‘The Promise’e giden yol

Terry George’un, Ermeni Soykırımı sırasında geçen bir aşk hikâyesini konu alan yeni filmi ‘The Promise’, 11 Eylül’de Toronto Film Festivali’nde ilk kez izleyici karşısına çıkacak. Detayları sır gibi saklanan yapımı ve kamera arkasında yaşananları, filmdeki baba karakterini canlandıran Kevork Malikyan anlattı.

'Hotel Ruanda’ (2004), ‘Kesişen Yollar’(2008) gibi filmlerin ödüllü yönetmeni Terry George, Ermeni Soykırımı sırasında yaşanan bir aşk üçgenini konu alan yeni bir filme imza attı. Oyuncu kadrosunda Christian Bale, Oscar Isaac, Charlotte Le Bon, Shohreh Aghdashloo, Angela Sarafyan, Jean Reno ve Kevork Malikyan gibi isimlerin yer aldığı ‘The Promise’, 11 Eylül Pazar günü Toronto Film Festivali’nde prömiyerini yapacak. Senaryosunu Terry George’la birlikte Robin Swicord’un yazdığı filmin yapımcılığını, Kirk Kerkorian’ın kurduğu Survival Pictures üstlendi. Aralık ayında ABD’de vizyona girecek olan bu iddialı yapımın, 2017 Oscar ödüllerine aday olmasına güçlü bir ihtimal gözüyle bakılıyor. 

Paris’te yaşayan Amerikalı foto muhabiri Chris (Christian Bale), eğitimini Paris’te almış genç ve güzel Ana (Charlotte Le Bonn) ile İstanbul’da tıp okuyan Ermeni öğrenci olan Mi-chael (Oscar Isaac) arasında oluşan aşk üçgeni... Arkaplanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri, 1915 Soykırımı ve Musa Dağ yakınlarında bir köy olan Sirun’da yaşananlar... ‘The Promise’, üç kişinin, Birinci Dünya Savaşı’nın en acımasız koşulları altında alt üst olan hayatlarını sürdürme çabasını konu alıyor.

1915’in ağırlığı

Kevork Malikyan, “Beni ve filmin kadrosunda yer alan herkesi en çok etkileyen, Jön Türklerin İstanbul’da başlattığı ve ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerine yayılan, tasavvur edilmesi bile güç, acı verici olaylardı” diyor. 1915’te yaşananların ağırlığını, çekimler sırasında hissettiklerini söyleyen Malikyan, filme Michael’ın babası Vartan Boğosyan rolüyle dahil olma hikâyesini şöyle anlatıyor: “Baba rolü için Terry George’a gönderilmek üzere benden bir kayıt yapmam istendiğinde Kıbrıs’taydım. Videoyu oğlum Sevan’ın yardımıyla kaydettim. Kaydı gönderdikten sonra, haftalarca yapımcılardan haber almadım. Ardından, benden başka bir ilginç karakter için kayıt hazırlayıp göndermemi istediler. Bu projede yer almayı gerçekten arzu ettiğim için onu da yaptım. Yine, bir süre kimseden ses çıkmadı. Sonra menajerime başka bir karakter için kayıt yapmamı istediklerini söylemişler. Ben baba rolünü oynamadığım takdirde filmde yer almak istemediğim cevabını verince, o rol için tekliflerini yinelediler. Terry George, film setine adım attığımda beni çok iyi karşıladı. Bir araya geldiğimizde, öncesinde yaşananlar çoktan unutulmuştu.”

Filmin hazırlık ve yapım sürecinin son derece profesyonel biçimde ilerlediğini söylüyor Malikyan ve ekliyor: “Terry George liderliğinde açığa çıkan teknik kabiliyet ve yine onun bir araya getirdiği oyuncuların yeteneği, filmin çekim sürecini, bu sürece dahil olan herkes için unutulmaz bir yolculuğa ve eşsiz bir deneyime dönüştürdü.”

Esin kaynağı babası

“Boğosyan ailesinin fertleriyle yapılan çekimlerin ilk gününde Oscar Isaac bana yaklaştı ve şöyle dedi: ‘Babamı gerçek bir Ermeni oynadığına göre, size nasıl hitap etmeliyim?’ Ben de, ‘Baba diyebilirsin’ dedim. O günden itibaren, hem sette hem de set dışında ‘baba’ lafını büyük bir içtenlik ve sıcaklıkla, kalbinde hissederek söyledi.”

