İstanbul'da Suriyeli Ermeni olmak

İstanbul'da tanıdığım tek bir Suriyeli Ermeni var. Yaklaşık bir buçuk senedir tanımama rağmen, hayatının detaylarını öğrenememiştim. Öğrendikten sonraysa, bu hikâyenin mutlaka paylaşılması gerektiğini düşündüm.

Suriye göçmenlerle İstanbul'da sıkça karşılaşmışsınızdır. Kiminiz onları küçümseyip, bir bakış atıp yanlarından geçmiştir, içinde nefret beslemiştir; kiminiz ise buraya isteyerek gelmediklerini, savaştan her şeylerini geride bırakıp kaçtıklarını ve Türkiye’ye sığındıklarını zamanla anlamıştır. Yine de savaştan kaçan insanların yaşadıklarını asla anlamayacağımız kanaatindeyim. 

İstanbul'da tanıdığım tek bir Suriyeli Ermeni var. Yaklaşık bir buçuk senedir tanımama rağmen, hayatının detaylarını öğrenememiştim. Öğrendikten sonraysa, bu hikâyenin mutlaka paylaşılması gerektiğini düşündüm. Zira onun hikâyesi cemaatimizin devletten pek farklı olmadığını gözler önüne seriyor, Türkiye’nin asimilasyon politikalarının Suriyeli Ermenilerini de etkilediğini gösteriyor ve İstanbul'da hayat kurmaya çabalayan Suriyelilerin dramını anlatıyor. 

Eminönü herkes için farklı bir anlam taşır: Tarihtir, kalabalıktır, gürültüdür, renktir... Bir gün Ermenistan'dan gelen arkadaşlarımı Eminönü'nü gezdirirken hep lokum aldığım yere götürdüm. Aramızda Ermenice konuşuyorduk, birden bire çalışanlardan biri 'Hayeren mi?' diye sordu (Hayeren Ermenice demek). Şaşırdım, çünkü hep lokum aldığım o yerde bir Ermeni’nin çalıştığını bilmiyordum. Çok sevinmişti; Ermenice, Türkçe bilmediği, biz de Arapça bilmediğimiz için fazla sohbet edememiştik. Aradan yaklaşık bir buçuk yıl geçti. Her gittiğimde biraz daha fazla sohbet eder olduk. Bir gün çok mutlu bir şekilde Kınalıada’ya kiliseye gittiklerini anlatıyordu, bir başka gün Paskalya'yı kutladıklarını, Kanada'ya veya Avrupa'ya yerleşmek istediklerini anlatıyordu. T. baba tarafından Ermeni, anne tarafından Arap. Ermenice bilmemesini de buna bağlıyor. Çalıştığı yerde beni akrabası olarak tanıtır T.. Benim dışında burada hiçbir akrabası olmadığını söyler, böylece yaptığı indirimi açıklamaya çalışır hep. 

Bu hafta sonu gene yolumuz Eminönü'ne düştü, gene T. ile görüştük. Bildiği kısıtlı Ermenice ile Ermenistan'dan gelenlerle konuştu, herkese lokum ikram etti. O kadar güler yüzlü, yaşam dolu olmasına hep şaşırıyordum. Aylar önce babasını kaybettiğini öğrenmiştim. Görüştüğümüzde sarılıp çok üzüldüğümü belirtmiştim, bana “Hayat, her şey olur” demişti. Babasının ve amcasının nasıl öldüğünü sonradan öğrendim; Menbiç’teki çiftliklerinde İŞİD tarafından yakalanmışlardı. 

Eşi S. ile ilk defa telefonda konuştuk. T. bayramda izinliydi, ailesiyle de tanıştım. Bir yerde oturup birlikte kahve içtik. Yakında 4 yaşına girecek kızları da gelmişti. Çantasından çikolatayı çıkarıp bana veren ufaklık, annesi ile Ermenice, babası ile Arapça, kafenin çalışanları ile Türkçe konuşuyordu. Sıra dışı bir durum yoktu, ta ki o hep güler yüzlü T.’nin hayat hikâyesini öğrenene kadar... 

“Ya ölürsün, ya iyileşirsin”

T. ve ailesi üç yıldır İstanbul’da yaşıyorlar. İlk geldikleri zaman çok sıkıntı çektiklerini anlattı: “Yanımızda para ile gelmiştik. Burada ev kiraladık, depozito, emlakçı parası verdik. Suriyeli olduğumuz için ev sahibi bizi evden çıkardı, ne depozitoyu, ne de emlakçı parasını geri alabildik. İkinci bir ev kiraladık, aynısını ikinci kez ödedik. Kimsemiz yoktu, tanıdığımız yoktu, dil bilmiyorduk. Faturaları nasıl ödeyeceğimizi bile bilmiyorduk, o yüzden bize çok kazık attılar. Ne kadar kazıklandığımızı yeni anlıyoruz. Nasıl yiyecek alacağımızı bile bilmiyorduk, soracak kimsemiz yoktu. Ne marketin yerini biliyorduk, ne de manavın.” Şimdi sağlık kartları olduğu için çocuğun bütün ilaçlarının devlet tarafından karşılandığını söyleyen S., kızı ilk hastalandığında çok korktuklarını söyledi. Randevu nasıl alınır, nereye gidilir? T. de konuşulanı anlayarak güldü ve “Randevu alana kadar ya ölürsün, ya da artık iyileşmiş olursun” diye ekledi.  

