LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Hepimiz tutsağız aslında

“Burası, hayatın son anlarından, son seslenişlerinden ve çığlıklarından dokunmuş suskunluğumuz, ölülerle paylaştığımız ıssız çölümüz…”

Aslı Erdoğan

18 Temmuz 2007 günü, beş arkadaş, Malatya’daki Zirve Yayınevi’nin kapısına dayandılar. Yayınevi İncil basıyordu. Misyonerlik faaliyetlerinin, %99’undan fazlası Müslüman olan çok sevdikleri ülkelerini böleceğine iman etmiş beş genç, kolayca içeri girdiler. İçerdeki üç kişiyi, boğazlarını keserek öldürdüler. Kaçamadan yakalandılar.

Trabzon’daki Katolik kilisesinin rahibi Andrea, kilisesinde dua ederken Oğuzhan Akdin tarafından öldürüldü. Oğuzhan Akdin, vatanını çok seven, “Mevzu vatansa insan canı teferruattır” diyen bir çocuktu. Vatanı bölecek olan rahibi ortadan kaldırmıştı! Gerçi, Rahip Santoro daha önce keser sapıyla da dövülmüştü. Hem de, Hrant Dink davasında sanık olarak yargılanırken mahkeme masraflarını Büyük Birlik Partisi’nin karşıladığı meşhur Yasin Hayal tarafından… Aklını başına alıp memleketine gitmediği, yüzlerce yıllık kilisesini terk etmediği için öldürülüverdi Rahip Andrea Santoro.

Sevag Balıkçı, her Türkiye vatandaşı erkek gibi yapmak zorunda olduğu askerlik görevini bitirmek üzereydi. Batman’daki birliğinde 27 günü kalmıştı. Arada asker ‘arkadaşlar’ından biri, Kıvanç Ağaoğlu ona takılıyordu, “Vururum seni tombul” falan diye... Sevag o gün pek aldırmıyordu bu takılmalara. Paskalya 24 Nisan’a denk gelmişti ama maması paskalya çöreği göndermişti. Sevag çöreğini yedi. Sonra, arkadaşı Kıvanç, dediğini yaptı ve vurdu onu. Hiç bitmeyen büyük bir katliamın son halkası oldu ama ‘şehit er Sevag’ olamadı. Yanlışlıkla öldürülmüştü çünkü.

Her biri duyulduğunda infial yarattı. Birazcık vicdanı olan insanlara kabul edilemez gelen vahşet nerdeyse olağan bir hal alıyordu. Ama hukuk devletinde yaşadığını sanan herkesin içinde aptalca da olsa bir ferahlık vardı. Tüm bu büyük suçların failleri yakalanmıştı. Kendimi “Manyağın biri çıktı, John Lennon’u vurdu, çok acı ama olabiliyor böyle manyaklıklar” falan diyerek avutmaya çalıştığım günlerdi.

Sonra mahkemeler başladı. Onlar yargılandı, biz kaydettik. Memleketinde hukuka güvenen sıradan vatandaş kaybetti.

Yukarıda saydığım suçlara bulaşan kimse, şu anda hapiste değil. Zirve Katliamı sanıkları dışarda, hapisten kaçmaya çalışıp başaramasa da Oğuzhan Akdin dışarıda, Sevag’ın katili dışarıda...

Ama küçük, kimsenin bilmediği, bilenlerin anlatmaya değer bulmadığı bir kasabayı Ege’nin en önemli turizm merkezlerinden biri haline getiren (belki bunu suç olarak kabul edebiliriz, şu andaki Şirince epey tahammülfersa) Sevan Nişanyan imar kanunlarına aykırı davrandığı için hapiste. Yaratıcılarından olduğu Matematik Köyü, Tiyatro Medresesi, memleketin en ümit verici yerleri olarak hâlâ ayakta.

Onun gibi iki paragraf yazı yazabilmek için sol kolumu verebileceğim Aslı Erdoğan hapiste. Çok kısa ve aptalca bir kelime, ‘hapiste’. Cizre’de olanları anlattığı için, susmayı kendine yediremediği için hapiste…

Onlar hapiste ve biz dışardaysak, bizde bir hata var belki de.

İstediğini salıp istediğini ipe sapa gelmez şekilde içeri alarak devletimiz nerden yana olduğunu çok güzel gösteriyor. Biz hep böyle olmasına çok fazla alışkın olanlar, kendimizi özgür sanmaya daha ne kadar devam edeceğiz acaba?

Aslı Erdoğan’ın hapis yattığı, vahşi katillerin ellerini kollarını sallayarak dolaştığı bir ülkede hepimiz tutsağız aslında.