OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Teflon devlet ya da Türkiye neden demokratikleşemiyor

Yıllar içinde bu köşede tekrarlayageldiğim argümanlardan biri, Türkiye’nin demokratikleşememesinin önemli sebepleri arasında, devletçilik ve militarizmin yaygınlığının da yer aldığıdır. Bu düşünceler yalnız yönetenlerle veya küçük bir grupla sınırlı değildir, yönetilen kitleye de derinlemesine nüfuz etmiştir. Bu sebeple de, halkın, devleti, orduyu ve bunların karşısında kendini tarifi ve konumlandırma biçimi değişmediği sürece demokratik zihniyetin kökleşmesini beklemek boşunadır kanımca. Bunu, yönetilenin, yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiye bakışındaki sorunlar olarak da tarif etmek mümkün. Geniş bir kitlenin gözünde, devleti seçilmiş veya atanmış olarak yönetenler ne yanlış yaparsa yapsın, ‘devlet’ kavramının kendisi bundan etkilenmiyor. Âdeta Platonik bir idea. Bütün pislik, sıvının teflon yüzeyinden akıp gitmesi gibi devletin üzerinden akıp gidiyor, geriye tertemiz devlet kalıyor. Umabileceğiniz en fazla şey tepkilerin iktidardaki partiye yönelmesi; geniş anlamda devlet kavramının sorgulanmasına ise pek rastlayamazsınız. Devleti kendilerine yakın bir parti yönetiyorsa, bırakın sorgulamayı, onun baş savunucusu oluyorlar.

Benzer bir durum ordu için de geçerli. Asker ikide bir darbe yapar ama ordunun tarifinde, var olma biçiminde bir sorun yoktur. Darbe yapan askerler, bizim ordumuza Patagonya’dan gelerek dahil olmuşlardır. Son 15 Temmuz kalkışmasında da böyle oldu. Bu askerler ‘FETÖ’cü’ oldukları için darbe yapmaya kalktılar, yoksa bu ordunun böyle bir alışkanlığı yoktur. Ordu iyidir, çevresi kötüdür... Askerlerin militarist olması bir yere kadar anlaşılabilir ama bizim sorunumuz halkın da militarist olmasıdır.

Bugün ülkeyi yöneten partinin kendini bağladığı siyaset ve düşünce geleneğine baktığımızda devlet ve ordunun zaten merkezî bir yere sahip olduğunu görüyoruz. Malum, “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da zaman zaman –aslında halka değer vermek maksadıyla– söylediği “Halkı yaşat ki devlet yaşasın” sözünde bile asıl amaç devleti yaşatmaktır, halk sadece bunun aracıdır. Aslında Erdoğan, bilerek veya bilmeyerek, kökleri Osmanlı’dan da öncesine giden ama klasik Osmanlı siyaset düşüncesinin temellerinden biri olan ‘daire-i adliye’ anlayışını tekrar ediyor. Kısaca söylemek gerekirse, bu düşüncede her şey devletle başlar, devletle biter. Şöyle ki, devletin var olması için ordu gerekir, ordunun var olması için para gerekir, para/vergi toplamak için reaya gerekir, vergi verebilmek için reayanın çalışması gerekir, reayanın çalışabilmesi için adaletin hâkim olduğu bir düzen gerekir ve bu düzeni de ancak devlet kurar. Gördüğünüz gibi, burada adalet bile araçsaldır.

İktidar partisi için durum böyle ama ülkenin ‘müzmin’ ana muhalefet partisinin de devletçi ve orducu bir tutumu olagelmiştir. CHP o kadar devletçi gelenek ve reflekslere sahip ki, demokrat bir muhalefet odağı olması bu haliyle mümkün değil. Zaten kendileri de her fırsatta, “devleti kuran parti” olduklarının altını çiziyorlar. Sanki devleti emanet bırakmışlar da geri alacaklarmış gibi. Devletçilikleri, muhalefetlerine tedirgin, titrek, ‘yarım’ bir hava veriyor. Örneğin, asker Irak’a girince, hemen devlet ağzıyla “Askerimiz Irak’ın güvenliği için orada” diyorlar. Yahut, CHP Genel Başkanı, 100’den fazla kişinin katledildiği Ankara Katliamı’nın birinci yıldönümü anmasında boy göstermekten çekiniyor. Neden? Söz konusu olan Ermeniler veya Rumlarla ilgili ise, CHP çevrelerinde devletçilik daha net ortaya çıkar. Örneğin, azınlık vakıflarının gasp edilen mülklerinin iade edilmemesi için CHP zamanında ‘sağlam’ muhalefet yaptı. Bayram Meral’in, Meclis kürsüsünden yaptığı “Bırakın Agop’un malını” konuşmasını daha unutmadık.

Velhasıl, bir ülkede, hem siyasi partiler hem de yönetilen kitleler devlete ve orduya mesafeli ve eleştirel bir duruş geliştirmediği sürece, demokrasinin yerleşmesinden bahsetmek çok zor. Burada ayrıntılarına girmek mümkün değil ama bunun, ülkede liberal düşüncenin güdüklüğüyle de, daha doğrusu sadece serbest piyasa yönünde gelişmiş olmasıyla ilgisi var. Halbuki liberalizmin önemli bir bileşeni de, yalnız ekonomide değil her alanda sürekli bir devlet eleştirisinin söz konusu olması ve bireyin devlet karşısında korunmasıdır. “Bunlar her zaman en iyi sonucu verir” demiyorum ama demokratik reflekslerin gelişmesi için bu anlayışın belli ölçüde kökleşmesi gerekir. “Bizim demokrasi gibi bir derdimiz yok, biz büyüyünce cihan devleti olacağız” deniyorsa, ona diyecek bir şeyim yok.