Gürcü evinin kapısı herkese açık

Kadıköy Moda’da bulunan Gürcü Sanat Evi, Gürcü kültürünü tüm zenginliğiyle yaşatmaya çalışan, özel bir mekân. Kurucusu İberya Özkan'la, kurucusu olduğu Kafdağı Müzik Grubu’nun seslendirdiği, ‘Şoğot Şağot’ adlı Ermenice şarkı eşliğinde söyleştik.

Bir kültürün yaşatılmasında, kimi mekânlar merkezî bir rol üstlenirler. Kadıköy Moda’da bulunan Gürcü Sanat Evi de, dansından müziğine, şarabından peynirine, Gürcü kültürünü tüm zenginliğiyle yaşatmaya çalışan, özel bir mekân. Kurucusu İberya Özkan, ‘Türkiye Gürcülerinin İlia Çavçavadze’si’ olarak anılan babası Ahmet Özkan’ın ardından, kültür mirası adına yıllardır mücadele ediyor. Mücadelesini Gürcü Sanat Evi’yle taçlandıran Özkan’la, kurucusu olduğu Kafdağı Müzik Grubu’nun seslendirdiği, ‘Şoğot Şağot’ adlı Ermenice şarkı eşliğinde söyleştik.

Gürcü Sanat Evi ne gibi hedeflerle kuruldu?

Kayınbiraderim Şemsettin İyem’le birlikte, özellikle Gürcü sanatı, müziği ve kültürüyle ilgili mekânların sayısının son derece az olduğunu görüyorduk. Bir merkez ihtiyacı olduğuna kanaat getirdik ve 2011’de açtığımız Gürcü Sanat Evi’yle hedeflerimize yönelik ilk adımı atmış olduk. Benim asıl mesleğim mimarlık olmasına rağmen hayatım folklor çalışmalarıyla geçti. Bu çalışmaları 40 yıl boyunca herhangi bir merkez olmadan, bireysel olarak sürdürdüm; sürekli olarak bireysel bir mücadele halindeydim. İki amacım vardı: Türkiye’deki Gürcü dostlarımıza Gürcü sanatını, kültürünü, müziğini ve dilini unutturmamak; Gürcü olsun olmasın, herkese Gürcü kültürünü tanıtmak.

Buraya daha çok kimler geliyor?

‘Gürcü Sanat Evi’ tabelasını görünce insanlarda yanlış bir algı oluşuyor. Burası yalnızca Gürcülerin geldiği veya Gürcü olmayanların alınmadığı bir yer değil. Bu algıdan dolayı kapımızdan içeri girmeye çekinenler var bir kez ama girdikten sonra çıkmak istemeyenler de var. Yine de, geride bıraktığımız beş yıl içinde, Gürcü Sanat Evi’ni bilen herkese buranın her şeye açık olduğunu ve insanların kültür birliğini sergileyen ortak bir duyarlılık gösterdiğini kanıtladık. Yalnızca Gürcülerin değil, ilgi duyan veya burada kültürüne değindiğimiz Laz, Çerkes, Ermeni, Azeri, tüm dostlarımızın merkezimize gelmesini ve çalışmalara katılmasını gönülden istiyoruz.

Burada Gürcü kültürüne nasıl temas ediyorsunuz?

Kurulduğu günden bu yana Gürcü Sanat Evi’nde çok işler yaptık. Resim sanatının da sergilendiği, üretildiği bir yer, bir galeri olsun, duvarlarımız resimsiz kalmasın dedik. Yalnızca Gürcü ressamların eserleri değil, her türlü etnik, folklorik ve etnografik resim olmalıydı. Bu amaçla düzenlediğimiz ilk etkinlik, 2011 yılının Aralık ayında burayı duyurmak amacıyla yaptığımız karma sergiydi. Türkiye’de yaşayan Gürcü, Çerkes ve Abaza ressamların, etnografik özellikler barındıran, birbirinden değerli tablolarını sergiledik. Böylece özellikle Kafkasya coğrafyasında, Abaza-Gürcü savaşı gibi olaylara karşı sanatın bir bütün olduğunu, sanatın kardeşliğini görmüş olduk. Uzun süredir devam eden atölyelerimiz de var. Gürcü mutfağının geleneksel tatlarından biri olan Gürcü peynirini, düzenlediğimiz peynir yapımı atölyesiyle tanıtıyor, ziyaretçilerin tadabilmesi için Gürcü şarabı da bulunduruyoruz. Türkiye’de bir azınlık okulumuz olmadığından, dilini yeterince öğrenemeyenlere ve Gürcü olmayıp dili öğrenmek isteyenlere dönük Gürcüce atölyemiz de var. Özetle, burada, düşmanlık yaratacak polemikler yerine yakınlaşmayı sağlayan kültür ve sanat çalışmalarına öncelik veriyoruz. Canlı müzik ve Gürcü şarabı eşliğinde yemekli toplantılar, konferanslar, kitap tanıtımları, sergiler yer alıyor programımızda.

Gürcü dansları ve müziklerine yönelik çalışmalar da yapılıyor mu burada?

