OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Homojenleştiremediklerimizlerden misiniz?

Türkiye Cumhuriyeti, her ulus-devlet gibi, idaresi altındaki kitleyi belli bir kimlik doğrultusunda homojenleştirme çabası üzerine kuruldu. O kimlik, Türk Müslüman kimliğiydi. Burada kasten ‘Müslüman Türk’ demedim. Bunu biraz açmak gerekirse, cumhuriyetin kurucu elitlerinin ‘dindar bir nesil’ peşinde olmadıkları, hatta tersine, dinin etkisinin mümkün olduğunca azaltıldığı bir toplum düzeni hedefledikleri malum. Öte yandan, onların kafalarında nominal düzeyde Müslümanlık, Türklüğün ilk şartıydı. Başka bir deyişle, Müslümanlık Türklüğün gerek şartıydı ama yeter şartı değildi. Aslında cümleyi şöyle kurmak da yanlış olmaz: Müslümanlık Türklüğe asimilasyonun da ilk şartıydı. Son kertede hedeflenen, bir millî kimlik olarak Türk kimliği doğrultusunda asimilasyon, dolayısıyla homojenleştirmeydi. Müslüman olmayan topluluklar için arzulanan ise sayılarının mümkün olduğu kadar azaltılması, kamusal alandaki görünürlüklerinin ortadan kaldırılmasıydı. 

Burada ironik, daha doğrusu diyalektik bir duruma dikkat çekmek isterim. Laikçi cumhuriyet eliti toplumun İslami tonunu düşürmek istiyordu ama Hıristiyanları ve Musevileri temizleme politikası ülkenin sadece nominal anlamda değil, kültürel pratikler, gündelik hayat düzeyinde de daha Müslümanlaşması sonucunu kaçınılmaz olarak doğurdu, özellikle de eskinin kozmopolit şehirlerinde. Sokaklarında diğer dinlerin mabetlerinin, pratiklerinin, Hıristiyan ve Musevi komşuların görünmez olduğu bir toplumun genel Müslümanlık tonu da kaçınılmaz olarak ‘koyulaştı’. (Dikkat, “Onlar ne güzel komşularımızdı, sorunsuz geçinir giderdik” gibi yüzeysel, ve olgusal olarak da yanlış bir önermeden değil, farklı kültürlerin yok olmasının diğer kültür dairesinin mensupları üzerindeki etkiden bahsediyorum.) Velhasıl, cumhuriyetin kurucuları, bir yaptıklarıyla başka bir yapmak istediklerine ters bir akım yaratmış oldular.

Peki, bugün geldiğimiz noktada nüfusu homojenleştirme çabaları başarılı olmuş mudur? Bu, cevabı nereden baktığınıza göre değişen bir sorudur. Eğer Müslüman olmayan nüfusun temizlenerek Müslüman yoğunluğunun artırılmasından bahsediyorsanız, ‘Allah için’ hakkını teslim etmek gerekir ki, söz konusu olan, tarihin gördüğü en ‘başarılı’ temizlik harekâtından biridir. 1912’de toplam nüfusun kabaca %20’sini, 1927’de %2,5’ini oluşturan Hıristiyan ve Musevi nüfusu, bugün binde birden de az. İstikrar diye buna derim! Öte yandan, Türklük açısından baktığınızda, görece bir homojenleşmeden bahsetmek mümkün olsa da, elimizde hâlâ çok parçalı bir nüfus var. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler fazla kalmadı ama farklı kültürleriyle, başka gruplar Türkiye’ye dahil oldular. Son 10-15 senedir gelen Afrikalılar, Orta Asyalılar, daha yakın zamanda çoğu savaş yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda Araplar, görece daha ‘tuzu kuru’ sebeplerle yerleşen Ruslar vs. Görüldüğü gibi, oran olarak düşük de olsa bunların arasında Hıristiyan olanlar da var. Bunlar kaçınılmaz olarak sokaktaki hayatı, kültürü değiştiriyor, çeşitlendiriyorlar ve bu iyi bir şey. Baskın kültürün Türk kültürü olmaktan çıktığını veya bu kültürel çeşitlenmenin ülke sathına eşit biçimde yayıldığını söylemiyorum tabii. Örneğin, herhangi bir somut veriye dayanmadan, tamamen tahminle, Yozgat veya Çorum’un bu heterojenleşmeden o kadar da etkilenmediği söylenebilir. Fakat, vatandaş olsun veya olmasın, nüfusun geneline baktığımızda kültür, dil ve yaşayış anlamında ulus- devletin arzu etmeyeceği bir çeşitlilik var. Zaten, bana öyle geliyor ki, Türkiye gibi bir coğrafi konuma sahip bir ülkeyi demografik ve kültürel olarak homojenleştirme çabası uzun vadede başarısız olmaya mahkumdur. Her fırsatta övündüğünüz jeopolitik konum, zannettiğiniz gibi sizi yalnız uluslararası siyasette avantajlı kılmıyor, aynı zamanda farklı kültürlerin toplanma noktası da yapıyor. Sonuçta Türkiye, İzlanda veya Japonya değil. Buraya birileri gelir, birileri gider, tarih boyunca böyle olmuştur. Kaldı ki, homojenleştirmeyi de yüzeysel anlamamak lazım. Tarihte homojenleştirme amacıyla yapılan kimi uygulamalar, hedeflenen sonucu o kadar da vermemiştir. Örneğin, Yunanistan’la yapılan 1923-1924 nüfus mübadelesinde din temel kriter olmasına, yani suyun öte yanından gelenlerle bu taraftakiler aynı dine mensup olmalarına rağmen, görülmüştür ki, bu grupların kültürleri, yaşayış biçimleri, öncelikleri epey farklı. Yani, homojenleştirme o kadar da homojenleştirme olmamıştır.

Demem o ki, sayın yöneticiler, siz boşverin homojenleştirmeyi falan, sonuçta zulmettiğinizle kalıyorsunuz, zaman bildiğini okuyor.