“Para değil, işe ihtiyacım var”

S. ve T.’nin yolu, iş bulma umuduyla Bakırköy Dzınunt Surp Asdvadzadzni Ermeni Kilisesi’ne de düşmüş. Kilisede konuştukları kişi ise onlara para uzatmış. S. şöyle anlatıyor: “Eşim şaşırdı kaldı. Para için oraya gitmediğini, o parayı alamayacağını söyledi. Çalışıp kazanmak istediğini ve para desteği değil iş aradığını belirtti. İşle ilgili yardımcı olamayacaklarını belirttiler. Zaten Suriyeli olduğumuz için bütün kapılar kapanıyor”. Yine de T.’nin şimdiki işini bulmasına yardımcı olan da kilisede, ayinde tanıştıkları bir Ermeni olmuş. 

“Sırpazan da destek olmadı” 

S., eşinin ve çocuğunu vaftiz olması için ve yine iş bulma umuduyla İstanbul Ermeni Patrikliği Genel Vekili Aram Ateşyan’a da gittiklerini anlatıyor; “Aram Sırpazan eşimi vaftiz edemeyeceğini söyledi. Ermenistan’a gidip orada vaftiz olmamızı tavsiye etti. Bir de kilise düğünümüz olup olmadığımızı sordu. Eşimin ailesi asimile olmuştu zaten, Suriye’de altı yıl önce kilise düğünü yapmak kolay mı? Vaftiz edemiyorlarsa nasıl kilise düğünü yaparız? Eşim benden daha fazla bilgi sahibidir. Kızımı vaftiz etmeyi kabul ettiler neyse ki. İş için sorduğumda ise, Sırpazan birçok İstanbullu Ermeninin de işe ihtiyacı olduğunu belirtti ve ‘öncelliğimiz onlar’ dedi. Bu duyduklarıma çok şaşırdım. Halep’teyken ikimizin durumu da iyiydi, hiçbir zaman yardım için kiliseye başvurma ihtiyacı hissetmedik. Ama ihtiyacımız olsaydı da eminim ki kilise bizi yalnız bırakmazdı. Yıllar önce Irak’tan Ermeni aileleri kaçıp gelmişti. Kilise her bir Suriyeli Ermeni ailesinden bir Iraklı aileyi evine almasını istedi. Evimizde pek çok aile ağırladık; aylar boyunca kaldılar, bizimle yiyip içtiler, hiçbir zaman kötü muamele görmediler. Onların kötü durumda olduğunu biliyorduk, belli bir süre için ağırlamamız gerektiğini biliyorduk. Şu an biz de aynı durumdayız. Hayat öyle bir şeydir” diye konuştu. 

“Ermeni okuluna gönderemiyorum”

Suriyeli Ermenilerin çocukları için Ermeni okullarına gitmek zor, hatta imkânsız. S.’nin annesi de onlarla İstanbul’a gelip sonra iki kardeşini yanına almış. Erkek kardeşi şu an bir sandviççide çalışıyor, kız kardeşi ise okula gidip gidemeyeceğini bile bilmiyor: “Kardeşim Ermenice eğitim görsün istiyoruz. Çok denedik, okullara alamayacaklarını söylediler. Suriyelilerin devlet okullarına gitmesi gerekiyormuş. Annem Ermeni okullardan birinde işe girdi o sayede kardeşimi ‘misafir öğrenci’ olarak aldılar. Annem orada çalıştığı için ücret de istemediler. Ama annem iki ay önce işini kaybetti, şimdi de iş bulamıyor, bulduğu işlerde ise Suriyeli olduğu için çok az maaş veriyorlar. Az maaşlı işi bile bulamıyor şu an. O yüzden de Ermenistan’a gitmeyi düşünüyor. Fakat kanuna göre Suriye vatandaşı Türkiye’den çıkarsa bir daha geri gelemiyor. Ya Ermenistan’da hayat kuramazsa ne yapar? Bir daha onları göremem. Ben de Ermenistan’a gidip vatandaşlığa geçmeyi düşündüm. Belki İstanbullu Ermeniler, Ermenistan vatandaşı olarak bize daha olumlu yaklaşırlar. O zaman artık Suriyeli olmaktan çıkarız. Fakat eşimin vaftiz olamaması işi zorlaştırıyor. Ona vatandaşlık vermezler. Ben gidip orada altı ay nasıl kalacağımı, nasıl halledeceğimi bilmiyorum.”

S., kızınının Ermenice eğitim görmesini istediğini söylüyor, fakat maddi durumları buna el vermiyor: “Kızımı okula gönderebilmem için ücret ödemem gerekiyor. O parayı veremeyeceğim için okula ‘misafir öğrenci’ olarak bile gidemeyecek. Ben kızımın Ermenice eğitim almasını istiyorum. Burada yaşıyoruz, elbette Türkçe öğrenecek fakat eğitimini Ermenice görsün istiyorum, İngilizce öğrensin diye evde çok uğraşıyorum.”

Suriye’de yaşarken etkinlik organizasyonu yaptığını söyleyen T. “Şimdi de lokum organizasyonu yapıyorum” deyip gülüyor. Her şeye rağmen çok umutlu ve enerji dolu olduğunu dile getiriyor: “Benim enerjim bitmez, bir ömür yeter. Sadece kızım zorluk çekmesin diye elimden geleni yapacağım.” 

T.’nin ailesiyle Avrupa’ya yerleşmek istediğini biliyordum. Olmadı. Bir önceki görüşmemizde kısık sesle “Kanada’ya yerleşeceğiz galiba” demişti. Son görüşmemizde Kanada’dan ret aldıklarını söyledi. Tüm bunlara rağmen hayata karşı belki de hepimizden daha umutlu.

Kategoriler

Güncel Türkiye Yaşam



Yazar Hakkında