Birkaç yıl boyunca, haftada bir Kafkas dansları dersi verildi. Mekânımızın küçük olmasına ve dans ekibi kurma gibi bir amacımız olmamasına karşın, 10-15 kişinin katıldığı kurslar oldu. Dans alanında yaptığımız çalışmalar talep olması durumunda devam ediyor. Müzik alanında da çok renkli çalışmalar yürütüyoruz. Piyano, şan, gitar derslerinin yanı sıra değerli hocalarımızın ve ağırlıklı olarak benim verdiğim akordeon, kemençe ve tulum dersleri, bir de polifonik halk şarkılarının öğretildiği koro atölyemiz var. Kurucusu olduğum Kafdağı Müzik Grubu da Gürcü Sanat Evi’nde çalışmalarına devam ediyor.

Kafdağı Müzik Grubu, Türkiye’de Gürcü kültürünün tanıtılmasında nasıl bir rol oynuyor?

Kafdağı 1992’den beri var olan bir grup. Grubun elemanları Gürcü; dili çok iyi bilmelerinin yanı sıra –profesyonel olmasalar da– müzikten çok iyi anlıyorlar. Türkiye’de Gürcü enstrümanlarını en iyi çalan müzisyenler, onlar. Grubun amacı, Kafkasya coğrafyasındaki kültürleri bir araya getirerek, birlikte üretmek. Ne yazık ki, Kafdağı Müzik Grubu dışında, Gürcü müziğiyle veya Kafkasya coğrafyasının tamamıyla ilgilenen bir müzik grubu yok. Kimi zaman sanatçılar mikromilliyetçi bir yapıdan dolayı kendi dilinin dışındaki şarkıları söylemeye kapalı olabiliyor. Biz bu duruma biraz farklı bakıyor, o boşluğu doldurmaya gayret ediyoruz. Örneğin bu sezon çalıştığımız şarkılar arasında Ermenice ‘Şoğot Şağot’ da yer alıyor. 1996’da Ermeni dostumuz Şuşan Kalataş’ın yardımıyla ‘Çin Elar’ şarkısını repertuvarımıza eklemiştik. Bu anlayış çerçevesinde konserlerimizde farklı kökenlerden solistleri ağırlıyor, Ermeni, Azeri, Gürcü, Laz, Çerkes, hatta kısmen Rus kültürüne özgü eserler seslendiriyoruz.

Gürcü şarabından bahsetmiştiniz; Gürcü kültüründe nasıl bir yeri var şarabın?

Şarabın anavatanı Gürcistan diyebiliriz. Tarım kültüründe üzümün şaraba dönüştürülmesi geleneği, Gürcistan ve Artvin’den Erzurum’a kadar olan Eski Gürcistan coğrafyasında var. Yüzlerce çeşidi olan Gürcü şarabı, Gürcü sofralarında çok önemli bir yere sahip. Türkiye’deki Gürcüler Müslüman oldukları için şarap kültürü bitmiş durumda ama Gürcistan’daki Hıristiyan Gürcüler şarap olmadan yemek yemezler. Şarap, ‘Tamada’ adını verdiğimiz sofralarda içilir. Sofradaki yaşça en büyük veya en bilge kişi Tamada seçilir ve ondan söz alınmadan konuşulmaz. Kadehler asla boş kalmaz, daima doldurulur. Şarap eşliğinde sanat ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı bu sofralarda, kadeh olarak hayvan boynuzları kullanılır. Tamada boynuzdaki şarabı bir dikişte içerek, bir damla dahi kalmadığını göstermek için ters çevirir. Gürcüler için kutsal olan şarap, kadın, erkek veya çocuk ayrımı yapılmadan hep birlikte içilir. Gürcü sofrasının bu anlamda kendine has bir kültürü vardır. 

'Müslüman Kartveli olmaz’

Türkiye’deki Gürcüler nasıl bir yaşam sürüyor, nasıl bir araya geliyorlar?

Türkiye’deki Gürcülerin Türklerden bir farkı yok, yani asimile olmuşlar. Gürcüler genelde bulundukları topluma kolayca entegre olmayı başarmışlardır. Bunun en önemli etkenlerinden biri, Osmanlı-Rus Savaşı’nda Batum’dan sürüldüklerinde Müslüman olarak buraya gelmeleridir. ‘Müslüman’dan daha Müslüman’ olduklarından, Gürcüler için ‘dini bütün’ de denir. Öte yandan ‘Müslüman Kartveli olmaz’ gibi önyargılar da var. Kartveli ‘Gürcü’ anlamına gelmesine rağmen, Hıristiyan Gürcüler için kullanılan kaba bir tabir olarak bilinir. Ancak bunlar büyük ölçüde aşıldı. Örneğin Türkiye-Gürcistan Dostluk Derneği, din alanına odaklanan bir ilim derneği olmasına rağmen ‘Kartveli’nin ne olduğunu bilen, Müslüman Kartveli olarak kimliğini sürdüren yani Gürcistan gerçeğini görerek hizmet veren bir dernek. Türkiye’de Gürcü Kültür Merkezi ve Gürcü Kültür Evi Derneği gibi birkaç dernek daha var. Onların çatıları altında yürütülen kültür-sanat faaliyetleri ve senede bir-iki kez düzenlenen geceler, Gürcülerin bir araya gelmesine vesile oluyor. 


Kategoriler

Güncel Azınlıklar



Yazar Hakkında