Malikyan, Vartan Boğosyan karakterini, kendi babasını düşünerek oynamış ve bu durum, karakterle arasında güçlü bir bağ oluşmasına yol açmış. “Filmdeki baba figürünü, bir 1915 çocuğu olan kendi babam Mardiros Toros Malikyan’dan esinlenerek oynadım. Vartan Boğosyan, Sirun’da yaşayan bir eczacı; benim babamsa Diyarbakır’da yaşayan bir çulcuydu. İkisinin insanlığa, Tanrı’ya ve ailelerine duydukları sevgi çok benzerdi. Dolayısıyla, çok zorlanmadan arada bir bağ kurabildim.”

Terry George’la çalışmak

Malikyan, diğer oyuncular ve yönetmenle, film setiyle sınırlı kalmayan paylaşımlarından da söz etti:

“Shohreh Aghdashloo muhteşem bir oyuncu, iyi kalpli bir insan ve çok güzel bir kadın. Onunla sette ve set dışında, bolca zaman geçirdik. Birlikte geziler yaptık, yedik içtik, memleketi İran’dan bahsettik, İranlılar ve oradaki Ermeniler arasında geçmişten beri süregelen ilişkileri konuştuk.”

“Sette Christian Bale’le karşılaşmak güzel bir sürpriz oldu. ‘Exodus: Tanrılar ve Krallar’ filminde, kayınbabası Jethro rolünü oynamaktan ve onunla birlikte çalışmaktan çok zevk almıştım. Maalesef bu filmde Bale ile sadece bir ortak sahnemiz var, o da diyalogsuz. Ancak onu yeniden görmek güzeldi.”

“Terry George’la birlikte çalışmak benim için büyük bir zevkti. Bazen, keşke sette daha fazla zaman geçirseydim de onunla çalışmanın faydalarından tam anlamıyla yararlanabilseydim diye düşünüyorum. İnsanlığın acılarını, çatışmalarını ve bunun beraberinde getirdiği yıkımı anlayan, bunları en dokunaklı şekilde filmlerine yansıtabilen bir yazar ve yönetmen.”

‘The Promise’ ne vadediyor?

Bu filmin dünyada ve Türkiye’de Soykırım’a bakışı ne ölçüde değiştirebileceğine dair sorumuzu, “Eğer 100 sene sonra hükümetlerin ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının 1915’te yaşananlarla ilgili fikirlerini filmlerin değiştirmesini bekliyorsak, dünyanın neresinde olursa olsun, yaşadığımız medeniyette demokratik hakların hiçbir değeri yok demektir” diye yanıtlayan Malikyan, yine de filmin getireceği yaklaşımdan ve gelecekten umutlu olduğunu söylüyor: “Türkiye’de ve dünyada konuşulmayan, aile içinde ya da okulda anlatılmayan gerçekleri, yaşanmışlıkları hatırlatan filmler ve oyunculuklar, halkta farkındalık yaratmak ve insanların kendi konumları üzerine yeniden düşünmesini sağlamak için etkili araçlardır. Umut ediyorum ki hükümet, Fatih Akın’ın ‘Kesik’ filminde olduğu gibi akıllıca davranarak, bu filmin de Türkiye’de gösterilmesine izin verecek. Uzun bir süre sonunda dünyanın ve gizliden gizliye Türkiye Cumhuriyeti’nin, 100 yıl gecikmeyle de olsa, 1915’te yaşanan olaylarla ilgili doğru bir tavır takınmaya başladığına inanıyorum.” 

Kirk Kerkorian’ın mirası

‘The Promise’, geçen yıl yaşama veda eden işadamı Kirk Kerkorian’ın kurduğu Survival Pictures adlı prodüksiyon şirketinin ilk yapımı. Şirket, direniş, dayanma ve insan ruhunun söndürülemez ateşini merkeze alan hikâyeleri geniş kitlelerle buluşturmayı amaçlıyor. 

Kevork Malikyan, “Bu film, Kirk Kerkorian’ın koyduğu sermaye ve insanlarına, milletinin zengin kültürel geçmişine duyduğu sevgi olmadan mümkün olmazdı” diyor. “MGM yapım şirketini satın alan Kerkorian, Franz Werfel’in ‘Musa Dağ’da 40 Gün’ destanını sinemaya taşıma fırsatını kaçırmıştı ama Musa Dağ’da yaşananları bir filmle anlatma arzusundan hiçbir zaman vazgeçmedi. Bu proje, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ulusların mücadelelerini, tüm tuhaflıklara karşı hayatta kalma savaşını anlatan filmler yapan Survival Pictures aracılığıyla beyazperdeye taşınıyor. Onun ve yapımcı Eric Esrailian’ın bu projeye katkıları yadsınamaz. Umarım daha çok iş insanı Kirk Kerkorian’ın izinden giderek, Ermeni toplumunun zengin kültürünü ve geçmişini anlatan projelere yatırım yapar.”

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında