İstihbarat iyi çalışmış

Malatya Zirve katliamı davasında sır perdesi aralanıyor. Özel yetkili savcı İsmail Aksoy’un hazırladığı ikinci ek iddianame Mahkeme’ye sunuldu. İddianamede, katliamın ‘Ergenekon terör örgütünün Malatya hücresi tarafından Kafes Eylem Planı kapsamında düzenlendiği’, Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetlerinin de aynı örgütün farklı hücreleri tarafından işlendiği savunuluyor.

Savcı Aksoy’un iddianamesinin Mahkeme’ye sunulduğu günlerde piyasaya çıkan gazeteci Adem Yavuz Arslan’ın ‘Ergenekon’un Zirvesi’ adlı kitabı da Zirve katliamıyla ilgili önemli ipuçları sunuyor. Arslan’ın kitabında yer alan belgelere göre, katliamın azmettiricisi olmakla suçlanan Varol Bülent Aral MİT görevlisi. Ayrıca Jandarma istihbarat birimleri de katliama giden sürecin içinde yer aldılar. 

Zirve katliamını başından beri yakından izleyen, davanın müdahil avukatlarından Orhan Kemal Cengiz, “Malatya için kesin olan, cinayetin JİTEM tarafından organize edildiği; Hrant Dink cinayetinde de aynı şey söz konusu. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken, JİTEM’in organize ettiği bu cinayetlere Emniyet ve MİT’in göz yumduğu gerçeğidir” diyor.

Sır perdesi aralandıkça ortaya çıkan gerçeklerden insanın kanını en çok donduran, Türkiye’nin üç istihbarat kurumunun bir şekilde Zirve katliamından haberdar olduğu. Bir başka deyişle, memleketin istihbarat kurumları için bu katliam bir sürpriz değildi. Bizim için sürpriz olmayan ise, istihbarat bilgilerinin cinayeti önleyici amaçla değil, tersine, teşvik edici olarak kullanılmış olması.

Üç istihbarat birimi de cinayetten haberdardı

FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr 

Geçtiğimiz hafta, Malatya Zirve Yayınevi’nde Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske, Necati Aydın ve Uğur Yüksel’in boğazlarının kesilerek öldürülmesiyle ilgili soruşturma kapsamında Özel Yetkili Malatya Cumhuriyet Savcısı İsmail Aksoy’un hazırladığı ikinci ek iddianame, Malatya Özel Yetkili 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunuldu. 761 sayfadan oluşan, 19 sanıklı yeni iddianamede, ‘Ergenekon terör örgütü yöneticisi’ olduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan emekli Orgeneral Hurşit Tolon bir numaralı şüpheli olarak yer aldı. İddianamede, Zirve cinayetinin “Ergenekon’a bağlı bir birim tarafından ‘Kafes Eylem Planı’ çerçevesinde” gerçekleştirildiği, Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinin de aynı örgütün farklı hücreleri tarafından işlendiği ileri sürüldü.

İddianameye göre, katliamı Hurşit Tolon’un başında olduğu Ergenekon’un Malatya hücresi gerçekleştirdi. Başta Tolon olmak üzere, dönemin Malatya Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Mehmet Ülger, Binbaşı Haydar Yeşil, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi araştırma görevlisi Ruhi Abat’ın sanık olarak yer aldığı iddianamede, şüphelilerin Malatya’daki misyonerlik faaliyetlerini yönlendirdikleri kaydedildi. Şüphelilere TCK’nın, 312 ve 314. maddeleri çerçevesinde “adam öldürmeye azmettirmek”, “silahlı örgüt yöneticiliği ve üyeliği” “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamaları yöneltildi. Tolon ile diğer yöneticilere ikişer kez ağır müebbet istendi.

