“Musul bizim olmalıydı sözü, yayılmacılık ile izah edilebilir”

Musul ve Misak-ı Milli yine tartışma konusu. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Musul bizimdi. Tarihe bakın. Misak-ı Milli dedim diye rahatsız oldular. Ben tarih dersi veriyorum niye rahatsız oluyorsun. Biz milliyiz, vatanseveriz farkımız bu” yönündeki açıklamaları konuyu yeniden tartışmaya açtı. Musul ve Misak-ı Milli konularını en iyi bilen isimlerden biri de 3 ciltlik “Türk Dış Politikası” serisinin editörü ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Baskın Oran. Oran ile her iki konunun cumhuriyet tarihi boyunca seyrini ve bugüne yansımalarını konuştuk.

Hocam önce şöyle başlayalım isterseniz. Musul’un etnik yapısı nedir, 1920’lerde? Tartışma konusu olan ve günümüze yansıyan dönem o dönem olduğu için 1920’ler diyorum.

O gün de bugün de alabildiğine karmaşık bir yapı. Osmanlı yönetimi Irak’ı esas olarak etnik, dinsel ve mezhepsel gruplara göre üç vilayete ayırmıştı. Kabaca söylersek: En güneydeki Basra’da Şii Araplar. Ortadaki Bağdat’ta Sünni Araplar. Kuzeydeki Musul vilayetinde esas olarak Kürtler.(Sünni)  Bu üçüncüde Türkmenler var, Araplar var, ayrıca Süryaniler gibi kadim Hıristiyanlar, Ezidiler gibi apayrı dinler ve mezhepler. Aynı kabile, din ve mezhep içinde tarikat ve dil farklılıkları. Mesela Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kuzeyine egemen olan Barzani yönetimi Nakşibendi’dir -ve Türkiye Kürtleri gibi Kurmançi konuşur-, güneydeki Talabani yönetimi ise Kadiri’dir -ve çok farklı olan Sorani konuşur. Yani Musul Irak’ın en karmaşık yeri. 

Bu tablo fevkalade hassas ama kendi içinde dengeyi tutturmuş bir yapı. Saddam 1980’lerde bu dengeyi Sünnilik ve Araplık lehine zorla bozmaya çalıştı. Şimdi de dört koldan dış müdahalenin yanı sıra Erdoğan da devreye girmek istiyor. Sünni kartıyla. 

Türkmen kartını kullanamıyor çünkü hem Türkmenlerin yüzde 60’ı Şii, hem de soylarını reddetmiyorlar ama Sünni kartından çok rahatsızlar. Ayrıca, bizde “Türkiyeliyim” diyenlere benzer biçimde, büyük çoğunluğu temel kimliklerini “Iraklıyım” diye ifade ediyor. Kürt ve Araplarla birlikte yaşıyorlar ve yaşayacaklar. 

Mesela, Milliyetçi Türkmen Halk Partisi lideri Turhan Müfti şöyle diyor: “Türkiye Irak hükümetinden izin almalıdır. Türkiye bizim soydaşımız ama biz Iraklıyız”. 1979’da başlayan İran-Irak savaşında da Irak Şiileri İran’a yaklaşmadı; Iraklı gibi hareket etti. 

"Musul yüzünden hükümetten değil TBMM’deki muhalefetten geliyor eleştiri. Çünkü Mustafa Kemal Paşa’nın Musul’u istediği falan yok."

Buraya tekrar dönmek üzere sorayım: Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına damga vuran bir konu aslında. Ankara Hükümeti’nin temel tezi, silah bırakışması olduğu sırada Musul’un Osmanlı sınırları içinde olduğu yönünde. Yani “İngilizler bırakışmadan sonra aldılar burayı” deniyor. Bildiğimiz kadarıyla Ankara Hükümeti kolay kolay razı olmuyor Musul’u bırakmaya.. 

Teker teker alalım. Misak-ı Milli’de (MM) bir “milat” olarak ele alınan Mondros Silah Bırakışması (30.10.1918) imzalandığında Musul vilayetinin büyükçe kısmı Osmanlı’nın, geri kalanı İngilizlerin elinde. İngilizler, Mondros Md. 7’ye dayanarak 3 Kasım’dan itibaren tümünü ele geçiriyor. Çünkü burada petrol çıkmış ve İngiltere bugünkü ABD’den daha güçlü o zaman. Asla bırakmazdı Musul’u. Hatta, ayrıntı vereyim, 1916 Sykes-Picot gizli paylaşımında Musul yöresini Fransa’ya verdiği halde petrol bulununca sözünden dönüp Musul’u sahiplendi. Zaten Fransa bunu hazmedemediği için 1921’de Ankara’da Mustafa Kemal’le anlaşıp İngiltere’yi -ve dolayısıyla Yunanistan’ı- iyot gibi açıkta bırakacaktır.

