahudileri destekleyen, savunduğu fikirler uğruna daima ön safta yer alan cesur bir adam. 20. yüzyılın en büyük dehası. Yapabileceklerinin sınırını kendi evrenini, oğlunun hastalığıyla kesiştiği noktada farkına varan bir baba. “Evrenin temel yasalarını keşfetmiş olan kişi benim beynimin sağ yarım küresi üzerinde çalışamaz mı?”

Oğluyla yüzleşecek gücü olmayan bir baba

Albert Einstein! Her davada en ön saflarda yer tutan cesur adamın, çaresizlik içerisinde katmerlenen acısıyla, tüm ağırlığıyla hissettiği ve değiştiremeyeceğini bildiği tek gerçek karşısında cesareti kırılan, kendinden kaçan ve oğluyla yüzleşecek gücü olmayan bir baba. “Oğlum,çözümsüz kalan yegâne problem.Öbürlerinin çözümünü ben değil,ölümün eli buldu.” Kötü hatıralarını,burukluklarını,yaşadığı felaketlerin üzerini keskin mizahıyla örten bir dahi.” Ama oğluyla buluşmayı durmadan erteliyor. Bu kabahat ona ait ve gözünden kaçıyor. O da kaçıyor. Hep sürgün yollarında idi. Hiç geriye dönmedi. Hayatının zirvesinde bile dönüp arkasına bakmıyor. “Zürih’e dönmek,ölmek demek.Eduard’ı görmek,ölmek demek”.

Kaderin oyunundan kaçamayan sıradan bir insan. 20 yaşında çalışmaları için gittiği Burghölzli’de tam otuz yıl sonra aynı yerde aynı lanetli çatının altında şizofreni teşhisi konulmuş 20 yaşındaki oğlunu bir daha geri dönmemek üzere ziyarete giden bir baba.

“Devamlı bir şey yapmalı. Geri döndürülemezlik her acının anahtarı.”

Laurent Seksik’in sıradışı üslubu ve güçlü yorumuyla karakterlerin iç dünyalarına etkili bir şekilde nüfuz ettiği, okuyucunun kendisini kâh Eduard’ın kendi sesinden dinlediği kâh Mileva ve Albert Einstein’in ruh hallerine bürünürken bulduğu son derece etkili bir roman ortaya çıkıyor.

Eduard Einstein Vakası
Laurent Seksik
Çeviri: Sosi Dolanoğlu
Can Yayınları
256 sayfa.