Öte yandan, gazeteci Adem Yavuz Arslan’ın piyasaya çıkan son kitabında katliama ilişkin çarpıcı bilgiler yer aldı. Arslan’ın ‘Ergenekon’un Zirvesi’ isimli kitabında yer alan belgelere göre, katliamın azmettiricisi olmakla suçlanan Varol Bülent Aral, MİT elemanı. Yazar, üst rütbeli bazı askerlerin de katliamdan haberdar olduğunu söylüyor. Kitapta Zirve katliamının faili Emre Günaydın’ı azmettirdiği ileri sürülen Malatya İl Jandarma Komutanı Mehmet Ülger ve MİT haber elemanı Varol Bülent Aral ile Ergenekon sanığı Hurşit Tolon’un rolü belgeleriyle ortaya konuluyor. Tolon’un, misyonerlik faaliyetlerini takip etmek için kurulan Türkiye Ulusal Stratejiler ve Harekât Dairesi’nin (TUSHAD) başkanı olarak görev yaptığı belirtiliyor. Bu dönemde kurumun JİTEM ile koordinasyon halinde olduğu kaydediliyor. İddiaya göre, Tolon’un evinden çıkan Genelkurmay antetli misyonerlik sunumunda, misyonerlerin, 2004’te Malatya, 2005’te Elazığ, 2006’da Doğu Karadeniz, 2007’de ise Trabzon’u hedef seçtiğinden söz ediliyor. ‘Misyonerlik’ isimli 27 slaytlı sunumda, saldırıya uğrayan Zirve Yayınevi’nin eski adı olan ‘Kayra Dağıtım’ ismi not edilmiş ve Malatya, İstanbul, İzmir, Trabzon illerinin altı çizilmiş.

Uzun yıllardır azınlık hakları savunuculuğu yapan, İnsan Hakları Gündemi Derneği’nin kurucusu, Today’s Zaman ve Radikal gazetesi köşe yazarı, aynı zamanda Zirve Yayınevi katliamı davasında müdahil avukatlar arasında yer alan Orhan Kemal Cengiz ile, yaşanan son gelişmeleri konuştuk.

•          Zirve katliamı davasıyla ilgili hazırlanan ek iddianameye ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenerek başlamak istiyorum.

İddianamenin tamamını henüz göremedik. Ancak basında çıkan haberlerden hareketle Hurşit Tolon bir numaralı isim olarak yer alıyor. Eğer, iddianamede Ergenekon örgütü ile sanıklar arasındaki irtibat sağlam bir şekilde kurulabilmişse, bu, çok önemli bir merhaleye ulaştığımız anlamına gelir. Biz, davanın neredeyse başından beri,  cinayetin JİTEM tarafından organize edildiğini ve polisin de tüm bu olan bitene göz yumduğunu biliyorduk. Ki bu durumun bir tek Zirve katliamı için değil, Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayeti için de geçerli olduğunu tüm kamuoyu biliyor. Zirve davasında gizli tanık JİTEM’ci Deniz kod adlı kişi, jandarmanın rolünü ve pek çok şeyi zaten anlattı. Dava sürecinde yaşadığımız kişisel deneyimlerden de katliamın ardında çok büyük bir örgüt olduğunu biliyoruz. Daha davaya ilk girdiğimiz gün yerel basında ben ve  diğer avukatların fotoğrafları, hedef gösteren ifadelerle çarşaf çarşaf yer aldı. Yapılan haberlerin içeriği sadece gazetecilik faaliyetiyle elde edilmiş bilgiler olmadığını, haberlerin istihbarat örgütlerinden alınarak servis edildiğini gösteriyordu.

•          Adem Yavuz Arslan’ın son kitabında, katliamın ardındaki örgüte ilişkin çarpıcı bilgiler yer alıyor. Kitapta, azmettirici  Varol Bülent Aral’ın MİT elemanı olduğu belgeleriyle ortaya konuyor. Katliamda MİT’in rolüne ilişkin değerlendirmeleriniz neler?

