LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Vatan denizdeki balık, havadaki kuştur

Uskumrudan çok bahsederim, bilirsiniz. Dolmasından, çirozundan, artık denizlerimizde olmayışından... Geri dönülmez yok oluşu beni üzer, o yüzden bahsederim. Bunu oburluğuma yoranlar olduğunu iyi bilirim. Zannederler ki, bir daha uskumru dolma yiyemeyeceğim, çiroz bulamayacağım için söyleniyorum. Ama şunu unutuyorlar: Bir İstanbullu olarak, uskumru benim için sadece bir balık değil, doğup büyüdüğüm adanın kokusu, rahmetli mamamın sunduğu lezzet. Herkeste bir anısı vardır mutlaka ama artık balığın kendisi yok. Uskumrunun arkasından yapılan güzellemeler boş laftan öteye gidemiyor. Keşke birileri köküne kibrit suyu dökülmeden laf etseydi, belki hâlâ İstanbul’da uskumruya rastlardık.

O nedenden, lüfere sahip çıkmaya çalışanlara yıllardır azıcık da olsa destek olmaya çalışıyorum. Boğaz’ın efendilerinden biri olduğu için lüferin kendisine saygıda kusur etmiyorum ama yetmiyor. Hiçbir çaba, açgözlülüğümüz karşısında fayda etmiyor.

Bir ara ufaktan umutlanır gibi olmuştuk. 2011 yılında lüfer avlanma boyları değiştirildi, 14 santimetre olan limit 20 santimetreye çıkarıldı. Aslında bunu sağlayan, bir avuç gönüllünün, boylarından büyük çıkan sesleriydi. Ben hiç sevmesem de, Greenpeace “Seninki kaç santim” diye bir sloganla bir kampanya başlatmış ama bu işin esas sözcülüğünü Fikir Sahibi Damaklar üstlenmişti. İstanbul’a unutulan bir bayramını tekrar kazandırmış, Lüfer Bayramı’nı organize etmişlerdi. ‘Lüfer Koruma Timi’ adı altında, yavru balık yeme suçunu işleyenlere yaptıklarının hata olduğunu hatırlatıyorlardı. Bakanlarla, il tarım müdürleriyle, kendilerini tehdit eden balıkçılarla ne kadar çok görüştüklerini, onlara ne kadar laf anlatmaya çalıştıklarını iyi biliyorum.

Lüferin yasal av boyu 27 cm olarak belirlenseydi üremek için bir şansı olacaktı ve İstanbul, Boğaz’ın bu büyük değerine hasret kalmayacaktı. 2011 yılında yasal avlanma boyu 20 santimetre yapıldı. Evet, mücadele kazanılmış değildi belki ama gidişatın iyi olduğunu hissettiriyordu herkese.

Ama her zamanki gibi yine memleketimiz bizi ters köşe yaptı. Bu hafta alelacele çıkarılan yeni bir tebliğ, lüferin avlanma boyu 20’den 18 santimetreye düşürüldü. “Bu birkaç santimin ne önemi var?” demeyin, hayati önemi var. Bu balık bu kadar ufak avlandığında yumurtalarını hiç bırakamadan yani üreyemeden yakalanmış oluyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu FAO “Sürdürülebilirlik adına, türün en az bir kez üremesine fırsat verilmeli” derken tam olarak bundan bahsediyor. Lüfer İstanbul’daki varlığını sürdürmek için üremeli ama biz ona izin vermemeye çok kararlıyız.

Üstelik, bu idam fermanın verilmesine önayak olanlar, en birinci vatansever arkadaşlar. Onlar, lüferin avlanma boyunun düşürülmesinin kendilerinin ekmeğiyle oynamak isteyenlerin komplosu olduğuna çok inanıyorlar.

Denizin içinde ne varsa kendisinin sanan gırgır reislerinin cahilliği ve tatlı su kurnazlığı karşısında diyecek bir şey yok ama biz yıllar önce “Çinekop başka balık, lüfer başka balık” diyen çok vatansever ‘uzmanlar’ da gördük; çinekopu biz avlamazsak Yunan sahillerine gidecek, orada Yunanlılar avlayacak diye üzülüyorlardı.

Şimdi bu gırgır reislerinden, kendini muhbir vatandaşlığın cazibesine iyiden iyiye kaptıran biri çıkmış, lüfer için mücadele edenlere “balık imamı” falan gibi, akla hayale gelmeyecek ahmaklıkta iftiralar atıyor. Lüfer yaşasın diye uğraşanlara ‘vatan haini’ yaftası yapıştırmaya çalışıyorlar. Ve kendilerini ‘vatansever’ olarak niteliyorlar.

Kendi üç kuruş çıkarlarını savunanlar vatansever ama bu memleketin havasını, suyunu, canlısını savunmaya çalışanlar vatan haini ‘balık imamı’, öyle mi? Hadi lan oradan! (Daha oturaklısını ve yakışanını da yazardım ama gazetenin seviyesi aşağı çekmeyeyim.)

Bu vatan en çok kendini çok sevdiğini iddia edenlerden çekti. Ve ne gördüyse, o kendini vatansever zannedenlerin vatan hainliğiyle suçladıklarından gördü.

Bizde vatanı sevenler, şehvetle ve ancak ondan alacak bir şeyleri varsa ve alacakları ne kadar çoksa o kadar severler.

Onlar için vatan, ormanını kesip site yapmak, zeytinlikler arasına termik santral yapmak ya da yavru balıkları tonlarca avlayıp nakde çevirmek.

Biz onlardan değiliz. Ya da kendimizi onlardan saymıyoruz. Şimdi kendimizi onlardan ayırmak için bir şeyler yapmalıyız. Gerçekten, vatanımızı, şehrimizi, gezegenimizi korumak için bir şeyler yapmalıyız. Çünkü vatan, denizdeki balık, havadaki kuş, özgürce akan nehir, sürekli olarak yakılmayan orman, üzerinde huzurla yaşayan insanlardır. Bunları korumak, var etmek zorundayız. Korumak için bir yerlerden başlamak, tahmin ettiğimizden daha kolay. Çiftleşme zamanından önce tutulmuş, 27 santimetrenin altındaki balığı yemeyerek, almayarak, satanlardan alışveriş yapmayarak başlayabiliriz.