OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Evet, bence de Lozan’ı konuşalım

Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘geleneksel’ ikiyüzlülüklerinden biri de Lozan Antlaşması’yla ilgilidir. Sorduğun zaman ‘kurucu anlaşma’dır, yani Türkiye’nin varlığının tescilidir, ‘tapusu’dur. Pek güzel. Fakat, imzalandığı günden beri Lozan’ı çatır çatır ihlal eden, gene aynı Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Anlaşmalar bir bütündür; “Şu maddesi güzel, ona uyayım, ama bu maddesini beğenmiyorum, uymayayım” diyemezsiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin çiğnemekten çekinmediği, hatta özellikle çiğnediği maddelerin başında ‘ekalliyetler’le ilgili maddeler gelir. Lozan, günümüzle kıyaslandığında evrensel azınlık ve insan hakları açısından geri bir nokta olmasına rağmen, Türkiye, burada konan hükümleri de sık sık hiçe saymıştır. Anlaşmanın, farklı gruplara mensup kişilerin haklarını düzenleyen 37 ila 44. maddelerini gözden geçirdiğinizde, Türkiye tarihinin ve bugünün bu hükümleri ihlal eden uygulamalarla dolu olduğunu görürsünüz. Ayrıca, Baskın Oran’ın öteden beri söylediği gibi, bu maddelerdeki kimi ifadeler, söz konusu olanın sadece Müslüman olmayan topluluklar olmadığını açıkça ortaya koyar. Misal, 38. maddenin ikinci fıkrası (güncelleştirilmiş Türkçeyle) şöyle diyor: “Türkiye’nin tüm halkı, kamu düzeni ve genel ahlak ile bağdaşmazlık göstermeyen her din, mezhep ya da inanışın gerek genel, gerek özel biçimde özgürce kullanılması hakkına sahip olacaktır” (vurgu bana ait). Bundan sonraki cümlede “Müslüman olmayan azınlıklar” öznesi zikredilmesine rağmen, bu cümlede tercih ‘tüm halk’ teriminden yana yapılmış, böylece hükmün kapsama alanı genişletilmiştir. Dolayısıyla, örneğin cemevleri meselesi pekâlâ bu hüküm çerçevesinde ele alınabilir. 39. maddenin son fıkrası da, gene kapsayıcı bir ifadeyle, şöyle diyor: “Resmi dil var olmakla birlikte, Türkçe’den başka dili le konuşan Türk tebasına mahkeme huzurunda kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir.” Bırakın kolaylık gösterilmeyi, mahkemede Kürtçe konuşmak isteyenlere çıkarılan zorluklar ortada.   

“Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk yurttaşının medeni ve siyasal haklardan yararlanmasına ve özellikle genel [kamu] hizmetlere kabulüne, memurluğa ve üst derecelere ulaşmasına, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır.” (madde 39, fıkra 3) hükmüne imza atmış Türkiye Cumhuriyeti’nde, ‘Türk ırkından’ olmayanların devlet memurluğuna kabulü 1965 yılına kadar kanunen yasaktı! O tarihten sonra da bu yasak fiilen devam etti.

Bir de meşhur, Müslüman olmayan topluluklara medeni hukuk dairesindeki işlerini kendi örf ve âdetlerine göre yürütme imkânı veren 42. madde vardır. Kimileri, bu toplulukların bu maddeden feragat ettiklerini söyler. Fakat, gene Baskın Oran’ın dikkat çektiği gibi, böyle bir feragat yetkisi var mıdır, varsa kimdedir belli değildir. Patrikhane desen, devlet, bırak Patrikhane’yi, kanuni temsilci kabul etmeyi, gene Lozan’a aykırı şekilde, Patrikhane’nin yasal varlığını bile düzenlemiş değil. Kaldı ki, 1926 yılına ait böyle bir feragatname var mı, varsa altında kimin imzası var, en azından ben bilmiyorum. Bakın, o 42. maddede ne diyor: “Türkiye Hükümeti söz konusu azınlıkların kiliseleri, havraları, mezarlıkları ve öteki dinsel kurumlarına her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Bu azınlıkların bugün Türkiye'de bulunan vakıflarına ve dinsel ve yardım kurumlarına her türlü kolaylığı gösterecek ve izinleri verecek ve yeni dinsel ve yardım kurumları kurulması için, benzeri öteki özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.” Kolaylık göstermek bir yana, bu vakıfların kökünü kurutmayı amaçladı bu devlet ve ‘laik Atatürkçü’ bir cumhurbaşkanı (A.N. Sezer) vakıflarla ilgili bir yasaya veto gerekçesinde bunu kendi dilince açıkça yazdı! Kısmi iyileşmeye rağmen bugün vakıfların mülkleri ve seçimleriyle ilgili sıkıntılar devam ediyor.

Lozan sadece Türkiye’nin sınırlarını belirleyen bir anlaşma değildir, dolayısıyla Lozan söz konusu olduğunda konuşulacak tek konu o veya şu bölgenin verilmesi-alınması da değildir. Lozan, Türkiye sınırları içinde nasıl bir siyasi ve sosyal düzen olacağına dair hükümler de içeren bir anlaşmadır. Lozan muhiplerinin bunların da savunucusu ve takipçisi olması, asgari ahlak ve tutarlılık gereğidir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın bu mevzuyu gündeme getirmesine gelince; söyledikleri, İslamcı sağ cenahın öteden beri dillendirdiği yalan yanlış laflardır. Ayrıca, o cenahın da yukarıdaki maddelere aykırı durumları umursadıkları yoktur. Bilakis, orada cumhuriyet elitleriyle hemfikirdirler. Bugün, Tayyip Erdoğan’a pragmatist demek pragmatizme haksızlık olur, zira onun bile bir ciddiyeti olur. Bir pragmatist daha önce söylediğinin tersini söyleyecekse bile, bunu kitabına uydurmaya çalışır, en azından dışarı vereceği görüntüyü kurtarmaya çalışır. Erdoğan’da bu tür kaygıları gözlemleyemiyoruz. Bir gün ak dediğine ertesi gün kara dese de bunun kendisine olumsuz bir getirisi olmadığını çoktan anladı, nitekim yok da; bilakis, böyle yapınca ‘becerikli lider’ olduğunu düşünen milyonlar var. Dolayısıyla, herhangi bir konuda kendisinin rehber veya kriter olarak kabulü bizim açımızdan mümkün olmadığından, Lozan konusunda da rehberimiz değildir. Anlaşmanın kendisi ve devlet uygulamaları yorum yapmak için yeterlidir.