İkinci konu; Lozan yapılınca Musul yüzünden hükümetten değil TBMM’deki muhalefetten geliyor eleştiri. Çünkü Mustafa Kemal Paşa’nın Musul’u istediği falan yok. Zira tükenmiş ülkede bir an önce barışı imzalayıp ulus-devleti kurmak ve Batıcı reformlara girişmek istiyor. Ulus-devlet demek de, herkesi Türk yapmak demek. Türkiye’deki Kürtlerin yanı sıra bir de Irak Kürtleri zor! Ayrıca, dedim ya, petrol bulunduğu için İngiltere asla bırakmaz burayı. Mustafa Kemal büyük bir gerçekçi.  

Atatürk’ün derdi Musul değil, İskenderun Sancağı, Hatay. Bunu “kişisel dava” yapmış durumda. Zaten diyor: “Bu benim şahsi meselemdir. Benim davamdır bu. Asla şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz.” Zaten II. Dünya Savaşı başlarken, orada petrol olmadığını saptamış olan Fransa sunuyor hediyeyi, Türkiye’nin Almanya’ya meyletmemesi karşılığında. 

Misak-ı Milli’yi de çok tartışıyoruz. Bunu tartışmaya açmanın güncel siyaset üzerindeki hesaplarına geleceğiz ama önce şunu sorayım. Misak-ı Milli nasıl bir metindir? Yani uluslararası hukuk, uluslararası siyaset ve Türkiye’nin iç siyaseti açısından nasıl değerlendirmeliyiz Misak-ı Milli’yi? 

Birçok bakımdan epey tartışmalı bir metin. Genel kabul gören bilgi şudur: Ya İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın 28.01.1920’de yapılan gizli bir toplantısında (çünkü zabıtları yok), ya da daha büyük olasılıkla, Mebusan’ın Anadolu hareketine yakın faaliyet yürüten Felah-ı Vatan grubu toplantısında kabul edildi ve yine Mebusan’ın 17 Şubat oturumunda oylanıp basına açıklandı. Ankara TBMM’de müzakeresi, oylanması vs. söz konusu olmamıştır. 

Misak-ı Milli, ülkenin bağımsızlığını Erzurum ve Sivas ilkeleri temelinde kabul eden tek taraflı bir siyasi deklarasyondur. Uluslararası hukuk açısından herhangi bir anlamı yoktur. 

Şimdi Erdoğan, vatandaşların sadece adını duyduğu bu tek taraflı bağımsızlık metnini Irak’ın bağımsızlığına tecavüz için kullanmak istiyor. Oysa, Musul’dan çok daha net biçimde Misak-ı Milli’ye dahil olan Batum var; oradan hiç bahsetmiyor. Ocak 1920’de MM kabul edildiğinde Batum tümüyle Türk ordularının elinde. Sovyet Rusya’nın istemesi üzerine, 22.09.1921’de yürürlüğe giren Moskova Antlaşması Md. 2 hükmüyle Gürcistan’a bırakıldı.    

Musul’u da kapsayan Arap vilayetleri meselesi Misak-ı Milli’nin birinci maddesi. Ne tarif ediliyor burada? Biraz karışık bir madde çünkü o madde, ve bazı ifadeler iki türlü de okunmuş vaktinde, mesela “örfen” kelimesinin “ırken” olarak da okunması gibi..   

O tür sorunlar var da, asıl önemli olan husus şu: MM metnine bağlı bir MM haritası yok. Çünkü Mustafa Kemal Paşa yukarıda söylediğim iki sebepten dolayı (Kürtler ve İngiltere) birinci maddeyi alabildiğine dar yorumlama taraftarı.  Maddenin özü mealen diyor ki, ‘Mondros hattı içinde ve dışındaki Osmanlı-İslam çoğunluk [ tercümesi: Türk ve Kürt] bölgeleri bir bütündür, ayrılması kabul edilemez’. 

Mustafa Kemal önce “ve dışındaki”ni atıyor; belli bir tarihten sonra sadece “içinde” diye geçiyor orası; zaten bu mantığın da gereği. Ayrıca, mütareke hattı için 16.10.1921’de şöyle diyor:“Var mıdır böyle bir hat? Yoktur. Yalnız biz Erzurum’u yaparken anavatanı düşünerek dedik ki, hakim olduğumuz hat bizim hududumuzdur.”

Tenkit de ediyor: “Batı Trakya hakkındaki maddeyi [Md. 3] MM’ye dahil edenler hiçbir şey düşünmemişlerdir. Bunu koyan ben değilim. Bu madde sonradan ithal edilmiştir.”