Varol Bülent eğer gerçekten MİT’e çalışıyorsa, bu yepyeni bir paradigma getiriyor.  Biz Aral’ın JİTEM’e çalıştığı konusunda yeterince veriye sahiptik. Ancak MİT’e çalışıyor olması, bu cinayette MİT’in de parmağı olduğunu gösteriyor. Bu bilgi bir tek Zirve için değil Dink cinayeti ve Santoro’da da MİT’in rolünün üstüne gidilmesi gerektiği gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyor. Bugüne dek hep Jandarma İstihbarat ve Emniyet İstihbarat üzerinde duruldu. Oysa ki memleketin en büyük istihbarat birimi olan MİT’in de rolünün sorgulanması gerekir. MİT tüm bu süreçlerden habersiz olamaz. Bu üç cinayet için de aynı şeyi düşünüyorum.  Her üç istihbarat birimi de bu cinayetlerden haberdar. Malatya için kesin olan, cinayetin JİTEM tarafından organize edildiği; Dink cinayetinde de aynı şey söz konusu. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken şey, JİTEM’in organize ettiği bu cinayetlere Emniyet ve MİT’in göz yumduğu gerçeğidir.

•          Her üç cinayette de JİTEM dışındaki kurumların payını “göz yummak” olarak mı değerlendiriyorsunuz?

En hafif ifadeyle “göz yummak” diyebiliriz. Ancak Zirve katliamı bağlamında Bülent Varol’un MİT elemanı olması işlenen suçun göz yummak olmadığını gösteriyor.  Böyle bir iddia olmasaydı dahi, bu cinayetlerin hazırlık süreci oldukça uzun zaman dilimlerine yayılıyor. Bu hazırlık süreçlerinde  MİT’in ya da diğer istihbarat birimlerinin herhangi bir bilgi almamış olması akıl sınırlarını zorluyor. Malatya’da bu küçük misyoner grubunun her üç istihbarat biriminin gözetimi altında olduğunu da biliyoruz. Bu bakımdan bu cinayetler bütün sistemin içine battığı cinayetler. Bunlardan birini aklayıp diğerini suçlamak  bizi hakikate götürmez. Bu yolla bir arınma ya da temizlenme yaşayamayız. Öte taraftan, ceza hukuku açısından baktığımızda, elbette ki hazırlayanla tahrik eden veya sadece göz yuman aynı şekilde cezalandırılamaz. Ancak bu cinayetlerin ardında yatan zihniyeti anlamak açısından biz her üç kuruma da eşit mesafeden bakmalıyız. Biri malzemeyi  buluyor,  diğeri  hazırlıyor, öteki pişiriyor. Ve maalesef bu konuda yazılan kitaplar ya da yapılan haberlerde bir birim suçlanırken diğer birimin aklanması  yoluna gidiliyor. Nedim Şener’in yazdığı kitapta Emniyet’in üzerine gidilirken öbürünün yazdığı kitapta Jandarma’ya odaklanılıyor ve diğer kurumlar aklanıyor. Oysa bütün kurumların zımni bir konsensüse girdikleri ortak cinayetler bunlar. Birbiriyle çatışan, aralarında siyaseten çeşitli gerilimler yaşanan bu üç kurumu birleştiren ortak payda ise misyoner paranoyası. Biz hukuki, siyasi ya da yüzleşme anlamında bir tek kuruma yüklenip diğerlerini görmezden gelmemeliyiz.

“Misyoner paranoyası” diye tarif ettiğiniz şeyi biraz açar mısınız?

Misyoner paranoyasının iki boyutu var.  Birincisi çok derin bir tarihe, 1915’e, Ermeni Soykırımı’na  dek gidiyor. Bu, aslında, Türkiye toplumunun kolektif bilinçaltındaki suçluluk duygusunun getirdiği cezalandırılma korkusunun tezahürü olan bir paranoya.  Bir de oradaki bulanık halin aktüel olarak Ergenekon tarafından kullanılması var. Bu aslında çok akıllıca bir kullanım. Çünkü misyoner sağcı, solcu, dindar, muhafazakâr tüm kesimleri milliyetçilik ortak paydasında birleştirecek bir günah keçisi. Misyoner figürünün bu kadar yaygın ve kolay iş görmesinin nedeni, bu günah keçisi olma hali. Ergenekon  bir yandan bu saldırıları planlayarak ve gerçekleştirerek Türkiye’nin dünyayla bağını kopartmaya çalışırken, öte yandan bütün kesimleri milliyetçilik zeminine çekmeyi hedefliyordu. Bu yüzden de bir katalizör görevi gördü misyonerlik. Türkiye bu atmosfer içinde büyük bir histeri krizine sürüklendi. Malatya katliamına dek Ergenekon başarıyla planını uyguladı. Malatya’nın ardından ise hükümet ayıldı. Bu misyonerlik kurgusunun kendisine karşı da kullanıldığını anladı ve sırf bu yüzden dahi olsa duruma biraz  çeki düzen verdi.

