“Başım dik, vicdanım rahat”

Anadolu Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Uğur Kara’nın hakkında soruşturma açıldı ve görevinden uzaklaştırıldı. Kara ile yaşanan süreci konuştuk.

İfade özgürlüğü ve akademik özgürlükler açısından zor bir dönemden geçilirken barış için imza veren akademisyenler üzerindeki baskı da 15 Temmuz darbe girişiminin ardından artmış durumda. Eskişehir’de gerçekleşen Ermenistanlı ve Azerbaycanlı aktivistlerin buluşmasında bir sunum yapan  ve daha önce barış için imza veren akademisyenler arasında yer alan Anadolu Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Uğur Kara’nın hakkında da soruşturma açıldı ve görevinden uzaklaştırıldı. Kara ile yaşanan süreci konuştuk.  

Süreç nasıl ilerledi? Neler yaşadınız?

19 Ocak tarihinde,  mensubu olduğum üniversitenin hakkımda idari soruşturma açtığına dair tebligat aldım. Anadolu Üniversitesi ‘çok hızlı’ çıktı ve soruşturma başlatan ilk üniversiteler arasında yer aldı. Bununla da bilahare övündüler. O günlerde hem Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı hem de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı adlî soruşturma başlattı. Bir miktar hazırlık işlemi yaptıktan sonra Eskişehir’in ilgili savcısı takipsizlik kararı verip dosyayı İstanbul’a gönderdi. Adlî süreç çok ağır ilerliyor ve hâlâ dosya kapsamında ifadem alınmış bile değil. Buna karşılık, hakkımda üniversitenin başlattığı soruşturma kapsamında 4 Şubat’ta savunma verdim. Üniversite yönetimi dilekçe ile başvurduğum halde benimle soruşturma dosyasını paylaşmadı. Soruşturmanın hangi tarihte resmen başlatıldığını hâlâ bilmiyorum ve varsa hakkımdaki başkaca delillerin bilgisinden de yoksunum. Savunmamı bu şartlarda hazırladım ve yazılı olarak soruşturmacıya sundum. 

5 Ağustos'ta yıllar boyunca çalıştığınız Anadolu Üniversitesi'nden uzaklaştırıldınız. Uzaklaştırılma hayatınızı nasıl etkiledi?

5 Ağustos’ta, hakkımda açılan soruşturmadan yaklaşık altı buçuk ay sonra, çok kısa bir tebligat metniyle görevimden uzaklaştırıldığım bildirildi. Bu metin, neden uzaklaştırıldığımı bile söylemiyordu. Belli ki rektörlük, soruşturmanın başından beri izlediği ‘gizemli görünme’ çizgisini sürdürmeye kararlıydı. Burada çarpıcı bir nokta var: Rektörlük benim de dâhil olduğum 21 akademisyeni, YÖK’ün, FETÖ soruşturmalarının belirli bir düzeye vardırılıp kendisine rapor halinde sunulmasını istediği son tarih olan 5 Ağustos’ta görevden aldı. Kuvvetle muhtemeldir ki, bizi, bizden önce aldığı FETÖ’cülerle birlikte aynı dosyada YÖK’e rapor etti. Bu durum, kamuoyunda yankısını buldu, Eğitim-Sen ve bazı yayın organları “Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü hedef mi şaşırtıyor” sorusunu haklı olarak sordu.

Rektörlük, memuriyetten çıkarılmamız talebiyle dosyamızı YÖK’e gönderdiğini basına açıkladı. Dikkatinizi çekerim, bize dilekçe ile sorduğumuz halde hiçbir açıklama yapmıyor. Uzaklaştırma işlemine karşı, yürütmenin durdurulması ve işlemin iptal edilmesi talebiyle 2 Eylül’de dava açtım. Şimdi söz yargıda.

On dört yıl emek verdiğim bir yer Anadolu Üniversitesi. Mensubu olduğum fakültenin ihtiyaçları öyle gerektirdiğinden daha asistanken ders anlatmaya başlamıştım. Bizler lisans, lisans üstü derslerimizde hep eleştirel bir perspektifi koruyan öğretim elemanları olduk. Maalesef, Türkiye’de üniversiteler, üniversite adının hakkını vermekten uzak oldu. Üniversite geniş fizikî, maddî imkânlar demek de değil. Üniversite, akademi esasen bir ruh. O ruh da özgür, eleştirel düşünceden oluşuyor. Örneğin, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü, benim Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı başkanı sıfatıyla başvurusunu yaptığım Alevi Sempozyumu’na salon vermedi. Türkiye’de maalesef üniversitelerin de tabu olarak gördüğü konular var: Bunların başında da Ermeni, Kürt ve Alevi meseleleri geliyor. Oysa, bilim tabu kabul etmez. Bu hakikat ışığında, geleneği olan birkaç sınırlı yer dışında Türkiye üniversitelerinde özellikle de sosyal bilimler alanında bilimsel faaliyet icra etmenin kolay olmadığını ifade etmeliyim. Buna rağmen, bizler bunu yapmaya gayret ettik. Şimdi de evdeki çalışma odamda bu faaliyetimi sürdürme gayretindeyim.    

Bugün bu bildiriye gene imza atar mıydınız?

Hiç tereddütsüz imzalardım. Bildiri, ağır, sistematik insan hakları ihlallerine dikkat çeken, barış çağrısı yapan bir metin. Bu bildiriyi görmezden gelmek, imzalamamak benim açımdan kendimi reddetmekle eş anlamlı olurdu. Şu an belki yarı yarıya işimi kaybetmiş durumdayım; lakin, başım dik, vicdanım rahat.

Ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Anadolu Üniversitesi e-mail hesaplarımızı kapattı. Yemekhane otomasyon sistemine erişimimizi bile engelledi. Maaşımızın yatırıldığı bankayla da iletişime geçilip, kredi kartlarımıza el konması sağlandı. Maaş hesabımızın ek hesabı da kaldırıldı. Bütün bunlar, ahlaki düzeyi çok düşük bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Durum bu olmakla birlikte, benim gibiler, bilimsel faaliyetin özü olan hakikati söyleme, hakikatin bilgisinin peşine düşme çabasının her koşulda sürdürülmesi gerektiğine inanır. Bu konuda çok sağlam rehberler var önümüzde: İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya gibi hocalar, hakikati haykırdıkları için üniversiteden kovuldular, çok ağır adlî süreçlere maruz kaldılar; ama, üretkenliklerini daha da artırarak sürdürdüler. Biz de böyle bir çizgiyi izlemeye gayret edeceğiz. 



Yazar Hakkında