Bir şey daha var: MM Madde 5, ‘Komşu ülkelerdeki Müslüman halklara da uygulanması şartıyla, İtilaf devletlerinin antlaşmalarda kabul edeceği azınlık hakları ilkelerini kabul ediyoruz’ diyordu. Bu ilkeler “ırk, dil, din” biçiminde kemikleşmiş o zaman. Ankara heyeti özellikle Kürtleri ve Alevileri uluslararası garanti dışında bırakmak için yalnızca Gayrimüslimleri azınlık saymak isterken ve saydırırken, bu Madde 5 yüzünden çok zorlanmıştır. 

Musul meselesi Lozan’a da sarkıyor. Dolayısıyla sanki Erdoğan’ın Yunanistan Adaları üzerinden Lozan’ı tartışmaya açması buraya da uzanıyor sanki. Lozan’da Musul için nasıl bir pazarlık yapılıyor ve çözüm nasıl bulunuyor?

Yunan adalarıyla bir ilgisi yok ama, Erdoğan’ın durup dururken Lozan’a saldırmasının sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyor: Musul meselesi o zor koşullarda konferansı tamamen kilitlediği için Lozan Md 3/2’yle MC’ye yani Milletler Cemiyeti’ne (dolayısıyla, İngiltere’nin iradesine) havale edildi ya, şimdi “Musul Fatihi” olmak istiyor Erdoğan. Ama hiçbir devlet ve hiçbir etnik-dinsel topluluk Türkiye’nin buraya girmesini istemiyor. Zaten Birleşmiş Milletler döneminde de kuraldır: “Eski efendi”, o topraktaki uluslararası düzenlemelere (barışı koruma, vs.) katılamaz. 

Lozan Md. 3/2 sonucu Milletler Cemiyeti’nde kurulan komisyon Irak’ı İngiltere’nin mandasına verdi, sonra da 05.06.1926’da Ankara’da imzalanan “Türk-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk Antlaşması”yla Türkiye Musul’u Irak’a bırakan sınırı kabul etti.  Türkmenler için azınlık hakları bile talep etmeden. Çünkü İngiltere de Türkiye’deki Kürt haklarını gündeme getirebilirdi. Unutmayalım: Mustafa Kemal Paşa’nın bütün stratejisi “küçülerek güçlenme” idi. Feodal dönemde olduğu gibi durmadan büyümek değil. 

Konu Cumhuriyet tarihi boyunca tartışıldı. Genel olarak “Musul bizimdi” argümanı sağ siyasetin gözde konularından biri oldu. Son olarak 1. Körfez Savaşı zamanı yani Özal zamanında da bu konu ısıtılmıştı. Yani Irak’ta ne zaman bir çalkalanma olsa konu gündeme getiriliyor diyebiliriz herhalde. Hangi kesim bunu gündeme getiriyor daha çok ve ne umuyor bundan?

Konu Türkiye’nin iç siyasetinde sağ politikacılar ve yayılmacı Türkçülük tarafından zaman zaman gündeme getirildi. Çünkü insanlar Misak-ı Milli’yi çok duymuş ama ne o günkü koşulları biliyorlar, ne de MM’de ne yazdığını. 

Üstelik bunlar Türk’ü sadece “Müslüman Türk” bellemiş insanlar. Nasıl Osmanlı’nın Müslüman’ı Gayrimüslim üzerinde Millet-i Hakime sayan Millet Sistemi zihniyetinden sıyrılamamışlarsa, Osmanlı’nın imparatorluk zihniyetinden de sıyrılamamışlar. Bunun da sebebini sorarsak, toprak’ın her şey sayıldığı feodal dönem zihniyetinden bir türlü kurtulamamak. 

Bu durumu Kurtuluş Savaşı dönemi için çok doğal saymak gerek çünkü Kürtler ile Türkler tek bir Müslüman millet addediliyor ümmet kavramının hakim olduğu o günlerde. Ama aradan doksan yıl geçtikten, Kürtlerin ayaklanması hiç bitmedikten sonra da “Musul bizim olmalıydı” demek sadece “yayılmacılık” ile izah edilebilir. Emperyalizm dememek için kullanıyorum bu kelimeyi. 

“İrredentizm” demek de yanlıştır çünkü irredantizm sınıra yakın soydaşların yaşadığı yerleri kendi ülkesine dahil etme politikasının adıdır ve Kürtler Türklerin soydaşı değildir. Üstelik, dahil edilmek istedikleri falan da yok. Bu hevesler, düpedüz, yukarıda sözünü ettiğim, Türkiye’nin Musul’u Irak’a devrettiği 1926 Ankara Antlaşması’nın kesin ihlalidir.

"Dünyada tek bir ülke veya topluluk yok ki Türkiye’nin Musul’a müdahalesine karşı çıkmasın. İlk karşı çıkan, Başika’daki Türk birliğine 2015’te kınama yayınlayan Arap Birliği oldu."

