OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Fetih Suresi okutan Albay Pakraduni

Darbe girişimi sırasında ve sonrasında kalabalıkların ve dinin/İslam’ın demokrasi ile ilişkisi tartışılmaya başladı. Malum, meydanlarda ‘demokrasi nöbeti’ tutuluyor. Gerçi Ağar’ın, Cübbeli’nin olduğu yerde demokrasi nasıl oluyor, onu bilmiyorum ama biz meseleye teorik açıdan bakmaya çalışalım. (Sokaktaki kalabalıklarla sosyalizmin/sosyalistin ilişkisi meselesi de konuşuluyor ama benim öncelikli derdim özgürlük ve demokrasi olduğu için o açıdan bakacağım.) 

Aslına bakarsanız, ‘demokrasi için nöbet’ yanlış bir tabir değil. Gerçi bu tabiri ortaya atanlar böyle mi düşündüler bilinmez ama demokratik değerlerin korunması uzun soluklu bir süreç olması ve devamlı bir hassasiyet ve teyakkuz hali gerektirmesi açısından nöbetle özdeşleştirilebilir. “Söz konusu kalabalıklar ve onların kanaat ve eylem önderleri bu bilinç ve hassasiyetlere sahip midir?” derseniz, o ayrı konu.

Kalabalıklar söz konusu olduğunda öne çıkan tavırlardan biri, yerme ve küçümseme. Kalabalıkların, ‘sokaktaki insan’ın veya halkın kültürünü, değerlerini, yaşam pratiklerini, kılık kıyafetini, görünüşünü alaya almak çiğliktir, gayri siyasidir; bunu yapanların zekâları şüpheli ama ahlak eksiklikleri şüphesizdir. Darbe girişiminin bastırılması veya savuşturulması da o kadar kritik bir andı(r) ki, o sırada sokağa çıkanlara demokratlık testi yapıp, “Sen gel, sen gelme” demek ne mümkün, ne de anlamlıdır. O bir kırılma ânıdır, yani hızlı gelişir, yüreği yeten sokağa çıkar. (Gezi’de de bu açıdan benzer bir durum söz konusuydu. Orada da sokağa çıkan her kişi ve grup demokrat değildi, bana göre siyaseten yanlış yerde duranlar vardı ama devlet/polis şiddeti sokakta almış başını giderken onlara da demokratlık testi yapmak anlamlı değildi. Gücü ve yüreği yeten polis şiddetine karşı durdu.) Fakat, kalabalıklar hakkındaki analizleri kırılma ânının ötesine taşırken dikkatli ve temkinli olmak gerekir, zira kitleleri kültürel değerlerinden, hayat pratiklerinden ve görünüşlerinden dolayı aşağılamak yanlış olduğu gibi, onların siyasi tercihlerini, değer ve kavramlarını, önceliklerini, siyasi öngörülerini (veya öngörüsüzlüklerini) siyasetin merkezine taşımak veya izlenmesi makbul ve gerekli bir rehber addetmek de yanlıştır. Dolayısıyla, kalabalıklara kendinden menkul ve oradaki herkesi kapsayan bir demokratlık atfedemeyiz. Kalabalıkların sokağa çıkışını her halükârda ‘iyi bir şey’ olarak nitelemek mantık dışı olduğu kadar tarih dışıdır da. Tarih, kalabalıkların iyi şeyler için sokağa çıktığı ve iyi şeyler başardığı örnek durumların yanı sıra, kötü şeyler için çıkıp kötü şeyler yaptığı birçok örnek de barındırır. Elimizdeki örnekte de, sokak hareketlerinin demokratikleşme yönünde bir adım olup olmayacağını sanırım çok da uzun olmayan bir vadede göreceğiz ama henüz bilmiyoruz. Gerçi bana bu yönde emareler varmış gibi gelmiyor ama bunun demokratikleşme demek olduğunu iddia edenlerin, bu hareketlerin siyasi kültürde, farklı olanla birlikte yaşama bilincinde, kurumlarda, kanunlarda ne gibi demokratikleşme mekanizmalarını harekete geçireceğine dair en azından öngörülerini ortaya koymaları gerekir.

Darbe girişimi ve sonrasında dinin kullanımıyla ilgili olarak da yukarıdakine benzer yorumlar yapılabilir. Şöyle ki, darbe girişimi gecesinde insanları manen rahatlatmak, cesaretlendirmek, motive ve mobilize etmek amacıyla İslami kavram ve sembollerin kullanılması anlaşılabilir. Fakat, darbe girişimi sonrası girilen ve kendi ağzınızla devleti yeniden kurduğunuzu söylediğiniz süreçte dinî değer, kavram ve sembolleri hâlâ merkeze yerleştiriyorsanız, bilerek veya bilmeyerek (!) bir kesimi dışlayan mesajlar veriyorsunuz demektir. Birçok insan bunu, doğru veya yanlış, kendilerini dışlayan bir rejimin kuruluşu olarak algılıyor. Kemalist cumhuriyetin ‘laiklik’ adı altında ama aslında laiklik olmayıp, dinin devlet tarafından kontrolü ve manipülasyonu demek olan uygulamalarını öteden beri eleştirdik, haklıydık, gene de eleştiririz. (Zira siyasi İslam’ın geldiği noktada o uygulamaların da tabii payı vardır.) Fakat bütün bunlar, laikliğin (veya sekülarizmin) gereksiz veya önemsiz bir siyasi ilke olduğu anlamına gelmez.

Konuyla İslami değerler üzerinden dolaylı olarak ilgili bir söylemle bitirelim. Darbe girişimi sonrası, bir işgal söylemidir, bir Kurtuluş Savaşı jargonudur gidiyor. Bu girişimin o veya bu devletle ilişkisi benim gibi bir faninin bileceği iş değil ama bildiğim şey, bu darbe girişiminde bulunanların dışarıdan falan gelmediği, kırk yıldır buranın kurumlarında ve kültüründe yetiştiği. Çengelköy’de halkı esir alan, sivillerin üzerine ateş açtıran albay da, nihayetinde, orada tutsak ettiği kadınlara, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin giriş bölümünü okuyun veya Kantçı ilkeleri tekrar edin” demiyor; “Oturun asker için bir Fetih Suresi okuyun” diyor. Yani, İslam’ın içinden, onun kavramlarıyla konuşuyor. Ama haklısınız, belki o albay kripto Ermeni bir liberaldi de, darbe gecesinde takiye yapıyordu. O zaman diyecek bir şeyim kalmaz.