‘ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER İŞE YARASAYDI DİNK DAVASI AYDINLANIRDI’

•          Şu anda tartıştığımız MİT, Özel Yetkili Mahkemelerin ilk kez hükümetin hedefi haline gelmesinde de odaktaydı. MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması bu mahkemelerin yetki sınırlarını tartışmaya açtı. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasına ilişkin gelişmelerin Zirve ya da Dink cinayeti davalarına nasıl yansıyacağı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Tolon’un bu iddianamenin Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili tartışmanın sonucu olduğu iddiasının kesinlikle doğru olmadığını bizzat biliyorum. Bu iddianameyle ilgili çalışmalar mevcut tartışmalardan çok önce başladı. Öte yandan Özel Yetkili Mahkemelere ihtiyaç duyduğumuzu düşünmüyorum. İhtiyacımız olan köklü bir hukuk reformu ve savcılık müessesinin güçlendirilmesi. Bugünkü tartışmaların odağı olan  Özel Yetkili Mahkemeler, solcuların, Kürtlerin, İslamcı örgütlerin üzerinden bir silindir gibi geçen Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin içerisindeki askeri hâkimlerin çıkartılmasıyla hayata geçti ve bu mahkemelerin öncesini hiç tartışmaya değer bulmadık. Başbakan, MİT Müsteşarı’nın savcıların hedefine girmesiyle birlikte bu mahkemelerden rahatsız oldu.  Fakat bahsettikleri  şeylerin hepimizin ihtiyaç duyduğu kapsamlı hukuk reformuyla alakası yok. Bugün mevcut hukuk sadece sanık haklarını çiğnemiyor ama aynı zamanda ihtiyaç duyduğumuz ‘hakikate’ ulaşmamıza da engel oluyor.

Şu anda yürüyen bu kadar davaya rağmen, hâlâ Özel Harp Dairesi’ne ilişkin hiçbir soruşturmanın olmaması, Dink cinayetinin ve gayrimüslimlere yönelik saldırıların aydınlatılamaması, JİTEM’e ilişkin ne olduğu meçhul göstermelik bir davanın olması, aslında manzarayı yeterince resmediyor. Eğer Özel Yetkili Mahkemeler’le biz bir yere varabilmiş olsaydık, Hrant Dink cinayeti çözülmüş olurdu. Kamu görevlilerinin kusurları çok açık bir şekilde ortadayken, ardındaki azmettiricilere gitmek bu kadar kolayken hiçbir şey yapılamadı. Dink cinayetinde değişik katmanlar var, ancak dava en görünür düzeyi bile deşifre edemedi. Görünür failler bile davanın içine katılamadı.

•          Peki sizce nasıl bir hukuk reformu olmalı?

Şu haliyle iki hoyratlık aynı zamanda işliyor. Delil standartları düştüğünde, masumiyet karinesini hiçe saydığınızda, mevcut sistemin laçkalığı tüm bunlarla birleşerek hoyratlığı katmerliyor. Bence yapılması gereken, ‘savcılık’ makamının daha güçlü ve donanımlı hale getirilmesi. Teknik olanakların artırılması, savcıların belli konularda uzmanlaşmaları, büyük davalarda kalabalık ve iş bölümü yapmış ekiplerin çalışması, savcıların kolluk üzerindeki yetkilerinin arttırılması, bu savcıların ‘askeri mahaller’ dahil her yere girip birinci elden delil toplayabilmesi gibi düzenlemelerle yargılamaların normal mahkemelerde yapılması. Tabii bunun yanında Terörle Mücadele Yasası’ndan da bir an önce kurtulmak gerekiyor.  Ergenekon ve benzeri davaların gerçekten bir yüzleşme sağlayabilmesi içinse  davalarla paralel çalışabilecek ‘hakikat komisyonları’ kurmak da bir zorunluluk.

Kategoriler

Güncel Dink Davası