Günümüze gelecek olursak. AKP iktidarı ısrarla Musul harekatında olmak istiyor ama Irak Hükümeti’nin bu konuya Türkiye’yi bulaştırmak istemediği de anlaşılıyor. Arap dünyası nasıl bakıyor Türkiye’nin Musul ile ilgili tezlerine?

Bu kadar net bir durum uluslararası ilişkilerde az görülür: Dedim ya, dünyada tek bir ülke veya topluluk yok ki Türkiye’nin Musul’a müdahalesine karşı çıkmasın. İlk karşı çıkan, Başika’daki Türk birliğine 2015’te kınama yayınlayan Arap Birliği oldu. Amerika ve İran malum. Barzani “Musul operasyonu için Bağdat’la anlaşmanız lazım” diyor ve Peşmerge Bakanlığı Genel Sekreteri Cabbar Yaver’in ağzından da tehdit savuruyor: “Türkiye katılamaz; yabancı güçler koalisyon uçakları tarafından hedef alınacak”.  

Ama siyasal konjonktür Erdoğan’ın planlarına yardım ediyor: Batılılar mülteci sorunundan bunalmış, Rusya da Türkiye vasıtasıyla NATO’yu zayıflatma peşinde.  

Peki Türkiye’nin bu çalkantıda Musul üzerinde ya da bir kısmında gerçekten de kontrol kurabilme ihtimali var mı, ya da bunun için savaşı göze alır mı? Alırsa kimle olacak bu savaş? Böyle bir ihtimal söz konusu mu gerçekten? Yoksa iç siyasete yönelik bir hamaset mi söz konusu?

Böyle bir amacı yok ki Erdoğan’ın. Bütün istediği, oraya asker yollayıp, Havuz Medyası vasıtasıyla “Musul Fatihi” adını yaymak suretiyle Türkiye’de Tek Adam rejimi kurmak. Tamamen iç tribünlere oynamak. Bir de, oradaki Kürtlerin eyalet kurmasına engel olmak. 

Yalnız, PKK’ye karşı yapılan operasyonlardan dönen tabutları ana-babalar genelde itirazsız, hatta “yavrum şehit oldu çok şükür” diye karşıladı ama Allah’ın çölünden gelen tabutlar öyle olmayacak.  

"Erdoğan’ın bütün istediği, oraya asker yollayıp, havuz medyası vasıtasıyla “Musul Fatihi” adını yaymak suretiyle Türkiye’de Tek Adam rejimi kurmak."

Son olarak şunu sorayım: Misak- Milli’nin unutulmuş bir 7. Maddesi var, savaş suçlularının cezalandırılmasını öngören bir madde. Bu herhalde biraz da 1915 dosyasını yeniden açacağı için rafa kaldırılmış diyebilir miyiz?

Evet, 6 maddelik MM’nin aslında yedinci bir maddesi var. Adı da “Madde-i Müstakile” veya “Tecziye Ahitnamesi”.   

“Genel Savaşı doğuran bunalımlardan başlayarak Meclisin açılmasına kadar savaşa katılmada, savaşı yönetim yönlendirmede ve genellikle iç ve dış siyasette ‘devlet ve millete zarar veren’ bakanlar kurulu üyeleri ile onlarla işbirliği yapanlar” hakkında soruşturma açılmasını öngörüyor. 

Bu madde, içe dönük olduğu gerekçesiyle sonradan metinden çıkartılmış ve unutulmuştur. Sebebi: Hem o koşullarda Misak-ı Milli’nin dışa dönük niteliğine istisna teşkil etmektedir, hem esas olarak Ermeni Tehcirini sorgulamaya yönelik bir metin “Büyük Ermenistan” tasarısının hüküm sürdüğü bir dönemde öncelikli değildir, hem de Anadolu hareketine destek veren (ve Ermeni mallarına konmuş olan) eşrafı yabancılaştıracaktır. 

Misak-ı Milli’de Arap vilayetleri 

Madde 1: Osmanlı Devletinin, özellikle Arap çoğunluğun oturduğu ve 30 Ekim 1918 tarihli silah bırakışmasının imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının geleceğinin, halklarının serbestçe açıklayacakları oylara göre belirlenmesi gerekli olduğundan, söz konusu silah bırakışması hattı içinde ve dışında; dinen, örfen (ırken/irfanen?) ve emelen (aslen?) birbirine bağlı, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, birbirlerinin ırksal ve toplumsal hakları ile bölgelerinin koşullarına tamamen saygılı Osmanlı-İslam çoğunluğunun oturduğu kısımların tamamı, hakikaten veya hükmen hiçbir nedenle birbirinden ayrılma kabul etmez bir bölgedir.”

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem

Etiketler

Misak-ı Milli Musul


Yazar Hakkında

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE