LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Samos’ta...

Kapetanos (Kaptan) Yorgo, elinde tespihi, rengi solmuş yeleği ve gür bıyıklarıyla çok tanıdık geliyor. Selam versen hemen alacak, iki kadeh rakı koysan seninle içecek gibi duruyor.

Samos Adası’nın güneyinde, yolun keskince döndüğü, dönerken de bir balkon oluşturduğu bir yamaçtaki zeytin ağaçlarının hemen dibinde, sonsuz bir Ege manzarasına bakan mütevazı evinin terasında güneşi batırıyoruz. Masada lor peyniri, çiçek balı, pişi ve kendi yaptığı Samos şarabı duruyor.

Masaya şarap gelene kadar keyfim yerindeydi. Bir şarap profesyoneli için en zor an, evde şarap yapan, şarap merakını bir ileri düzeye taşımaya çalışan birinin ev şarabını denediği andır.

Olaya, “Kuzguna yavrusu şahin görünür” düsturundan yola çıkarak bakmak gerekir. Bin bir çileyle şarabı yapmış, üzerinde o kadar uğraştığı şeyi, kötü de olsa sevmiştir. Sizin de en az onun kadar beğenmenizi bekler. Maalesef, sonuç genelde hep aynıdır. Şarap demeye bin şahit isteyen alkollü ama lezzetsiz bir şey tutuştururlar eline ve o verdikleri şey hakkında iyi bir şeyler söylemeni beklerler senden. Ben artık alıştım kötüye kötü demeye ama havada esen soğuk rüzgârlar, hele ki misafirsen, katlanılmaz olabiliyor bazen.

Ama bu sefer farklı oldu. Arasında minik bir de şapeli olan bağlarındaki misket üzümlerinden öyle bir tatlı şarap yapmıştı ki uzun yol kaptanı Yorgo, batan güneşe ve tüm yorgunluğumuza rağmen bitiriverdik şişeyi.

Zaten Samos’un en kıymetli şeyi, işte bu şarapları. Tam adı ‘Muscat Blanc à Petits Grains’ olan ama genellikle ‘Muscat’ olarak anılan, mucizevi bir üzümden yapılıyor bu şaraplar. ‘Misket’, geniş bir üzüm ailesi; bu aileye ait ‘Bornova Misketi’nin adından da anlaşılacağı gibi, ülkemizde de yetişiyor. Samos Adası’nda, bu üzümleri, genelde, Fransızların ‘Vin Doux Naturel’ dedikleri şekilde, dışarıdan alkol ilavesiyle güçlendirerek şarap yapıyorlar. Fakat ‘Nectar’ adını verdikleri bir şarapları var ki, her şarap severin rüyasına girecek güzellikte. Bu şarapları üretmek için hafifçe kurutulmuş üzümler kullanılıyor; bu üzümlerin şıraları o kadar yoğun oluyor ki, o şekeri yiyip alkol üretecek olan mayalar bile zorlanıyor. Mayalanma çok yavaş oluyor, çok uzun sürüypr ama elde edilen ürün o kadar güzel ki, her emeğe değiyor. Samos’taki Ambelos Dağı’nın eteklerinde, deniz seviyesinden başlayıp 800 metre yüksekliğe ulaşan, 25 farklı köye dağılmış yaklaşık 1600 hektar arazide bu özel üzümler yetiştiriliyor. Bu bağların sahipleri, üzümü yetiştirmekten daha zor bir işin de altından kalkıyor. Yaklaşık 3000 civarında bağcı, bu üzümleri, 1934 yılından beri faaliyet gösteren kooperatiflerinde işliyorlar. Ve sadece bu kooperatifin ürettiği şaraplar ‘Samos şarabı’ adını taşıyabiliyor.

Bunun yanında, memleketimizde aynı bölgedeki beş-altı şarapçının bir birlik kuramaması hayli ironik.

Samos şarapları, çok özel ve güzel olsalar da, maalesef, çok iyi diğer tatlı şaraplar ‘Sauternes’ ya da ‘Tokaji’ gibi çılgın fiyatlara ve satış rakamlarına ulaşmıyor. Ama yine de, Samoslu şarap üreticileri, ellerindeki şarapları satabiliyorlar.

En iyi müşterileri, meşhur ‘Greek Spirit’ Metaxa... Benim altı yaşındayken yaşadığım ilk sarhoşluğun müsebbibi, tanıdığım hemen herkesin evinde olan ve hatta zaman zaman ilaç olarak kullanılan, 20. yüzyıl başında İstanbul’da bir imalathanesi bile bulunan Metaxa, kooperatifin yıllık üretiminin %20’sini satın alıyor. Metaxa’yı diğer brendilerden ayıran o yumuşaklık ve tatlımsılık, işte bu şaraplardan geliyor. Bir de, bol gül esansı içeren ve diğer bileşeni sır gibi saklanan esansından...

Samos’un bağcıları Metaxa’ya yaptıkları bu satışı ve o lezzetin arkasındaki sırrın kendilerinde olduğunu anlatırken mest oluyorlar. O yüzden, Metaxa, adanın her köşesinde varlığını hissettiriyor. Vourliotes köyünün meydanındaki mavi sandalyeli meyhanede otururken önümüze bir şişesini koyabildik mesela. Başkalarını bilemem ama orada benim üzerime hüzün çöktü. Meydanında oturduğumuz köy, adını Urla’dan almıştı. Birazdan Karlovasi’den geçip Kerveri’ye gidecektik. Kerveri yani Kapadokya’nın belki de en güzel kasabası Gelveri’den gelen mübadillerin yerleştiği köy... İçimden tek bir düşünce geçti: Bu adamlar memleketlerinden, vatanlarından, yanlarında sadece adlarını taşıdıkları, yenilerini kurmaya çalıştıkları köylerinden kopmasalardı ne olurdu?

Sadece 700 mil uzakta olan Kuşadası’nın bir meydanında da ya da belki Orta Anadolu’nun uzak bir noktasında da Metaxa’ya benzeyen, kendine has bir şeyler yudumluyor olabilirdik, diye düşündüm. Düşünceye sınır yok, ne yaparsın...

İçinizden birilerinin “Memleket yangın yeri olmuş, gazeteler, televizyonlar kapatılıyor, koca bir ülke kararnamelerle yönetiliyor, sen ne düşünüyorsun” dediğini duyar gibi oluyorum, ama bunları düşünmeden edemiyorum. Hem belki, her şeyin başlangıcı o günler, o acı olaylar olamaz mı?